4 Ocak 2011 Salı

PELASGLAR 
(I. TİRE SEMPOZYUMU BİLDİRİ METNİ / 18 – 20 Ekim 2010 TİRE / İZMİR / TÜRKİYE)

Tire tarihini anlamak için şunu iyi bilmeliyiz ki ; aşağıda ismini vereceğimiz kavimler bir kavim olup, çeşitli gezginlerce bu halka çeşitli isimler verilmiştir ki bunlar şunlardır : Luwiler , Pelasglar , Meonyalılar , Lydialılar , Turşalar , Trisenler , Thrrihenler , Etrüskler.

Tire kelimesinin kökeni Yunanca ve Latince bir kelime değildir. Bazı tarihçiler bu kelimeyi “surlarla çevrili şehir” olarak yorumlamışlardır, fakat bu zorlama yoluyla bir şehre isim bulmadır. Tire şehrinin kelime olarak anlamı ’’Turşaların şehri” dir . Tire’de İ .Ö .ki yıllardan bu güne hiçbir kale veya sur olmamıştır .Strabon’dan Evliya Çelebi’ye kadar uzanan gezginler grubu Evliya Çelebi Seyahatnamesinde kale için şunları yazar: “ sonra … yılında Osmanlıların eline geçmiştir . Kalesi yoktur .” ”Turşalar” Pelasglar’ın üç kabilesinin Hititçe ismidir. Kelimenin aslı olan kelimeyi Hititçe sözlüklerde “Tries” veya “tres” kelimesi Hititçe “üç” anlamına gelir. “Triyal(l)a ,Tariyalla ,3-yalla “Üç kat (kabile)” anlamına gelir . “Triyanna “ kelimesi ise “üçüncü kez olarak “anlamlına gelir.” Hititçe şehir anlamında kullanılan kelimeler “AS . AS .HI . A .U “ , “hap(p)iris” kelimesi şehir , mahalle , semt ve mıntıkalar için kullanılmıştır”.LU . MES “ kelimesi ise “şehirli “ anlamına gelir . Hititce kale anlamına gelen kelimeler “HALŞU “ veya “halzis “ kelimeleridir. Yukarıda verilen kelimelerin hiçbirinin okunuşu, Tire şehrinin hiçbir okunuşuyla çakışmamaktadır. Bu kelimenin Etrüskçe olduğu saplantısı da yanlıştır. Köylerin yavru köylerle koruyamamalarına karşılık;çoban topluluklar nufuslarının artıp bölünmek durumunda kaldığında ,otlak rekabeti üzerine emek dökülen tarla rekabeti kadar keskin olmayacağından ,kan bağlarını sürdüreceklerdir. Bu durum sonuçta aynı klandan kopan klanların oluşturduğu bir klanlar birliği olan kabilenin ortaya çıkmasına yol açar. Kabillenin üyeleri arasındaki klanlar arasındaki ilişki, ortak üretim ya da ortak tüketim işbirliği değil; ortak savunma ya da işbirliğidir. Yani ekonomik değil askeri işbirliğidir.Bununla birlikte bu işbirliği öteki kabilelerin otlaklarını ele geçirme, sürülerini çalma, yerleşik topluluğa yağma akınları yapma durumunda “ekonomik” bir nitelik de kazanabilir . Böylece toplumun yapısındaki gelişmelerle ataerkil yönetime varacak ortam oluşmaktadır. Ancak bu dönemde bir siyasal farklılaşma söz konusu olmadığından,ataerkil yönetimden de söz edilemez. Ataerkil yönetim ,çoban-çiftçi topluluklar arasında savaşçı (yağma) ve barışçı (ticaret) ilişkilerinin ve bunlarla birlikte toplumsal farklılaşmanın, sınıflaşmanın, mülkiyetin gelişmesi sonunda doğacak farklılaşma sonunda kabileler ve kabileler federasyonlarında görülecektir. Kabileler diğer kabileler üzerine saldırı gücü olarak oluşunca,güçlü kabileye karşı güçsüz kabileler birleşerek haklarını koruma yöntemine başvurdular. Böylece “kabile federasyonları” ve “kabile konfederasyonları” oluştu.Bazen de güçlü olan kabile diğer kabileleri eğemenliği altına alarak “askeri demokratik “ kabile konfederasyonlarını” oluşturdu.Kabile federasyonları ilk sınıflı toplum ve devlet örneğidir. Kabile Federasyonundan devlete geçiş aşamasında ya savaş liderleri ya da büyücüler devlet başkanı olmuşlardır. Bunlardan birincisi “askeri demokrasinin”,ikincisiyse” hiyeroklatik devletin “ ilk örneği olmuşlardır.Fakat devlet başkanı kendinin yerine oğlunu veliaht gösteremiyordu..İlkel “devlet başkanı” ölünce toplanan kabileler kurulu yeni devlet başkanını seçiyordu… Veliahtlık kavramı yerleşik topluma geçiş aşamasından sonra anaerkil toplumun yıkılarak ataerkil toplumum kurulmasından sonra oluşmuştur.

Üretime başlamış, geçiş toplumu bir toplumsal üretme gizilgüçüne kavuşmuş olmasına karşın, topluluğun, hiç kimsenin üretime hiç katılmadan yaşamasına olanak ve izin vermeyen eşitlikçi bir yapıya sahip olmasından dolayı,başkanların bile toplumsal artı ile beslenen toplumsal artı uzmanları olmaları söz konusu değildir. Topluluğun kararlarını uyguladıkları ve uyguluyabilecekleri nitelikte ve yetenekte oldukları sürece başkanlıkta kalırlar; değilse hemen değiştirilirler.Başkanların varlığı topluluğun artı besin üretmesine bağlıdır.Başkanlar kendi ailelerini geçindirmek çalışmalarını,ya da toplu çalışmaya katılırkenki çalışmalarını kesintiye uğratan topluluk işleri karşılığında artı besin ile beslenirler.

Artı ürün gizli gücü ile başkanların “şef”lere dönüşmeleri olanağı da doğmuştur. Ancak bu olanağın gerçekleşmesi için başkanların önünde biri iç, ikisi dış olmak üzere üç yol var görünüyor. Birincisi; toplumun arada sırada ortaya çıkan üretim fazlalarına el koyıp,bu yolla sağladığı ekonomik birikimi askeri ya da” politik” veya “ideolojik” güce dönüştürüp,t opluluğu düzenli olarak böyle artı üretmeye zorlamak ya da “ikna”etmek ve bu fazlanın toplulukça tüketilmesini önlemek yoludur. İkincisi bir başka toplumun üzerine el koyupaynı yöntemle bunu gene kendisine,ailesine maletmektir. Her iki yol da topluluğun eşitlikçi yapısından ve eşitlikçi etkinliğinden dolayı kapalıdır.

Böylece artı ürüne el koymanın tek bir yolu kalmaktadır:Bir topluluğun bir başka topluluğun üretimine el koymasından sonra,bunun el koyan tüm topluluğun üyelerince paylaştırılması..

Uygar topluluğun ortaya çıkışından önce herhangi bir yağma,topluluğun eşitlikçi yapısından dolayı ve yağmalanan şeylerin çoğu,yiyecek maddeleri olduğu için tüm toplulukla paylaşılırken; uygar toplumlar ortaya çıktıktan sonra hem yağmalanan şeylerin yiyecek maddeleri dışı lüks ve az sayıda mallar olması,hem de gereksinim ötesi yağmaların alışverişle başka mallara dönüşmesi olanağı vardır. Dolayısıyla yağmanın topluluk üyelerince eşit paylaşılması ilkesi aksamaya başlar. Bu durumda göçebe topluluğun başkanının ailesinin topluluğun öteki ailelerinden daha “varlıklı” olmaları olanağı doğar. Topluluğun emeğine dayanmayan bir artıya el koyduğu,komutan olarak bu artının sağlanmasında önemli rol oynadığı için,kendisinin yağmadan toplumun öteki üyelerinden fazla pay alması büyük bir direnmeyle karşılaşmaz. Sonunda başkanlık yetkilerini ekonomik güç ile destekleyerek başkandan “şef”e dönüşür. Başkandan farklı olarak şef yürütücü olmaktan çıkıp yönetici olmaya başlar ve başkandan farklı olarak topluluğun isteklerini yerine getirmediği durmlarda kolayca değiştirilemez. Komutan olması nedeniyle elindeki askeri gücü ekonomik güce dönüştürdüğü gibi,ekonomik gücü de askeri güce dönüştürebilir. Devletin baskıcı gücünün göçebe topluluklarda bu noktada oluşmaya başladığı söylenebilir.

Başkan şefe dönüşünce daha önce topluluk adına ve hesabına yönettiği topluluk mülkünden daha çok kendi yararlanmaya, onu mülkü gibi görmeye başlayacaktır. Örneğin, daha önce topluluk adına giriştiği alışveriş ilişkilerini kendi adına yürütmeye başlayacaktır. Topluluk mülkünü topluluk için kullandığı şölen örneğinde görünen durumlarda bile, bundan kendisine ün, saygınlık ve minnet duygusu türetir. Bir başka değişle ekonomik gücü tinsel güce dönüştürür. Yine göçebe topluluklar için bu noktada da devletin ikna gücü öğesinin oluşmaya başladığı söylenebilir. Bu ikna gücü şefliğin kalıtsallaşması ile”atalar kültürü” yoluyla ölen atalara saygı biçimine; sınıflaşmanın doğuşu ile ilkin ataların tanrılaştırılması ve tanrıların zamanla soylu sınıflarla ilişkilerini kesmeleri sonucunda, saf din yoluyla, tanrılara saygı ve minnet biçimine dönüşecektir.

Başkanın şefe dönüşmesi onun yürütücü olmaktan çıkarak yönetici olması demektir. Bu da siyasal farklılaşmanın,devletin en önemli öğesinin oluşmaya baslaması anlamına gelir. Tüm bu gelişmelere koşut olarak toplumsal mülkiyet özel mülkiyete dönmeye başlar. Şef, özelleşen mülkünü, ölünce topluluğa dönmesi yerine, doğal olarak ailesine,baba soy zincirli bir toplulukla oğluna geçirmenin yollarını arayacaktır. Mülkiyetin mirasla oğla geçmesi , şefin siyasal erkinin temelindeki gücün oğla geçmesi demektir. Böylece mülkiyetle birlikte siyasal erk de geçirilmiş olur. Kalıtsal şeflik yani krallık oluşmuş, hanedan kurulmuştur. Uygar toplumların asalağı olan göçebe topluluk içindeki tüm bu gelişmeler, sınıflaşma,devletle ulaşma yolunda atılmış yarım adımlardır. Gerçek bir sınıflaşma ve tüm öğeleri ile devlet ancak bir çöreklenme sonunda oluşur.
İ.Ö. 4000-3000 yılları arasında on beş yirmi köysel yerleşme yeri, nüfuslarını arttırıp, ekonomik ve sosyal yapılarını karmaşıklaştırarak köyden kasabaya, kasabadan kente doğru geliştiler. Kentlere dönüşen köyler,olasılıkla fetihçi bir egemen sınıfın yerleştiği ve çok geçmeden köy sunaklarının tapınağa dönüştüğü yerlerdir.Egemen sınıf o köyü ve çevresindeki öte köylerin çiftçilerini büyük sulama projelerinde çalıştırmış; büyük sulama tarımının ürünü olan bol toplumsal artı ise bir merkezde toplanmıştı. Dolayısıyla sulama bölgesindeki tüm köyler değil,içlerinden yalnız birisi köyden kente dönüşmüştü. Köyden kente dönüşen,nufusunun büyük bölümü tarım dışı etkinliklerde çalışan bu merkez, çevresindeki köylerin tarımsal ürünü olmadan varlığını sürdüremeyecek duruma gelmişti. Çevresindeki köyler de neolitik kendine yeterliliklerini yitirmişler, bazı araç ve mallar için, belki bundan da önemlisi bağlı oldukları sulama sisteminin kurulması, sürdürülmesi,yürütülmesi, geliştirilmesi, bu sistemlerin ve köylerin dış saldırıya karşı korunması için,kentlere bağımlı duruma düşmüşlerdir. Bu ekonomik ve askeri bağımlılıkları , kentteki tapınağa ve din adamlarına karşı yaratılan tinsel gereksinmeyle tinsel bağlılıkla perçinlenmişti. Pelasglar yerleştikleri yerlerde üç kabileden kurulu konfederasyon / şehir fikrini geliştirmişlerdi.Homeros öncesi Pelasglar Anadolu’da ve Ege Adalarında böyle yaşıyorlardı . Odysseia Destanında da Pelasglar üç kabile olarak boy gösterir .
“ Üç boya ayrılan Akhalar ve Tanrısal Pelasglar”
Tire’nin kurucuları bu çalışmada da görüleceği gibi Pelasglardır .Pelasglar Yunanlılar tarafından yapılmış bir antropolojik sınıflandırmadır ki İ .Ö.1200 yıllarında Helenler Yunanistan’a yerleşmeden önceki Ege Havzasında yaşayan tüm halkları “Toprağın Çocukları” veya “Ovanın Çocukları” anlamına gelen Pelasg kelimesiyle anıyorlardı .Hititler, Hattiler, Luwiler, Pelasg şemsiyesi altında toplanmışlardı . Pelasglar hakkında vardığımız somut gerçekler şunlardır:
Fransız ve İngiliz tarihçiler bu konuda incelememişlerdir. Bu konuda sadece Alman tarihçiler çalışmalarda bulunmuşlardır. İşte bu tarihçilerin belli başlıları Beloch, Fick, Treidbener, Myer, Enclich ’tir. Niçin Pelasglar incelenmiyor sorusu insanın aklına düşebilir ? Emperyalist Avrupa tarihinin, uygarlığının Avrupa uluslarının mirası olduğunu, diğer ulusların barbar olup bu uygarlıktan yararlandıkları fikrini çürütür. Çünkü bu ulus İ.Ö. 2100 yıllarında Tuna ile Ural ırmakları ve Kafkas Dağları arasındaki yurtlarından göç etmişlerdir. Bu göçlerin gerçek nedeni ; üretim aracı olan toprağın Pelasg nüfusunun fazla artmasına dayanamaması yani üretim güçleri ile üretim araçları arasında görülen bir dengesizliktir. Ayrıca az tahılın yetişmesinden öte etraflarında bulunan Saka, İskid, Sarmat, Masagged gibi savaşçı ve talancı kabilelerin etraflarını çevirmesi de göçlere sebep olmuştur.
Pelasglar, atlı, sonra yerleşik anaerkil kent savunucusu insanlardır. Pelasg atlı kadınları Aşıkpaşazade ’nin Bacıyan-ı Rum dediği Amazonları oluşturur.
1) Dorlar’dan önce Ege Havzasında yaşayan tüm kavimler Pelasg ismi altında toplanmaktadır .
Pelasglar Rumeli Yakasından Çanakkale boğazı (Hellespontos) yoluyla Anadolu’ya göçmüşlerdir .Çanakkale Boğazında kalan Pelasglar Troya’yı, güneye inen Pelasglar Tire’yi kurmuşlardır .Pelasgların ilk yurtları Güney Rusya-Ukrayna bozkırlarıdır.Doğudan gelen Pelasg kolu Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya girmiştir.Doğu kolu ile batı kolu arasında tarih devirlerinde bile bir ilişki vardı.
Pelasglar şehir devrimini yapmış, Anadolu’da ve Rumeli’de çeşitli şehirler kurmuş tarımcı bir halktı . Pelasglar tarafından Anadolu’da kurulan önemli şehirler şunlardır : Troya, Tire, Plokia, Skilos, Sardes şehirleridir .
Pelasglar anaerkil düzende yaşayan halktı . Tire’ye geldiklerinde Anatanrıça Athena Polias (Şehirlerin Koruyucusu Olan Athena) tapımını buraya getirmişlerdir .
Troya Savaşları sırasında (İ .Ö .1194-1184 ) Homeros’un “Uzak Larissa “diye adlandırdığı Tire’den ve çevresindeki yerleşim merkezlerinden Pelasg savaşçıları Troya’ya müttefik olarak gitmişlerdir .
“Pityeia’da Tereie’nin sarp eteklerinde oturanlar gelir sonra,
başlarında kendirden zırh (miğfer ) giymiş Andrestos’la Amphios var,
Perkote’li Mereops’un oğludur ikisi de .
Mereops bilirdi falcılığı herkesden çok iyi ,
istememişti gitmelerini öldürücü savaşa ,
ama alıkoyamadı oğullarını bir türlü ,
onları kara ölüm tanrıçaları sürüklüyordu .”
(…)
“ Diomedes’le Odysseus daldılar kalabalığa ,
allak bullak ettiler kalabalığı .
İki yaban domuzu nasıl av köpeklerine çalımla saldırırsa ,
tıpkı öyle çullandılar Troyalıların üzerine .
Kaçışan Akhlılar da soluk aldılar , oh dediler .
Az sonra bir arabayla iki eri ele geçirdiler .
Bunlar Perkote’li Merops’un oğullarıydı ,
halkın en üstün yiğitleriydiler .
Merops bilicilikte geçerdi herkesi ,
oğullarını kanlı savaşa bırakmak istememişti .
Ama onlar babalarını dinlemediler ,
gittiler kara ölüm tanrıçalarının peşisıra .
Ünlü kargıcı Diomedes , Trdeusoğlu , .
ikisini de yürekten , candan etti ,
parlak silahlarını soydu aldı .”
(…)
“Ünlü kargıcı Pelasg soylularına komuta eder Hippothoos ,
otururlar toprağı bereketli Larissa’da .
Başlarında Ares’in filizi Hippothoos’la Pylaios var ,
Pelasg soyundan Teutamosoğlu Lethos’un iki oğlu ikisi de .”
(…)
“Troyalılar çevirmişlerdi Patroklos’u ,
bakıyorlardı kentlerine çekmeğe , ün kazanmaya .
Hippothoos , Pelasg soyundan Lethoos’un ünlü oğlu ,
zorlu kargaşalıkta çekti ayağından ölüyü ,
bir kayış bağlamıştı topuğunun kaslarına ,
Hektor’la Troyalılara hoş görünmek istiyordu ,
ama ossaat bela geldi başına ,
istekle yananların hiçbiri ölüyü çekemedi ,
Telamonoğlu kalabalıktan atıldı öne ,
Hippothoos’un yakınına geldi ,
vurdu onu tunç yanaklı tolgasından ,
koca kargının , ağır elin baskısıyla ,
kargının temreni altında kırıldı yeleli tolga ,
temrenin biyeziğinden fışkırdı beyni ,
fışkırdı yaradan al kanlar içinde ,
olduğu yerde kırıldı Hippothoos’un gücü ,
kaydı elinden ulu yürekli Patroklos’un ayağı ,
Hippothoos yüzüstü yıkıldı ölünün üstüne ,
uzaktaydı bereketli Larissa’dan ,
ödeyemeyecekti anasının babasının emeğini ,
ömrü çok kısa olmuştu onun ,
ulu canlı Aias’ın kargısı tepelemişti “.
(… )
“Mesthles’le Antiphos’dur Maionia’lıların önderi ,
Gygaige gölü tanrıçasıyla Talaimenes’in oğullarıdır ikisi de .
Buyurlar Tmolos eteğinde büyümüş Maionia’lılara” ;
(…)
“Eumedes’in oğlu karşılık verdi,dedi ki:
Dinle bak,anlatayım doğrusunu,
Bir de Lelegler,Kaukonlar,Tanrısal Pelasglar,
Lykialılar,Mysialılar Tyymbe çevresindeler,
Phrigyalılar,atlı arabalarla dövüşen Maoinia’lar da orda
6) Heredotos Pelasg ismini biliyordu , fakat Anadolu’da Yunanlılardan önce uygarlık kurmuş Hititler’in tarihini bilmiyordu .Bunu bize ünlü tarihinin ikinci kitabında Hitit İmparatoru IV . Tuthalya’nın Kemalpaşa yakınlarındaki Karabel’deki kabartmasını Mısır Firavunu III .Tutmosiş’le karıştırmasından anlıyoruz . Pelasglar’ın dili Eski Yunancaya veya hiçbir Eski Anadolu halkının diline benzemez . Bu gün dilbilimcilerce ortaya çıkarıldığı üzere Pelasglar’ın dilini Heredotos anlayamazdı . Bu diller Kafkas dil ailesine bağlı ve Luwi Hatti ve Hitit dillerinin yakın akrabasıydı .
7) Pelasglar kabile konfederasyonları şeklinde yaşayan Tarih Öncesi halktı . Pelasglar egemenlikleri İ .Ö .1200 yıllarında Dorlar tarafından yıkılıncaya kadar bir devlet kuramamışlardır .Pelasglar soy , fratriler ve kabileler olarak örgütlenmişti .
8) Epeyce dağılmış olmalarına karşın Pelasglar’ın türdeş bir kültürü olduğu anlaşılıyor .Pelagların ayırt edici yer isimlerinden biri “Larissa” dır . Hisarlık Köyünün Yunan- Roma dönemindeki ismi Larissa’ydı .
9 ) Mitolojik olarak Pelaglar’ın atası Pelasgos’un Zeus ile Niobe’den doğmuş olduğunu söyler. Aigina Irmak Tanrısı Asopos’un kızıdır. Zeus Aigina’ya tutularak onu Oinone Adasına kaçırır. Aigina bu adada Aiakos’u doğurur. Aikos bir süre sonra bir Pelask soyunu yerleştirir ve adaya anasının adını vererek”Aigia” der Danaos efsanesinde de Pelasglar geçer. Elli kızını Mısır’a yerleşmiş kardeşi Aigyptos’un elli oğluna vermek istemez,Tanrıça Athena’nın bir öğüdüne uyarak elli kürekli bir gemi ile Argos’a gelir. Argos Kralının ismi Pelasgos’dur. Kral Pelasgos Danaos’un yerinde gözü olduğunu anlar.Tanrıların bir işmarla krallığı kime ait olduğunu bildirmesini isterler. Ormandan bir kurt çıkarak sürülerin başındaki boğaya saldırıp onu öldürmüş. Argos’lular, kurdun Danaos’u , boğanın Pelasgos’u simgelediğine inanarak Danaos’u kendilerine kral yapmışlardır. O da kurt tanrı “Apollon Lykios”a ülkesinde bir tapınak yaptırmış ve Apollon kültünü Lykia’dan getirtmiştir. Bu efsane olayı Anadolu’ya bağladığı gibi Argos’un ilk halkının da Pelasglar olduğunu kanıtlar Bu efsane Danao’lar (Danaoi) Argos’un yerlileri olmayıp,tam tersine zor kullanarak Pelopones’e yerleştiğini açığa vurur.İonia’lılar Pelepones’de bugünkü Akhaia’da oturdukları sürece, yani Panaos’la Ksuthos Pelepones’e gelmeden önce Helenlerin söylediğine göre Pelasgoi Aigialees (Egenin Pelasgları) adını taşıyorlardı, Ksuthos’un oğlu İon’dan sonra onlara İones denildi.
10) Pelasglar’dan Tevrat’ta Nuh’un soyundan söz ederken Sam’ın soyundan Peleg olarak verir.”Ebre iki oğul doğurdu, birinin adı Peleg idi; çünkü onun günlerinde yeryüzü taksim oldu…”
11) Pelasglar’ın ilk yurtları Güney Rusya-Ukrayna bozkırlarıdır. Ekonomik sebeplerden buradan göçmüşlerdir. Tuna üzerinden göçenler Balkan Pelasglarını,Kafkasya üzerinden göçenler Palaları ve Hititleri oluşturmuştur. Troya şehrinin kral soyu “Kassi” ailesindendir. Kassilerin Asya kolu Mezopotamya’da İ.Ö. yıllarında kurulan Kassitler Devletini oluşturmuştur. Tam güvenilir olmasa da bazı kaynaklar Troya Savaşlarına “Babil Ordusu ”isminde İonia’lılar Peleponez’de bugünkü Akhaia’da oturdukları sürece,yani bir askeri birliğin de katıldığını belirtir. Bu Pelasg’lar içindeki soy bağlarının çok kuvvetli olduğunu gösterir.
12) En önemli tanrıları Ticaret Tanrısı Hermes,Zanaatkarlık Tanrısı Hephaistos ve Posedion’dur. Tire’nin hiçbir dönemde denize kıyısı olmamıştır. Posedion’un Tire’de tapılmasının nedeni Posedion sadece denizlerin değil aynı zamanda depremlerin de tanrısıydı. Küçük Menderes fay hattı üzerinde kurulan Tire şehri depremleri önlemek için Posedion’a tapıyordu… Hermes’in imgesi bir “penis erectus”du. Bu da Pelasg’lardan kaynaklandığını söylenen “hermai” adı verilen kamış yontularını andırmaktadır. Tarımla uğraşan hemen hemen bütün ilkel budunlarda rastlanılan; bol ürün elde etme ve doğurganlığı arttırma amacıyla kamışın taştan,ağaçtan,topraktan ve madenden yapılma benzerlerini kutsama,tapınma ” Sertleşmiş cinsiyet organı ile Hermes’in heykelini yapmak bir Yunan töresi değildi. Atina’lılar bunu Pelasg’lardan almış ve Yunanistan’ın geri kalan bölgelerine yaymışlardı. Atina’lılar ,Helen uyruğuna girdiği zaman Pelasgia’lılar da onlara katılmış, böylece onlar da Yunanlı sayılmışlardı. Kabiri dinsel töreninin sırlarını bilen kimse ne demek istediğimi anlayabilir. Bu töreni Atina’lılara , Attika’ya gelmeden evvel Samothrake (Semendirek) adasında yaşıyan Pelasg’lar öğretmişlerdi. Bundan dolayı,Hermes’in kamış cinsel organı ile heykelini yapan ilk Yunanlılar, Atina’lılardır. Samotrake adasında yapılan dini törenlerde açıkça görüldüğü gibi bu töreyi, bazı dinsel öğretilerde açıklayan Pelasg’lardan almışlardır.
13) Ataları Ege’nin kuzey kıyısından gelme olan Thukydides Pelasglar’ı Ege’ye dışarıdan gelen halklar olarak gösterir; Akte’li, Lemnos’lu Attika’lı Pelasg’ları Tyrrhen’ler(Tysen’ler) olarak tanımlamaktadır. Bu kelime de Tire’li anlamına gelir. Nitekim Sophokles de, Argolis’teki Pelasg’lar için aynı adı kullanmaktadır. Yunanlılar Etrüsk’leri Tyrsen’ler olarak bilirlerdi. Yunan geleneğine göre , Etrüsk’ler İtalya’ya Ege’nin bir yöresinden göç etmişlerdi. Heradotos bunların Lydia’dan göç ettiklerini söylemektedir.
14) Thukydides ünlü tarihinde Pelasg’ların eşitlikçi bir toplum olduğunu belirterek “Bunun nedeni, insan azlığından çok gelir eksikliğiydi.” diyerek Pelasg toplumunun sert sosyal sınıf ve tabakalara bölünmediğinden söz eder.
15) Pelasg diline benzeyen diller Arnavutça, Kafkas Dilleri ve Baskça’dır. Yunanca Pelasgca’dan çok fazla etkilenmiştir.
16) Pelasglar cahil bir halk olmayıp Lunier A alfabesi ile konuşuyorlardı.
17) Pelasglar Ön Hint Avrupa kavimlerinden olup İlliryen kavimleriyle bir ilişkileri yoktur. Çünkü İlliryen kavimlerin varlığı Roma yazılarında İsa ’dan önce 3. Yüzyılda anlaşılmıştır.
18) Tarihçi Severius ; Pelasglar için Egeliler deyimini kullanan ilk bilim adamıdır. Pelasglar kendi içlerinde Lelegler, Cariyalılar ve Meonyalılar olmak üzere üç ayrı gruba ayrılmışlardır.
19) Homeros ’un ünlü İliada’sının ikinci bölümünde Peloponez Yarımadasındaki Argos şehrinden söz ederken “ Pelasgoi “ yani Pelasgların kurduğu şehir olarak söz eder.
20) İliada’nın 15. Bölümünde savaşan Partoklos ile Hektor arasındaki savaşı gören Akileus arkadaşının kurtulması için Pelasgların büyük Tanrı ’sına dua eder.
( htttp..//angelfair.com )
21) Atina akropolünün çevresine yapılan duvarlara bugün bile Pelajik, yani Pelasgların yaptığı duvarlar denir. Bu Pelasgların şehir kurmadaki yeterliliğini bize açıklar.
22) Türkiye ’de çıkarılan Nart Dergisi ’nin 69. Sayısında bazı dil oyunlarına baş vurarak Pelasgların Gürcü - Çerkez asıllı olduklarını söylese de bu, garip bir yaklaşım tarzı olur çünkü bu Kafkas ırkları isimlerini ilk kez 8. Yüzyılda Bizans tarihinde duyurmuşlardır.
Pelasg Kabileleri Konfederasyonu hakkında Eski Yunan tarihçilerinin
verdikleri bilgiler çok bulanık ve mitolojiktir. Üç kabileden oluşan Batı Anadolu Pelasg Konfedarasyonunun öncülü yoktur . Soy örgütlenmesiyle , siyasi örgütlenme arasındaki bir geçiş aşamasıdır ki her ikisinin de özelliklerini taşır.
“İnsanlığın geçirdiği yaşam deneyimleri, insanlık tarihinde, sözcüğün bilimsel anlamda, iki yönetim planının geliştiğini göstermektedir. Bunların her ikisi de belirli ve sistemli toplum örgütlenmesi biçimidir. İlk ve en eski olanı, soylara, fratilere ve kabilelere dayalı olarak kurulan siyasal örgütlenmedir. İkinci ve daha sonra oluşmuşu ise, ülke toprağı ve mülkiyete dayalı olarak kurulan siyasal örgütlenmedir. Birincisiyle yönetim kişilerle onların soy ve kabileleriyle olan ilişkileri aracılığıyla ilgilendiği soysal bir toplum yapısı oluşturmuştur. Bu ilişkiler tamamen kişiseldir. İkincisinde ise, devletin ülke toprağıyla (kasaba, şehir, il ve eyaletleriyle) bağları aracılığıyla ilişki kurduğu bir siyasal toplum oluşmuştur. O bağlar ise, tamamen ülke toprağı ile ilişkili bağlardır. Bu iki plan arasında temel nitelikte bir fark vardır. Biri eski topluma, diğeri modern topluma aittir.”
Gözümüzü Yeni Dünya’ya çevirerek, beş bağımsız kabilenin oluşturduğu İrekua Konfederasyona bakarak Pelasglar Konfederasyonunun yetkilerini daha iyi anlayabiliriz. İrekua Konfederasyonunun genel özelliklerini şöyle özetleyebiliriz:
1) Konfederasyon, ortak soylardan oluşan beş kabilenin tek yönetim altında birleşmesidir; her kabile yerel nitelikteki yönetiminde bağımsızdır.
Konfederasyon sayıları sınırlandırılmış, rütbe ve yetkileri eşit Barış Reislerinden (Sachem’lerden) oluşan Barış Reisleri Genel Kurulu’nu kurmuştur. Konfederasyonu ilgilendiren her konuda ve sorunda son sözü söyleme yetkisi bu kurula tanınmıştır.
2) Konfederasyonda elli Barış Reisliği (Sachem’lik) vardır. Bu Barış Reislikleri birkaç kabiledeki bazı soylar için sürekli kılınmıştır. Barış Reisliğinde bir boşalma olduğunda yenilerini seçme hakkı ilgili soylarındır. Bu seçimde, soyun üyelerinden birisi Barış Reisi (Sachem) seçilir. Gerektiğinde herhangi bir Barış Reisi’ni azletmek de soyun hakları arasındadır. Fakat seçilen Barış Reisleri’ni (Sachem’leri) göreve başlatma hakkı, Konfederasyon Genel Kuruluna bırakılmıştır.
3) Konfederasyon Genel Kurulundaki Barış Reisleri (Sachem’ler) kendi kabilelerinde de Barış Reisi’dirler. Kabilelerin reisleriyle Kabile Kurulunu oluştururlar. Kabileyi ilgilendiren en üstün yetki bu kurula aittir.
4) Konfederasyon Kurulunda her karar, karşı görüştekilerin girişecekleri uzun tartışmalardan sonra da olsa,oy birliğiyle alınır. Bu kuraldır.
5) Genel Kurul’da Barış Reis’leri arkalarındaki kabile adına ve kabileyi temsilen oy kullanırlar. Bu durum her kabileye diğerleri karşısında bir olumsuz oy (bir çeşit veto hakkı) kullanma olanağını verir.
6) Her Kabilenin Kurulu,Konfederasyon Genel Kurulunu toplantıya çağırabilir.Fakat Konfederasyon Genel Kurulunun kendi kendine toplantı düzenleme yetkisi yoktur.
7) Konfederasyon Genel Kurulu kamu sorunlarının tartışılması için halktan konuşma yapmak isteyen herkese açıktır ; fakat karar verme yetkisi Kurulundur.
8) Konfederasyonun Baş Yürütme Yetkilisi ya da resmi bir başı yoktur.
9) Bir Genel Askeri Komutana olan gereksinme karşısında,biri diğerini dengeliyecek ikili bir Genel Komutanlık (Savaş Reişliği) makamı oluşturulmuştur. Bu iki Askeri Başkomutanın ikisinin de yetkileri bakımından eşit durumdadır.”
“ Önce ortak bir soyadını taşıyan kan yakınlarının oluşturduğu soy; ikinci olarak belli bir amaç etrafında ve daha üst düzeyde bir kuruluş içinde birleşmiş olan fratri; üçüncü olarak genellikle fratriler halinde örgütlenmiş bulunan, üyeleri aynı lehçeyi konuşan soylar topluluğundan oluşan kabile; dördüncü olarak da hepsi aynı kökten gelmiş, aynı lehçeleri konuşan konfederasyon. Sonuçta bir siyasi toplumdan ya da devletten farklı bir uygulama olan soya dayalı topluluğa varılmıştır”. ” Soy örgütlenmesine dayanan kurumların varlıklarını sürdürdükleri ve siyasal toplum oluşumu dönemine gelmemiş toplumlarda soy örgütlenmesi soy örgütlenmesi toplumu şeklinde yaşayan halklar ya da uluslardan başka bir şeye rastlanılmamaktadır. Devlet bu toplumlarda yoktur. Soy,fratari ve kabile örgütünün dayandığı ilkeler demokratik nitelikte olduğu için, bu topluluklarda yönetim ‘demokratik’ görünümdeydi. Bu önerimiz genel kanılara ters düşse de, tarihsel yönden önem taşır”.

[1] EVLİYA ÇELEBİ : “Evliya Çelebi Seyahatnamesi “ C .IX , S. 560                                                                                                 
[2] Edgar H . STURTEVANT :”Eti Dili Sözlüğü “Türk Dil Kurumu Yayınları, S .201
[3] y.a.g.e. :S .201
[4] y .a.g.e :S.201
[5] y.a.g.e :S .17
[6] y.a.g.e :S .35
[7] y.a.g.e :S .35
[8] y.a.g.e.:S .30
[9] y.a.g.e :S.31
[10] Alaeddin ŞENEL:”İlkel Topluluktan Uygar Topluma” V Yayınları,Ankara1991
[11] Din adamlarının iktidar olduğu, din baskısına dayalı devlet.E.K.
[12] Alaeddin ŞENEL:”İlkel TopluluktanUygar Topluma”s.270-271
[13] Alaeddin ŞENEL:”İlkel Topluluktan Uygar Topluma”s.272-273
[14] Alaedddin ŞENEL:”İlkel  Topluluktan Uygar Topluma”s.208
[15] HOMEROS :”Odysseia “Çevirenler :Azra ERHAT _ A . KADİR;Bölüm:XIX, Dize :!77 ,S .302,Can Yayınları,İstanbul,2002
 [16] HOMEROS :”İlyada “Çevirenler :Azra ERHAT _ A .KADİR ,Bölüm :II ,Dize :828 – 835 , S .120 Can Yayınları, İstanbul ,1984
[17] HOMEROS :“İlyada “ ,Bölüm :XI , Dize :323 – 335 , S. 287
[18] HOMEROS :“İlyada “ , Bölüm :II , Dize : 840 -843 , S .120
[19] HOMEROS : “İlyada “ , Bölüm:XVII , Dize :286 – 303 , S .426 -427
[20] HOMEROS : “İlyada “,Bölüm :II ,Dize :864 – 866 , S .119
[21] HOMEROS:”İlyada”,Bölüm:X,Dize:425-431,s.272
[22]HEREDODOS : “Heredot Tarihi “,Çeviren :Perihan KURUTMAN  , Hürriyet Yayınları ,İstanbul , 1973 , S. 100
[23]HERODOTOS:”Heredot Tarihi”:S.30
[24] H .R . HALL :”The Coucasion Reletions Of The Peoples Of The Sea” (Deniz Halklarının Kafkas İlişkileri) ,Klio  Sayı:22, , S .335 ,Leipzing , 1901
[25] Lewis Hanry MORGAN : “Eski Toplum”, Çeviren :Ünsal OSKAY ,  C.I, S . 319 ,Payel Yayınevi ,İstanbul, 1994
[26] Fatma SÜZME : “Heredot Tarihi Sözlüğü” S . 413
[27] Azra ERHAT:”Mitoloji Sözlüğü”s.306
[28] Azra ERHAT “:Mitoloji Sözlüğü”s.21
[29] Azra ERHAT:”Mitoloji Sözlüğü”s.100-101
[30] KİTABI MUKADDES:”Tevrat veya Eski Ahid”,Tekvin,Bab 10,Ayet 25 ,s.11,Kitabı Mukaddes Cemiyeti,İstanbul,!995
[31] George THOMSON:”Tarih Öncesi Ege”C.I,s.190
[32] Sedat Veyis ÖRNEK:”Budunbilim Terimleri Sözlüğü”TDK;Ankara,1973 ,s.39
[33] HEREDOTOS:”Heredot Tarihi”s.90
[34] THKYDİDES:”Pelopones Savaşları”Çeviren: Tanju GÖKÇÖL;Hürriyet Yayınları,,İstanbul,1976,s265-266
[35] THKYDİDES::”Pelopones Savaşları”s.22 

[36] Lewis Henry Morgan:”Eski Toplum” C..I ,S.

© Endercan KURŞAKLIOĞLU
I. TİRE SEMPOZYUMU BİLDİRİ METNİ (18 – 20 Ekim 2010 TİRE / İZMİR / TÜRKİYE)