15 Kasım 2012 Perşembe

MUSTAFA AKDAĞ
Tarihçi ve Araştırmacı H. Endercan KURŞAKLIOĞLU Derekahve Fikir Otağı’nın 14.  12.2009 Tarihli toplantısında Prof. Mustafa AKDAĞ ve onun  “ Türkiye’nin İktisadi ve İctimai Tarihi C.I  (1071 – 1453)  konulu bir konferans verdi.
Hayat Hikâyesi: Mustafa Akdağ 1913 yılında Yozgat’ın Boğazlayan ilçesinin Günyayla köyünde doğmuştu. Yatılı İlköğretimini İzmir İlk Öğretmen Okulunda tamamladı. DTCF Tarih Bölümünü bitirdi. 1945 yılında  “ Celâli İsyanlarının Başlaması ” başlıklı tez ile “ Edebiyat Doktoru ”  oldu. 1947 yılında fakülteden ayrılmak zorunda kalan Prof. Akdağ, önce Gazi Eğitim Enstütüsüne asistanlık görevini sürdürdü, 1948’de Diyarbakır Öğretmen Okuluna Tarih Öğretmeni olarak atandı.
Öğretmenliğini sürdürürken  “ Celâli Fetreti 1597 – 1603” isimli habilitasyon çalışması ile doçentlik tezini verdi. 1961 yılında DTCF Yakın Çağ Tarihi kürsüsüne atandı. 1958oyılında profösör oldu.  12 Mart’tan sanra tutuklandı, bir süre sonra serbest bırakıldı. Tutuksuz olarak yargılandığı süre sırasında bir kalp krizi sonunda hayata gözlerini yumdu. ( 6 Nisan 1972 )
Eserleri: 1) Türkiyenin ktisadi Ve İçtimaÎ Tarihi C I-II
              2)Celali İsyanları (Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası)

TÜRKİYE’NİN İKTİSADİ VE İÇTİMAİ TARİHİ CİLD: I

Bölüm I

ANADOLU SELÇUKLULARI DÖNEMİ (1076 – 1308 )
1071 Malazgirt Savaşından  sonra  Selçuklular  Anadolu’ya girdiklerinde  Selçuklular  Arap-Bizans savaşları sırasında  nüfusu  azalan  bu  topraklara  siyasal  egemenliklerini değil, kendi  sosyal  toplumlarını  da  getirdiler.  Hıristiyan Ermeni ve Rumlar Türklere bağlı birer azınlık durumundaydılar.
Bu Dönemin Etnik Unsuru: Türkmenler
Kültürel Unsuru: İslam, Türk-İran
Ekonomik Unsuru: Türkmen Yayla işletmesi ve yerli ekonomik kurumlardı. Selçuklular Döneminde Anadolu’nun %90’ı Türkmenlerdi.
Türk toplumunun oluşmasında esas ilke olan ekonomik düzen sorununa gelince bu konuda  yerli  halkın (Ermeni ve Rumların) oldukça gelişmiş  bir  ekonomik düzeninden  söz  edilebilir. Bu düzen Türkiye’nin sosyoekonomik düzeninin kurulmasında temel vazifesi  görmüştür. Hıristiyanların ev, dükkan gibi emlakları hiç şüphesiz yarı  yarıya  ve  sapasağlam  olarak  Türklere  geçmiş  ve  onlar  tarafından  bu  yeni  yöntemin koşullarına  da  uyularak  kullanılmıştır. Şehirlerdeki sanayi ve ticaret, köylerdeki tarım  ürünleri   ve ürün  çeşitleri  elbette Türklerin  Hıristiyanlardan  birçok  şey  almasına  sebep olmuştur. Dokumacılık, maden işçiliği, madeni  eşya   yapımı ve inşaat alanlarında  yerli  Hıristiyan  ustalar, Türkler  geldikten  sonra  da sanatlarını  uygulamayı  başarmışlardır. Türkler bir  süre  onlara çırak  olmuşlardır. Mevlana Türkiye’si şehirlerinde Hıristiyan usta ve işçilerin  büyük  payı  olduğunu  görüyoruz.
Türkmenler  ise  tarımcılık  ve  hayvancılıkla  uğraşıyorlardı. Aralarında  esnafları  da  vardı .
Türk  asker  ve  beyleri  aldıkları  şehirlerde  arsa spekülasyonu  yapmayı  ve ganimet  emlakını  çok sevdiklerinden , böyleleri  çabucak  askeri  kimliklerini  kaybederek , hem  şehirlerin zengin  ve  nufuzlu  aileleri  durumuna  geçiyorlar ; İkta  sahibi  olmak  karşılığında  ordu  hizmetine alınan  bu  askerler  Türk boylarından  sağlandığı  için  Anadolu  yaylalarını  dolduranlar  bu eski  savaşçılardı .
Şehirlere  atanan  İran  asıllı  kadılar , müftüler , müderrisler  ve   13. yüzyıl sonlarında görülen “ Gezginci Dervişler ” Türk  kökenliydiler .
Hristiyan halkla hararetli alışverişe giren yaylacı Türkmenlerden çoğu  şehirleşmiştir. Bu hal şehirlerde pek çok Türkmenin şehirlerde yetişmiş olmasını sağlamakta, onları  iş adamı  veya  işçi  konumunda  şehir  halkı  içinde  olmasına  yol açar.
Türk  gaziler  ve  çok  kolay servet yığan  Türk  Beyleri medrese, cami , hankâh , zaviye  gibi  hayır  kurumları  yaparak  ve bunları  besleyebilecek  vakıfları  ortaya  koyarak  çok  cömertçe  davranıyorlardı .
Mevlana oğlu Sultan  Veled’e 
 Konya’daki sosyal tabakaların evlerinden  söz  ederken  şu  ihtişam  sıralamasında  bulunur:
1)                 Sultan ve Meliklerin evleri
2)                 Emirlerin evleri
3)                 Tüccarların ve Erbaşların evleri
4)                 Zanaatkârların evleri
Konya, Sıvas, Kayseri gibi  şehirlerde  Türk-İslam  nufusun  çok yavaş  artmasının  ve 13.  yüzyılda buralarda  büyük bir  Rum  ve  Ermeni  azınlığının  bulunması  ve  şehirlere luzumsuz  göçün  önlenmesi  Ahi – Fityan  örgütlenmesine bağlıydı.
Türkler daha  çok  emlak  ahibi olmaya  önem  veriyorlardı. Şu halde Türk halkının  zenginliği  özellikle gayrımenkule  dayanmaktaydı. Şehirlerin  ve kasabaların etrafındaki  değerli  bağ  ve  bahçelerin  çoğu  Türklerin  elinde olduğundan  başka han , hamam , dükkanlara da sahiptiler  . Şehirler  ve  milletlerarası  ticaretle  de  uğraşanlar  Müslüman  Türklerdi . En  önemli  kervan  yolları  şunlardır: Antalya – Alanya – Konya – Aksaray – Sıvas – Erzurum  üzerinden  İran  ve Gürcistan’a  giden  kervan  yolu, Malatya - Diyarbakır – Mardin –Musul  üzerinden  Bağdat  ve  Basra’ya  bağlayan  kervan yolu, İstanbul – İznik - İzmit – Eskişehir – Konya – Ulukışla – Adana –Halep – Şam  üzerinden  Mısır’a giden   kervan  yolu  bu  yolun Kilis – Nusaybin - Musul - Bağdat  ve  Basra’ya  gidiyordu . Antalya ve  Alanya’dan  çıkan bir kol  Konya  - Ankara – Kastamonu - Sinop üzerinden  Kırım  Yarımadasındaki  Soğdak  limanına  kadar uzanıyordu.  Kervansaray  yapma  güce  ve  zenginliğe bağlıydı  . Kervansaraylar  sultanlar  ve  emirler  tarafından yaptırılıyordu  . Her 5  fersah  yani  25  Km.de  bir kervansaray  yapılıyordu.
Her  esnaf  gurubunun bir  piri  vardı .  Her  gurubun  içinde Ahi – Kooperasyon – Lonca  örgütleri  vardı . Buraları tasavvufi esnaf tekkeleri  özelliğini taşırdı. Her esnaf  Ahi  birliğinin  üyesiydi.  Ahi Birlikleri şehirlerdeki ticaret  hayatını  tekellerinde  bulunduruyorlardı. Yani dükkan ve atölye adedi keyfince  artıp azalmıyordu. Bir dükkanda iki  usta  olamayacağından   sonraki bütün  çalışanlar  çırak k onumuna  düşüyordu.  Usta  olmak  isteyen  çırak  Ahilerin  huzurunda  bir  imtihana  çekiliyor, başarılı  bir  sınav  verirse  törenle  peştamal ( Şed) bağlanıyor  ve  usta oluyordu . Her  şehirdeki  esnaf  içindeki   zanaatçıların  en  dürüst  ve  saygın - her  halde   bir  kişi – bu  kurumun  reisi  oluyordu . O zanaatın  üstadı  ve  rehberi  sayılırdı . Bu  kişiye  Ahi  ismi verilirdi . Ahiler  arasından  seçilen   Ahi Baba ki  o  şehirdeki  ticaret  ve  zaanat   bu  kişinin  tekelindeydi . Bunlar  arasında  güvenliği  elde  tutmak  ve  kendi   kuvvetlerini  göstermek  için  çok  sayıda  Ahi silahlı  olarak  dolaşırdı . Bunlara  Ahi  Fityan  yani  gençlik  örgütü , komutanlarına  da  Yiğitbaşı  veya  Serveran  adı veriliyordu . Bu mesleki  guruplar  hükümet  idaresinde  ve  siyasi  mücadelelerde etkiliydiler. Saltanat  mücadelerinde  ve  şehirlerde  patlak  veren siyasi – sosyal  karışıklıkların  bastırılmasında  Ahi  Fityan  ve  Serveran’ın  tuttuğu  gurubun  kazandığını  görüyoruz . Buna  örnek   olarak  I.Gıyaseddin  Keyhüsrev  ve  Rükneddin  Süleyman  Şah arasında  olan  taht  kavgasını  göstermek  lazımdır .
Cengiz  Han  sonrası  meydana  gelen  ikinci  Türkmen  Göçü  dalgası  sırasında  ekonomik  darlık  başlamış  bulunuyor, bilhassa  büyük  şehirlerde  birtakım  işsiz  ve  serseriler  güvenliği  tehdid  ediyorlardı. Örneğin  ekonomik   ve  ticari  önemleri  büyük  olan  şehirlerde  önemli  bir  işçi  sınıfı  ( esnaf, üstad, çırak )  zor  durumdaydılar .  miktarı  belirli   imkânlarına  oranla  ölçüsüz derecede  artmış  olduğu  görülen  fityânlar’ın   bu  sıralarda  artık bulundukları  şehirlerde  bir  kader  birliği  anlayışı  içinde   birtakım  zorbalıklara  başladıklarını ,  hatta  taht  kavgalarında  ve  ümera  arası  çekişmelerde , bazı  rical  ve  zenginlerin  evlerini  soyup  yağma  ve  tahrip  ederek , tam  bir  anarşi  ve  soygunculuk  havası  yarattıklarını  görüyoruz . İşte  Baba  İshak  Olayını  destekleyen  şehirli  sınıf  bunlardı.          
Şehirlerde  “ ilim ehli ”  veya  “ danişmendiye   ” den  söz  edersek Müderrisler, tekke  ve  zaviye  şeyhi  şeyhlri - müderrisler ayrıca  bir  tarikat    şeyhiydi - Kadılar  ve  öğrencilerden  kurulan  şehirlerdeki  ilim  ehlinin  başına  seçimle  gelen  kişiye  ” Şeyh-ül İslam ”  denirdi  . Osmanlılarda  İstanbul’daki  ilmi  reise ” Şeyh-ül İslam ”  adı  verildiği  halde  Selçuklularda  her  şehirde  bir  Şeyh-ül İslam vardı . Konya  Şeyh-ül İslam’ının  önemli  bir  özelliği  de  çok  bilgili  ve  tanınmış  bir  kimse  olmakla  birlikte  diğer  bütün  ilim  mensupları  arasında  dini  ve  ilmi  tartışmalar  ve  itilafları  gidermek  ve   fetva  konusundaki  sosyal  farklılıkları   çözme yeri  olmuştur . Selçuklularda  her  müderris  Fetva  verme   yetkisine sahipti . Hz. Şems gelene  kadar  Mevlana  da   fetvalar vermiştir .
Mahallerin  yönetimi  ise  Öndeş ( iğdiş)  denilen  bu  günkü muhtara  benzeyen  Öndeş  Başıları  ve  ayan vardı  . Bunlar fermanların  halka duyurur , peşkeş  vergisini  hane  başına  belirlerlerdi . Erbaş  Başları  içinden  seçilen     Şehir  Kethüdası ” denen  bir  kişi  Belediye  Başkanının  işlevini  görürdü . Erbaş  Başların  önemli  görevleri  vardı . Tüm  mahalleler  ve  şehrin   temsilcisi  olarak  görülür , hükümet  yanında  sözleri  çok  geçerli  sayılırdı . Ayan , Erbaş  ve  Öndeşbaşılar  davet  edildikleri tüm toplantı  ve  ziyafetlere  katılmak  zorundaydılar .
Son  olarak  askeri  ve  idari  memurlardan  söz  etmek  zorundayız . Bunlar  hakkındaki  hiyerarşik  düzeni  bilmediğimiz  için  bunları  Kale Erleri , Bölük Zabitleri  ve  Subaşı  Naibi  olarak toplamaktayız .
Köylerdeki  yönetim  ise  Köy  Kethudaları  aracılığınca  sağlanmaktaydı . Eşkiyalık  olaylarını  önlemek   için  Köy  Kethüdası gençlerden  birini  yiğitbaşı  atardı . Bir  ildeki  tüm  Yiğitbaşıların amiri  İlbaşı  oluyordu .
Aslında ilk Anadolu Selçuklu Sultanlığı arazisi  Büyük  Selçuklular’ın  bir   arazisiydi.  Fakat Konya’nın başkent olması  ve  Anadolu  Selçuklu  Sultanlığının  resmen  ve  fiilen  kurulmasından  sonra  Bizans ve  Büyük  Selçuklu  kurumlarını  Anadolu  Selçuklu  Devleti  alarak  özümsemiş  ve  ulusal  kurumları oluşturmuştur.
Şu  halde  insan  toplumunun  son  sosyal  gelişim  noktası  olan kavmi  hayattan , milli  hayata  geçişi  Türkler  Anadolu’da  süratle  başarmışlardır . Mesela Büyük  Alahaddin  Keykubat  artık bir  kavmin  veya  aşiret  topluluğunun değil  milli  hayatını  idrak etmiş  olan  Anadolu  Türk  halkının   sultanıydı.
Herhalde  Türkler  Anadolu’yu  fethettikleri  ve  Haçlılarla   Karşı  Çarpıştıkları  zaman, kendilerine  kesin  zaferler  sağlamış  bu  ordu, bu  bahsettiğimiz  asırda  mevcut  değildi . Sultanın  kuvvetlerini  Rum, Ermeni, Frenk, Arap, Kürd, Kazvinli  vs. muhtelif  milliyetlere  mensup  derleme  insanlar oluşturuyordu. Osmanlı rejimindeki  “ Acemi Ocağı  ”nın dip örneği  olan   “Gulamhanelerde ” devlete  sadık  asker  yetiştirmek  üzere, bir okul  ödevi  görüyordu.
Fakat o sırada müslüman milletlerin başına  bela  olan yeni  bir  istila  dalgası, yani Moğolların  ortaya  çıkışı, Selçuklu Türkiye’sinin, Asya  steplerinin  bu  yeni  yağmacılarına  karşı  koruma  zorunluluğunun  doğduğunda  askeri  alanda  kuvvetsizlik   ve  acz  kendini  göstermekteydi.
Selçuklularda vilayetlerdeki idare, daha doğrusu şehirlerdeki nizam ve asayişin korunması Subaşı denilen valilere verilmişti. Bunlar aynı zamanda başlarındaki vilayetten çıkacak askerin de komutanıydılar ve sefer ilanında ordunun toplanma yerine gelerek  divan  üyelerinden Beylerbeyinin  emrine giriyorlardı.  Selçuklu rejimi zamanında Subaşılarla  idare  olunan valilikler , doğrudan  doğruya  Divan’a  bağlı  olarak  idare  edilen   tam  merkezi  otoritenin  egemen  olduğu  yerlerdi .
İkinci  idari  gurubu  Melikler  oluşturur. Bunlar  Selçuklu Ailesinden  gelme  şeyhzadelerdi . Bunlar Divan’a  değil  doğrudan  Sultan’a  bağlıydılar. Eyaletlerini  özerk olarak  yönetirlerdi . Meliklerin  yönettiği  arazi  Divan  Arazisine  göre ” muaf  ve  müsellem ”  sayılırdı .  Meliklerin  arazisine  Malikhane  denirdi  ve  bu  meliklerin  Konya  Divanına  benzer   kendi  bölgelerini   yöneten  küçük   divanları vardı  .  Kürd Beylerine de XIII.yüzyıl sonundan beri “Melik” ünvanı verilmiştir. Amasya , Niksar , Erzincan , Erzurum , Van,  Ahlat , Muş , Tokat  çevresi  meliklere  verilen arazilerdendi . Meliklerin  Sultana  karşı  gelmeleri  sonunda , asinin  vilayeti  elinden  alınır ; bir  veya  birkaç  Subaşılık  haline  getirilirdi . Azledilen  melike  bir  veya  birkaç  köyün  geliriyle  geçinme  hakkı  verilirdi .
 Bölgesini  ise  göçebe  Türkmenler  oluşturuyordu . Bu bölüm Sinop – Kastamonu – Bolu – Eskişehir – Kütahya – Denizli –Antalya – Alanya  şehirlerinin  batısındaki  bölgeydi  ve  İstanbul –Eskişehir – Ankara - Sıvas  yoluyla  Sağ  ve  Sol  Kanat  olmak  üzere  iki  Beylerbeyliğine  ayrılmıştı . Beylerbeyi  Bizans  üzerine  sürekli  savaş  durumunda  olduğundan  kendilerine  yardımcı  olan  Aşiret  Beylerine   Uç Beyi  ünvanını  verirdi .
Sultan  Selçuklu  Ailesinden  gelmekteydi , fakat  en  büyük oğlun  Sultan  olması  gibi  bir  kavram  yoktu . Gücü  ve  toplum katlarının  desteğini  elinde  tutan  Şeyhzade  babası  ölünce sultanlığını  ilan  ederdi . Divan  Sultan başkanlığında  Konya’da  toplanırdı . Divan Üyeleri : Vezir , Pervane (Osmanlılarda Nişancı) , Sahip (Maliye Bakanı) , Beylerbeyi  ve E mir-î Çaşnıgir’di .
Tüm  fethedilen  topraklar  Miri  Araziyi  oluşturuyordu . Miri arazi  devletin  gelir  kaynağı  olduğu  gibi  servet  kaynağıydı da . Miri  Arazi  karşılığında  belli  sayıda  asker  yetiştirilmek  üzerine  üç veya  beş  yıllık  dönemlerle  kişilere  verilirdi . Moğol  istilası öncesinde  bu  kişiler  Miri Araziyi  Yutluk - Malikhane  ve  Vakıf’a  çeviriyorlardı . Vakıf  arazilerinin  çokluğu  XIII. yüzyıl  ortalarından  itibaren  Horasan  Erenlerinin  göçmesini  kolaylaştırmış , fakat savaşçıya  verilecek  topraklar  vakfedildiği  için  ücretli  savaşçı güçlerinden   yararlanmıştı .
Selçuklu  Türkiye’sinde  paralar  gümüşten  kesilirdi  ve  Dirhem  ismini  alırdı . I.Alahaddin  Keykubat  zamanında  basılan  dirhem  16  Krat  yani  3,21 gr.dı . Bu  günkü  bozuk  paranın  yerini almak  üzere  0,5  Dirhemden  kesilen  paralara Nısfıye  ismi  verilmiştir . Moğol  İstilası  ve  Anadolu  Selçuklu  Devletinin  yıkılış döneminde  çok  büyük bir  ekonomik  kriz  meydana  gelmiş , II.Mesud  döneminde  bir  dirhem  2,6 gr.  Ve  11,5  Krata inmiştir . Savaşlar  yüzünden  paranın  değer  yitirmesi  gittikçe  artıyo , eşya fiatları  yükseliyordu . Bir  battaniye  18 Dirhem , bir  ciltli  kitap  20 Dirhem , bir  günlük  ders  ücreti  2Dirhem ,  Çarşı  fırınından  alınan bir  tepsi  bir  porsyonluk  yemek  2Dirhem , kuru  üzüm  1,24 Dirhem,  bir kilo  buğday  80  dirheme  alınıyordu . Bu  fiatlar  XIII. yüzyıl  için  çok  yüksek  fiatlardı . Ayrıca  Selçuklu – Moğol  Savaşları  ve Selçuklu  Ailesi  içindeki   savaşlar  ve  taht  kavgaları  yüzünden  tarlalar  ekilmiyor  veya  ekilen  tarlalar  harap  oluyordu . 33  yıllık  bu  kıtlık  yıllarını  en  iyi  kullanabilen  beylik  en  batıdaki  en  küçük  beylik  olan  Osmanoğulları  Beyliğiydi . Anadolu  Selçuklu Devleti  Bizans  ve  Mısırla  Dış  Ticaret  ilişkisi  içine  girmişti . Bizans  tüm  mal  varlığını  Venedik , Ceneviz  gibi  Latin şehirdevletlerine  teslim  etmişti . Bu yüzden ekonomimizi köstekleyen  güçsüz  bir  örnekti . Mısır ve  Suriye Sultanlığı (Eyyubiler  ve  Memlükler)  ise  Avrupa’lılara  karşı  Haçlı Savaşlarında  savaştıklarından Papalıkça  boykot  edilmişlerdi . Tacirler  buralardan  alacakları  malı  Anadolu  Selçuklu Topraklarından  alıyorlardı . Bu ise  ekonomizi güçlendiriyordu . Barochelman  Sinop  ve  Alanya’nın  fethinden  sonra  Selçukluların  ticarete  atıldığını  bildirir .
Selçuklu  Devletine  karşı  önemli  isyanlar XIII. yüzyıl ortalarında  ortaya çıkar . Bu  isyanlardan  en  önemlisi  Baba  İshak  isyanıdır . Cengiz Han’ın  önünden  kaçan  bir  Türkmen  olan  Baba İshak  halka  iyilik  yapan  bir  dervişti . Bu  hırsızlar  düzeninin   bir gün   kesileceğine  inanıyordu . Kefersut’ta  yerleşmişti .
A)GÜNEYDOĞU ANADOLU TÜRKMEN ÇEVRESİ :    Van , Muş Çevresinde  ve  Çukurova’da  kitlesel  bir  Ermeni  azınlığı  vardı . I.Alahaddin  Keykubat  zamanından  önce  Bizans’a  bağlı  bir  Ermeni Krallığı  da   vardı .  Bu  bölgeye  Oğuzların  Yüreğir  Boyu  yerleşmiş  olup  sonradan  Ramazanoğulları  Beyliğini  Kurmuşlardı . Türkmen Boy  Teşkilatı  sağlam  bir  y apı  olarak devam  ediyordu . Bölge XIII. yüzyıl  ortalarında  Türkleşmişti . Göçebe  hayat, yerleşik  hayattan  daha  üstün  görülüyordu . Ermeniler  şehirlerde  yaşıyorlardı . Az  olan  şehirler  Bağdat  ve  Basra’dan  gelerek  Anadolu  içlerine  ve  Bizans’a  giden  kervan  yolu  üzerindeydi . Sıvas – Adana – Halep -Şam yolu önemli  hayvan  ihraç , dokuma  ve  lüks  eşya  ticaret yoluydu . Bölge  “ Melik ”  ünvanlı  valilerce  feodal  olarak yönetiliyordu .
Diyarbakır , Urfa ve  Mardin’in  etrafı hem  kervan  , hem  de  şehir  ticareti  bakımından  parlak  durumdaydı .  Bölgeyi  Suriye  ve  Mısır’a  bağlayan  yollar  için  bu şerhler  önemli  bir  duraktı . Bu dönemlerde  şehirlerde  refahı sağlayan  unsur  Göçebe Türkmenlerdir.
B) ESKİ RÛM (DANİŞMENDİYE) BÖLGESİ: Kayseri , Sıvas , Niksar , Tokat , Sinop , Çorum illerini  içeren  bölgeydi . Bölgeye ““Rûm ” isminin  verilişinin  nedeni bu  arazilerin  fethedilen  Bizans   arazisi  içinde  olmasından ,  “ Danişmendiye ”  isminin  verilmesinin nedeni   Danişmend  Gazi’nin  kurucusu  olduğu  beyliğin bu  bölgede  olmasındandır. Başkent  Konya  ve  önemli  şehirler  olan  Kayseri ve  Sıvas  da  bu bölgedeydi .  Güneydoğu  Anadolu’nun  tersine  bölge  şehirlerin  çoğunlukta , göçebeliğin azınlıkta  olduğu bir bölgeydi . Sanayi  ve  ticaret  üretimi   çok  gelişmişti . Kervan  ticaretinin  yanında  esnaf  yerli  ihtiyaçlara  göre  de  eşya  üretiyordu . Halk  genelde  Türk  olmakla  birlikte  şehirlerde  az  sayıda  Rum  ve  Ermeni  vardı . Anadolu’nun  Moğol  istilasına  uğraması  üzerine  bölgeye  “ Kara Tatar  “ denilen  birçok  Moğol  kabilesi  yerleşti
            
Danişmendiye  çevresi  sürekli  yağma , talan , tahrib  ve  göçle  eski  parlaklığını yitirdi . Türkiye’nin  sosyoekonomik  merkezi  batıya  kaydı . Bu  bölge Selçuklu Sultanlığının  yıkımından  önce  bir  Genel  Valilik  olarak  yönetilmiştir . İlhanlı Devleti’nin  çöküşünden  sonra  Moğolların  son  Anadolu  Genel  Valisi  olan  Ertana  Bey , melik  ünvanlı , her  biri  bir  kaleye  veya  malikhaneye  sahip  Moğol  aristokratlarını  eğemenliği  altına  alamamıştı . Bu yüzden  Ertanaoğulları  Beyliği  alan  olarak  geniş  olmasına  karşın , egemenlik  alanı  sınırlıydı .

C) KARAMAN BÖLGESİ : Alanya , Konya , Lâlende , Kayseri , Kırşehir , Aksaray , Niğde  şehrleri Karaman  Bölgesini  oluşturuyordu . Bölge  Subaşılarca yönetildiği için  bir soylu sınıfı üretememiştir , bu  bölgede  soyluluk  olmadığından  hanedanlar  da var  olamamıştı . Şu  halde  Karamanoğullarının  eline  geçen  çevre  bir  taraftan  feodal  direncin  olmayışı , diğer  taraftan sosyoekonomik  yapısının  çok  yıpranmış  olmasından  ötürü merkezi  bir  rejim   kurmay a imkân   yoktu . Karamanoğulları  Türkiye  siyasi  birliğinin  yeniden  kurulması  işinde  başarılı  bir  hareketin  doğacağı  ilk  adaydı . Fakat  yukarıda  belirttiğimiz  üzere  Karamanoğlu  ailesini  yani  hanedanlık  koşullarını   oluşturan göçebe  soyluluk  ve  sosyokültürel  geleneklerden  kurtulamamıştı . Karamanoğulları , Selçuklu  Devletinin  bu  bölgeye uyguladığı  merkeziyetçi  sistemi  uygulayamamış  vegeliştirememiştir . Beyler  , kendileriyle  mücadele  arkadaşlığı  eden   aşiretlerin  sosyal  ve siyasi  geleneklerine , boy  beylerinin  siyasi  nufuzuna  esir  olmuştu.  Düşünülebilir  ki ,  burada  Karamanoğullarının  kendilerine  karşı  başarı  kazandığı  İlhanlı  İmparatorluğunun  devlet  ve  ordu sistemin i örnek  almışlardır . Yerleşik bölge  üzerine  kurulan  Karamanoğulları  Beyliği  bir  yama  gibi  durmaktaydı .
D) UÇLAR BÖLGESİ: Bizans’la  sınırdaş  olan bölgeye - ki Sinop , Kastamonu , Eskişehir , Denizli , Antalya , Alanya  çizgisinin  batısı Uçlar  Bölgesi  denir . Uçlar divan  tarafından  atanan  iki  Beylerbeyi  tarafından  yönetilirdi . Uç  halkı  sultana  peşkeş  ve  yıllık  vergi  veriyorlardı .  Arap - Bizans mücadelesinin  aksine   Beylerbeyliğinin  gönderdiği  ürünler  talan  malı  değil , üretim  malıydı . Uçlar  bölgesinde  göçebe  Türkmenler  hayvancılık  ve  tarımcılıkla, Rumlar esnaflıkla uğraşıyordu.Hudut kale ve kasabalarında  Türk  ve  Rum  halk  arasında  ticaret  gün  geçtikçe  artıyor  ve  esnaf  sınıfı  ortaya  çıkıyordu .
Uç halkı göçebe  savaşçılar  olmayıp  yerleşik  hayata  geçmiş  Türkmenlerdi. Kendilerine  verilen  malikane  veya  yaylak  arazisinin  ortasına  bir  kale  yapılıyor , kalenin  çevresinde  ise  yaylak  ve  kışlak olarak adlandırılan  en  az  iki  şehir  bulunuyordu . Şu  aklımıza  gelebilir: Bizansın  siyasi  çalkantılar  içinde bulunduğu, Tekfurlukların  oluştuğu  bu  dönemde  neden  Bizans İmparatorluğuna  son  verilmemiştir? Uç  Beylerbeyleri  ancak  Sultanın  emriyle  Uçlarda  sefer  yaparlardı. Kırıma ve  Gürcistan’a sefer  yapan  Selçuklu  Sultanları  Bizans  üzerine  sefer  emri  vermemişlerdir. Çünkü  arazi  almak  amacıyla  yapılan  seferler sonucunda  alınacak  yerler  Sultana  bırakılacak  ve  burası  için  Sultan  özel  Naibini  görevlendirecek, hutbe  Sultan  adına okunacak , sikke  sultan  adına  kesilecekti . Fakat  alınan  arazinin mali  bakımdan  yönetimi   Beylerine bırakılacaktır .  Yani Uç  Beyleri  aldıkları  yerlere  malikane  şartlarıyla  sahip  olacaklardır . Bu  suretle  buranın  valiliği  de Uç  Beyinin  evladına  irsen  kalacaktı . Çünkü  Uç Beyinin  bu  şekilde  nufuzlu  ve  büyük  hanedanların  kuracağı  için  , Uçta  kendi  malikanesini  genişletip  Sultana  karşı  bağımsızlık  sağlayabilirdi . Böylece  Batı  Anadolu’da Sultana  rakip bir devlet  oluşurdu . Bunun örneğini  biz  Danişmentlilerde  ve  Anadolu  Selçuklu  Sultanlığında  görmekteyiz .
İç  Ellerdeki  Moğol  terörü  halkı  canını   kurtarmak   için  Uçlara  göçüyordu . Uç  Beylerbeyleri  Kütahya (Ankara)  ve  Kastamonu  şehirlerinde  otururlardı . Uç  Beylerbeyi  başta  olmak üzere   Beyleri  servetlerine  göre  saraylarda  oturmakta , halka  ziyafetler  vermekte , sofralarında  tanınmış  alimleri  ağırlayan , onlara  ihsanda  bulunan  kişilerdi . Her   Beyinin  bulunduğu  kasabada  Sultan  tarafından  atanan  bir  Kadı  ve  mükerrerat  vergisini  hesaplayacak  bir  Naip  vardı .
Türkiye’yi  içine  düştüğü  siyasi  anarşiden  kurtaracak  olan  yeni  bir   Devletini  kurma  işini  Germiyanlılar  başarmıştır . Osmanlı  idaresindeki yerlerin  Sağ Uç’a  ait  yerler  olduğunu söylemiştik . Son  Selçuklu  Sultanlığı  II. Mesud  ve  V.  Kılıçaslan  tarafından  Moğollarca  ikiye  bölündükten  sonra  Konya  ve  Amasya  başkentli  iki  Sultanlık  oluştuğu  zaman  bütün  Marmara  çevresi  ve  hatta  Çanakkale’nin  doğusuna  uzanan  arazi  Amasya  Sultanının  fetih  alanı  sayılmış , bu  Sultanlığın  tek   Beyliği  olan  Osmanoğulları  ailesi  büyük  üstünlük  sağlamıştı . Konya Sultanlarının   Beyliklerinin  fetih  alanı  olarak  Ege  Bölgesi  belirlenmiştir . Germiyanoğulları  artık  Ege  kıyılarına  çıktıktan  sonra  alacakları  başka  yer  olmadığından  İç  El  konumuna  düşmüşlerdi . Gerilerden  Karamanoğulları  gibi  rakib  bir  beyliğin  Konya’yı  ele  geçirmesi  ve  Germiyan  ordusundaki  feodal  ayrılıklar  yüzünden  Saruhanoğulları , Aydınoğulları , Menteşeoğulları  gibi  Batı  Anadolu  Türk  Beylikleri  kurulmuştur .
1280  Selçuklu   savaşı  sonunda  Uçlarda  birliğin  sembolü  olan   Beylerbeyliği  Moğollarca  kaldırılmıştı . Osmanoğularının  rakibi  Çobanoğullarına  Sağ  Kanat   Beyliği  verilmeyip  sadece  Kastamonu  Subaşılığı  verilmiştir . Böylece  Uç Beyleri  Beylerbeylik  makamı  kalkınca  bağımsız  fetih  hareketlerine  girişmişlerdir .



Kaynak gösterilerek alıntılanabilir.
© H. Endercan KURŞAKLIOĞLU, 2009