MUSTAFA AKDAĞ
Tarihçi ve Araştırmacı
H. Endercan KURŞAKLIOĞLU Derekahve Fikir Otağı’nın 14. 12.2009 Tarihli toplantısında Prof. Mustafa AKDAĞ
ve onun “ Türkiye’nin İktisadi ve
İctimai Tarihi C.I (1071 – 1453) konulu bir konferans verdi.
Hayat Hikâyesi:
Mustafa Akdağ 1913 yılında Yozgat’ın Boğazlayan ilçesinin Günyayla köyünde doğmuştu.
Yatılı İlköğretimini İzmir İlk Öğretmen Okulunda tamamladı. DTCF Tarih Bölümünü
bitirdi. 1945 yılında “ Celâli
İsyanlarının Başlaması ” başlıklı tez ile “ Edebiyat Doktoru ” oldu. 1947 yılında fakülteden ayrılmak zorunda
kalan Prof. Akdağ, önce Gazi Eğitim Enstütüsüne asistanlık görevini sürdürdü, 1948’de
Diyarbakır Öğretmen Okuluna Tarih Öğretmeni olarak atandı.
Öğretmenliğini
sürdürürken “ Celâli Fetreti 1597 – 1603” isimli habilitasyon çalışması
ile doçentlik tezini verdi. 1961 yılında DTCF Yakın Çağ Tarihi kürsüsüne atandı.
1958oyılında profösör oldu. 12 Mart’tan sanra
tutuklandı, bir süre sonra serbest bırakıldı. Tutuksuz olarak yargılandığı süre
sırasında bir kalp krizi sonunda hayata gözlerini yumdu. ( 6 Nisan 1972 )
Eserleri: 1) Türkiyenin
ktisadi Ve İçtimaÎ Tarihi C I-II
2)Celali İsyanları (Türk Halkının
Dirlik ve Düzenlik Kavgası)
TÜRKİYE’NİN
İKTİSADİ VE İÇTİMAİ TARİHİ CİLD: I
Bölüm I
ANADOLU
SELÇUKLULARI DÖNEMİ (1076 – 1308 )
1071 Malazgirt
Savaşından sonra Selçuklular Anadolu’ya girdiklerinde Selçuklular Arap-Bizans savaşları sırasında nüfusu azalan bu topraklara siyasal egemenliklerini değil, kendi sosyal toplumlarını da getirdiler.
Hıristiyan Ermeni ve Rumlar Türklere
bağlı birer azınlık durumundaydılar.
Bu Dönemin
Etnik Unsuru: Türkmenler
Kültürel Unsuru:
İslam, Türk-İran
Ekonomik Unsuru:
Türkmen Yayla işletmesi ve yerli ekonomik kurumlardı. Selçuklular Döneminde
Anadolu’nun %90’ı Türkmenlerdi.
Türk
toplumunun oluşmasında esas ilke olan ekonomik düzen sorununa gelince bu konuda
yerli halkın (Ermeni ve Rumların) oldukça gelişmiş bir ekonomik düzeninden söz edilebilir.
Bu düzen Türkiye’nin sosyoekonomik düzeninin kurulmasında temel vazifesi görmüştür. Hıristiyanların ev, dükkan gibi
emlakları hiç şüphesiz yarı yarıya ve sapasağlam olarak Türklere
geçmiş ve onlar tarafından
bu yeni yöntemin
koşullarına da uyularak kullanılmıştır. Şehirlerdeki sanayi ve ticaret,
köylerdeki tarım ürünleri ve ürün çeşitleri elbette Türklerin Hıristiyanlardan birçok şey almasına
sebep olmuştur. Dokumacılık, maden işçiliği,
madeni eşya yapımı ve inşaat alanlarında yerli Hıristiyan
ustalar, Türkler geldikten sonra da
sanatlarını uygulamayı başarmışlardır. Türkler bir süre onlara çırak olmuşlardır. Mevlana Türkiye’si şehirlerinde
Hıristiyan usta ve işçilerin büyük payı olduğunu görüyoruz.
Türkmenler ise tarımcılık ve hayvancılıkla
uğraşıyorlardı. Aralarında esnafları da vardı .
Türk asker ve
beyleri aldıkları şehirlerde arsa spekülasyonu yapmayı ve ganimet emlakını çok sevdiklerinden , böyleleri çabucak askeri kimliklerini kaybederek , hem şehirlerin zengin ve nufuzlu aileleri durumuna geçiyorlar ; İkta sahibi olmak
karşılığında ordu hizmetine
alınan bu askerler Türk boylarından sağlandığı için Anadolu
yaylalarını dolduranlar bu eski savaşçılardı .
Şehirlere atanan İran
asıllı kadılar , müftüler , müderrisler ve 13. yüzyıl sonlarında görülen “ Gezginci
Dervişler ” Türk kökenliydiler .
Hristiyan
halkla hararetli alışverişe giren yaylacı Türkmenlerden çoğu şehirleşmiştir. Bu hal şehirlerde pek çok Türkmenin
şehirlerde yetişmiş olmasını sağlamakta, onları iş adamı veya işçi konumunda şehir halkı içinde olmasına
yol açar.
Türk gaziler ve çok kolay servet yığan Türk Beyleri
medrese, cami , hankâh , zaviye gibi hayır kurumları
yaparak ve bunları besleyebilecek vakıfları ortaya koyarak çok cömertçe davranıyorlardı .
Mevlana oğlu
Sultan Veled’e
Konya’daki sosyal tabakaların evlerinden söz ederken
şu
ihtişam sıralamasında bulunur:
1)
Sultan ve Meliklerin evleri
2)
Emirlerin evleri
3)
Tüccarların ve Erbaşların evleri
4)
Zanaatkârların evleri
Konya, Sıvas, Kayseri
gibi şehirlerde Türk-İslam
nufusun çok yavaş artmasının ve 13. yüzyılda buralarda büyük bir Rum ve Ermeni azınlığının bulunması ve şehirlere
luzumsuz göçün önlenmesi Ahi – Fityan örgütlenmesine bağlıydı.
Türkler daha çok emlak
ahibi olmaya önem veriyorlardı.
Şu halde Türk halkının zenginliği özellikle gayrımenkule dayanmaktaydı. Şehirlerin ve kasabaların etrafındaki değerli bağ ve bahçelerin çoğu Türklerin
elinde olduğundan başka han , hamam , dükkanlara da sahiptiler . Şehirler ve milletlerarası ticaretle de uğraşanlar Müslüman Türklerdi . En önemli kervan yolları
şunlardır: Antalya – Alanya – Konya – Aksaray
– Sıvas – Erzurum üzerinden İran ve
Gürcistan’a giden kervan yolu,
Malatya - Diyarbakır – Mardin –Musul üzerinden Bağdat ve Basra’ya bağlayan kervan yolu, İstanbul – İznik - İzmit – Eskişehir
– Konya – Ulukışla – Adana –Halep – Şam üzerinden Mısır’a giden
kervan yolu bu
yolun Kilis – Nusaybin - Musul - Bağdat ve Basra’ya
gidiyordu . Antalya ve Alanya’dan çıkan bir kol Konya -
Ankara – Kastamonu - Sinop üzerinden Kırım Yarımadasındaki
Soğdak limanına kadar uzanıyordu. Kervansaray yapma güce ve
zenginliğe bağlıydı . Kervansaraylar sultanlar ve emirler
tarafından yaptırılıyordu . Her 5 fersah yani
25 Km.de bir kervansaray yapılıyordu.
Her esnaf gurubunun bir piri vardı
. Her gurubun içinde Ahi – Kooperasyon – Lonca örgütleri vardı . Buraları tasavvufi esnaf tekkeleri özelliğini taşırdı. Her esnaf Ahi birliğinin
üyesiydi. Ahi Birlikleri şehirlerdeki ticaret hayatını tekellerinde bulunduruyorlardı. Yani dükkan ve atölye adedi
keyfince artıp azalmıyordu. Bir dükkanda
iki usta olamayacağından sonraki
bütün çalışanlar çırak k onumuna düşüyordu.
Usta olmak isteyen çırak Ahilerin
huzurunda bir imtihana çekiliyor, başarılı bir sınav verirse törenle peştamal ( Şed) bağlanıyor ve usta
oluyordu . Her şehirdeki esnaf içindeki
zanaatçıların en dürüst
ve saygın - her halde bir
kişi – bu kurumun reisi oluyordu
. O zanaatın üstadı ve rehberi sayılırdı . Bu kişiye Ahi ismi
verilirdi . Ahiler arasından seçilen
Ahi Baba ki o şehirdeki ticaret ve zaanat
bu kişinin tekelindeydi . Bunlar arasında güvenliği elde tutmak ve kendi kuvvetlerini göstermek için çok
sayıda Ahi silahlı olarak
dolaşırdı . Bunlara Ahi Fityan yani
gençlik örgütü , komutanlarına da Yiğitbaşı veya Serveran adı veriliyordu . Bu mesleki guruplar hükümet idaresinde ve siyasi
mücadelelerde etkiliydiler. Saltanat mücadelerinde ve şehirlerde
patlak veren siyasi – sosyal karışıklıkların bastırılmasında Ahi Fityan ve
Serveran’ın tuttuğu gurubun kazandığını görüyoruz . Buna örnek olarak
I.Gıyaseddin Keyhüsrev ve Rükneddin Süleyman Şah arasında olan taht
kavgasını göstermek lazımdır .
Cengiz Han sonrası meydana gelen ikinci Türkmen Göçü dalgası
sırasında ekonomik darlık başlamış bulunuyor, bilhassa büyük şehirlerde
birtakım işsiz ve
serseriler güvenliği tehdid ediyorlardı.
Örneğin ekonomik ve ticari
önemleri büyük olan
şehirlerde önemli bir
işçi sınıfı ( esnaf, üstad, çırak ) zor durumdaydılar
. miktarı belirli iş imkânlarına
oranla ölçüsüz derecede artmış olduğu görülen
fityânlar’ın bu sıralarda artık bulundukları şehirlerde bir kader
birliği anlayışı içinde birtakım zorbalıklara başladıklarını , hatta taht
kavgalarında ve ümera arası
çekişmelerde , bazı rical ve
zenginlerin evlerini soyup yağma
ve tahrip ederek , tam bir anarşi
ve soygunculuk havası yarattıklarını
görüyoruz . İşte Baba İshak Olayını destekleyen şehirli sınıf bunlardı.
Şehirlerde “ ilim ehli ” veya “ danişmendiye ” den söz edersek
Müderrisler, tekke ve zaviye
şeyhi şeyhlri - müderrisler
ayrıca bir tarikat
şeyhiydi - Kadılar ve öğrencilerden
kurulan şehirlerdeki ilim ehlinin başına seçimle
gelen kişiye ”
Şeyh-ül İslam ” denirdi . Osmanlılarda İstanbul’daki ilmi reise
” Şeyh-ül İslam ” adı verildiği halde Selçuklularda
her şehirde bir Şeyh-ül
İslam vardı . Konya Şeyh-ül İslam’ının önemli bir özelliği de çok bilgili ve tanınmış bir kimse olmakla
birlikte diğer bütün
ilim mensupları arasında dini ve
ilmi tartışmalar ve itilafları
gidermek ve fetva konusundaki
sosyal farklılıkları çözme yeri olmuştur . Selçuklularda her müderris
Fetva verme yetkisine sahipti . Hz. Şems gelene kadar Mevlana
da fetvalar vermiştir .
Mahallerin yönetimi ise Öndeş
( iğdiş) denilen bu günkü
muhtara benzeyen Öndeş Başıları
ve ayan vardı
. Bunlar fermanların halka
duyurur , peşkeş vergisini hane başına
belirlerlerdi . Erbaş Başları içinden seçilen “ Şehir
Kethüdası ” denen bir kişi
Belediye Başkanının işlevini görürdü . Erbaş Başların önemli görevleri
vardı . Tüm mahalleler ve şehrin temsilcisi
olarak görülür , hükümet yanında sözleri çok geçerli
sayılırdı . Ayan , Erbaş ve Öndeşbaşılar
davet edildikleri tüm toplantı ve ziyafetlere katılmak zorundaydılar .
Son olarak askeri
ve idari memurlardan
söz etmek zorundayız . Bunlar hakkındaki hiyerarşik düzeni bilmediğimiz
için bunları Kale Erleri , Bölük Zabitleri ve Subaşı Naibi olarak
toplamaktayız .
Köylerdeki yönetim ise Köy
Kethudaları aracılığınca sağlanmaktaydı . Eşkiyalık olaylarını önlemek için Köy
Kethüdası gençlerden birini yiğitbaşı atardı . Bir ildeki tüm
Yiğitbaşıların amiri İlbaşı oluyordu
.
Aslında ilk Anadolu
Selçuklu Sultanlığı arazisi Büyük Selçuklular’ın bir uç arazisiydi.
Fakat Konya’nın başkent olması ve
Anadolu Selçuklu Sultanlığının
resmen ve fiilen kurulmasından
sonra Bizans ve Büyük Selçuklu
kurumlarını Anadolu Selçuklu Devleti alarak özümsemiş
ve ulusal kurumları
oluşturmuştur.
Şu halde insan toplumunun
son sosyal gelişim noktası olan kavmi hayattan , milli hayata geçişi
Türkler Anadolu’da süratle başarmışlardır . Mesela Büyük Alahaddin Keykubat artık bir kavmin veya aşiret topluluğunun değil milli hayatını
idrak etmiş olan Anadolu
Türk halkının
sultanıydı.
Herhalde Türkler Anadolu’yu fethettikleri ve Haçlılarla Karşı Çarpıştıkları zaman, kendilerine kesin zaferler
sağlamış bu ordu,
bu bahsettiğimiz asırda mevcut değildi
. Sultanın kuvvetlerini Rum, Ermeni, Frenk, Arap, Kürd, Kazvinli vs. muhtelif
milliyetlere mensup derleme insanlar oluşturuyordu. Osmanlı rejimindeki “ Acemi Ocağı
”nın dip örneği olan “Gulamhanelerde ” devlete sadık asker yetiştirmek
üzere, bir okul ödevi görüyordu.
Fakat o sırada
müslüman milletlerin başına bela olan yeni bir istila
dalgası, yani Moğolların ortaya çıkışı,
Selçuklu Türkiye’sinin, Asya steplerinin
bu yeni yağmacılarına
karşı koruma zorunluluğunun doğduğunda askeri alanda
kuvvetsizlik ve acz
kendini göstermekteydi.
Selçuklularda
vilayetlerdeki idare, daha doğrusu şehirlerdeki nizam ve asayişin korunması
Subaşı denilen valilere verilmişti. Bunlar aynı zamanda başlarındaki vilayetten
çıkacak askerin de komutanıydılar ve sefer ilanında ordunun toplanma yerine
gelerek divan üyelerinden Beylerbeyinin emrine giriyorlardı. Selçuklu rejimi zamanında Subaşılarla idare olunan
valilikler , doğrudan doğruya Divan’a bağlı olarak
idare edilen tam merkezi otoritenin egemen olduğu yerlerdi
.
İkinci idari gurubu Melikler
oluşturur. Bunlar Selçuklu Ailesinden gelme şeyhzadelerdi . Bunlar Divan’a değil doğrudan
Sultan’a bağlıydılar. Eyaletlerini özerk olarak yönetirlerdi . Meliklerin yönettiği arazi Divan
Arazisine göre ” muaf ve müsellem
” sayılırdı . Meliklerin arazisine Malikhane denirdi ve bu meliklerin Konya Divanına benzer kendi bölgelerini yöneten küçük divanları vardı . Kürd
Beylerine de XIII.yüzyıl sonundan beri “Melik” ünvanı verilmiştir. Amasya , Niksar
, Erzincan , Erzurum , Van, Ahlat , Muş ,
Tokat çevresi meliklere verilen arazilerdendi . Meliklerin Sultana karşı gelmeleri
sonunda , asinin vilayeti elinden alınır ; bir veya birkaç
Subaşılık haline getirilirdi
. Azledilen melike bir veya birkaç
köyün geliriyle geçinme hakkı
verilirdi .
Uç Bölgesini ise göçebe Türkmenler oluşturuyordu . Bu bölüm Sinop – Kastamonu – Bolu
– Eskişehir – Kütahya – Denizli –Antalya – Alanya şehirlerinin batısındaki bölgeydi ve İstanbul –Eskişehir – Ankara - Sıvas yoluyla Sağ ve Sol Kanat
olmak üzere iki
Beylerbeyliğine ayrılmıştı . Beylerbeyi Bizans üzerine sürekli savaş durumunda
olduğundan kendilerine yardımcı olan Aşiret Beylerine
Uç Beyi ünvanını verirdi .
Sultan Selçuklu Ailesinden gelmekteydi , fakat en büyük
oğlun Sultan olması gibi
bir kavram yoktu
. Gücü ve toplum katlarının desteğini elinde tutan Şeyhzade
babası ölünce sultanlığını ilan ederdi . Divan Sultan başkanlığında Konya’da toplanırdı . Divan Üyeleri : Vezir , Pervane (Osmanlılarda
Nişancı) , Sahip (Maliye Bakanı) , Beylerbeyi ve E mir-î Çaşnıgir’di .
Tüm fethedilen topraklar Miri Araziyi
oluşturuyordu . Miri arazi devletin gelir kaynağı
olduğu gibi servet
kaynağıydı da . Miri Arazi karşılığında
belli sayıda asker
yetiştirilmek üzerine üç veya beş yıllık
dönemlerle kişilere verilirdi . Moğol istilası öncesinde bu kişiler
Miri Araziyi Yutluk - Malikhane ve Vakıf’a
çeviriyorlardı . Vakıf arazilerinin çokluğu XIII. yüzyıl ortalarından itibaren Horasan Erenlerinin göçmesini kolaylaştırmış , fakat savaşçıya verilecek topraklar vakfedildiği için ücretli savaşçı güçlerinden yararlanmıştı .
Selçuklu Türkiye’sinde paralar gümüşten kesilirdi ve Dirhem ismini
alırdı . I.Alahaddin Keykubat zamanında basılan dirhem 16
Krat yani 3,21
gr.dı . Bu günkü bozuk paranın
yerini almak üzere 0,5
Dirhemden kesilen paralara Nısfıye ismi verilmiştir
. Moğol İstilası ve Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılış döneminde çok büyük bir ekonomik kriz meydana
gelmiş , II.Mesud döneminde bir dirhem 2,6
gr. Ve 11,5 Krata
inmiştir . Savaşlar yüzünden paranın değer yitirmesi
gittikçe artıyo , eşya fiatları yükseliyordu . Bir battaniye 18 Dirhem , bir ciltli kitap
20 Dirhem , bir günlük ders ücreti
2Dirhem , Çarşı fırınından
alınan bir tepsi bir porsyonluk
yemek 2Dirhem , kuru üzüm 1,24
Dirhem, bir kilo buğday 80
dirheme alınıyordu . Bu fiatlar XIII. yüzyıl için çok
yüksek fiatlardı . Ayrıca Selçuklu – Moğol Savaşları ve Selçuklu Ailesi içindeki iç savaşlar
ve taht kavgaları yüzünden tarlalar ekilmiyor veya ekilen
tarlalar harap oluyordu
. 33 yıllık bu kıtlık yıllarını en iyi kullanabilen beylik en batıdaki en küçük beylik olan
Osmanoğulları Beyliğiydi . Anadolu Selçuklu Devleti Bizans ve Mısırla Dış Ticaret ilişkisi içine girmişti . Bizans tüm mal
varlığını Venedik , Ceneviz gibi Latin şehirdevletlerine teslim etmişti
. Bu yüzden ekonomimizi köstekleyen güçsüz
bir örnekti . Mısır ve Suriye Sultanlığı (Eyyubiler ve Memlükler)
ise Avrupa’lılara karşı Haçlı Savaşlarında savaştıklarından Papalıkça boykot edilmişlerdi
. Tacirler buralardan alacakları malı Anadolu
Selçuklu Topraklarından alıyorlardı . Bu ise ekonomizi güçlendiriyordu . Barochelman Sinop ve Alanya’nın fethinden sonra Selçukluların ticarete atıldığını bildirir .
Selçuklu Devletine karşı önemli
isyanlar XIII. yüzyıl ortalarında ortaya çıkar . Bu isyanlardan en önemlisi
Baba İshak isyanıdır
. Cengiz Han’ın önünden kaçan bir Türkmen
olan Baba İshak halka iyilik yapan bir dervişti
. Bu hırsızlar düzeninin bir gün kesileceğine inanıyordu . Kefersut’ta yerleşmişti .
A)GÜNEYDOĞU ANADOLU
TÜRKMEN ÇEVRESİ : Van , Muş Çevresinde
ve Çukurova’da kitlesel bir Ermeni
azınlığı vardı . I.Alahaddin Keykubat zamanından önce Bizans’a
bağlı bir Ermeni Krallığı da vardı . Bu bölgeye
Oğuzların Yüreğir Boyu yerleşmiş
olup sonradan Ramazanoğulları Beyliğini Kurmuşlardı . Türkmen Boy Teşkilatı sağlam bir
y apı olarak devam ediyordu . Bölge XIII. yüzyıl ortalarında Türkleşmişti . Göçebe hayat, yerleşik hayattan daha üstün
görülüyordu . Ermeniler şehirlerde yaşıyorlardı . Az olan şehirler Bağdat ve Basra’dan gelerek Anadolu içlerine ve Bizans’a giden kervan yolu üzerindeydi . Sıvas – Adana – Halep -Şam yolu önemli
hayvan ihraç , dokuma ve lüks
eşya ticaret yoluydu . Bölge “ Melik ” ünvanlı valilerce feodal olarak
yönetiliyordu .
Diyarbakır ,
Urfa ve Mardin’in etrafı hem kervan , hem de şehir ticareti
bakımından parlak durumdaydı
. Bölgeyi Suriye ve
Mısır’a bağlayan yollar için
bu şerhler önemli bir
duraktı . Bu dönemlerde şehirlerde refahı sağlayan unsur Göçebe
Türkmenlerdir.
B) ESKİ RÛM
(DANİŞMENDİYE) BÖLGESİ: Kayseri , Sıvas , Niksar , Tokat , Sinop , Çorum
illerini içeren bölgeydi . Bölgeye ““Rûm ” isminin verilişinin nedeni bu arazilerin fethedilen Bizans arazisi içinde olmasından , “ Danişmendiye ” isminin verilmesinin nedeni Danişmend
Gazi’nin kurucusu olduğu beyliğin bu bölgede olmasındandır. Başkent Konya ve önemli
şehirler olan Kayseri
ve Sıvas da bu
bölgedeydi . Güneydoğu Anadolu’nun tersine bölge şehirlerin çoğunlukta , göçebeliğin azınlıkta olduğu bir bölgeydi . Sanayi ve ticaret üretimi
çok gelişmişti . Kervan ticaretinin yanında esnaf yerli ihtiyaçlara
göre de eşya
üretiyordu . Halk genelde Türk olmakla birlikte şehirlerde az sayıda
Rum ve Ermeni vardı . Anadolu’nun Moğol istilasına
uğraması üzerine bölgeye “ Kara Tatar “ denilen birçok Moğol kabilesi
yerleşti
Danişmendiye çevresi sürekli yağma , talan , tahrib ve göçle
eski parlaklığını yitirdi . Türkiye’nin sosyoekonomik merkezi batıya kaydı
. Bu bölge Selçuklu Sultanlığının yıkımından önce bir Genel
Valilik olarak yönetilmiştir . İlhanlı Devleti’nin çöküşünden sonra Moğolların son Anadolu Genel Valisi olan Ertana
Bey , melik ünvanlı , her biri bir
kaleye veya malikhaneye sahip Moğol
aristokratlarını eğemenliği altına alamamıştı . Bu yüzden Ertanaoğulları Beyliği alan olarak geniş
olmasına karşın , egemenlik alanı sınırlıydı
.
C) KARAMAN BÖLGESİ
: Alanya , Konya , Lâlende , Kayseri , Kırşehir , Aksaray , Niğde şehrleri Karaman Bölgesini oluşturuyordu . Bölge Subaşılarca yönetildiği için bir soylu sınıfı üretememiştir , bu bölgede soyluluk olmadığından hanedanlar da var olamamıştı . Şu halde Karamanoğullarının eline geçen çevre bir taraftan
feodal direncin olmayışı , diğer taraftan sosyoekonomik yapısının çok yıpranmış
olmasından ötürü merkezi bir rejim
kurmay a imkân yoktu .
Karamanoğulları Türkiye siyasi birliğinin yeniden kurulması işinde başarılı bir hareketin
doğacağı ilk adaydı
. Fakat yukarıda belirttiğimiz üzere Karamanoğlu
ailesini yani hanedanlık
koşullarını oluşturan göçebe soyluluk ve sosyokültürel geleneklerden kurtulamamıştı . Karamanoğulları , Selçuklu Devletinin bu bölgeye
uyguladığı merkeziyetçi sistemi uygulayamamış vegeliştirememiştir . Beyler , kendileriyle mücadele arkadaşlığı eden aşiretlerin sosyal ve
siyasi geleneklerine , boy beylerinin siyasi nufuzuna esir olmuştu. Düşünülebilir ki , burada Karamanoğullarının kendilerine karşı başarı kazandığı İlhanlı İmparatorluğunun devlet ve ordu
sistemin i örnek almışlardır . Yerleşik
bölge üzerine kurulan Karamanoğulları Beyliği bir yama gibi durmaktaydı .
D) UÇLAR BÖLGESİ:
Bizans’la sınırdaş olan bölgeye - ki Sinop , Kastamonu , Eskişehir
, Denizli , Antalya , Alanya çizgisinin batısı Uçlar Bölgesi denir . Uçlar divan tarafından atanan iki Beylerbeyi
tarafından yönetilirdi . Uç halkı sultana peşkeş ve
yıllık vergi veriyorlardı
. Arap - Bizans mücadelesinin aksine Uç Beylerbeyliğinin
gönderdiği ürünler talan malı değil
, üretim malıydı . Uçlar bölgesinde göçebe Türkmenler hayvancılık ve tarımcılıkla,
Rumlar esnaflıkla uğraşıyordu.Hudut kale ve kasabalarında Türk ve
Rum halk arasında
ticaret gün geçtikçe
artıyor ve esnaf
sınıfı ortaya çıkıyordu
.
Uç halkı
göçebe savaşçılar olmayıp yerleşik hayata geçmiş
Türkmenlerdi. Kendilerine verilen malikane veya yaylak
arazisinin ortasına bir kale yapılıyor , kalenin çevresinde ise yaylak
ve kışlak olarak adlandırılan en az iki şehir
bulunuyordu . Şu aklımıza gelebilir: Bizansın siyasi çalkantılar içinde bulunduğu, Tekfurlukların oluştuğu bu dönemde neden Bizans İmparatorluğuna son verilmemiştir?
Uç Beylerbeyleri ancak Sultanın
emriyle Uçlarda sefer yaparlardı.
Kırıma ve Gürcistan’a sefer yapan Selçuklu
Sultanları Bizans üzerine sefer emri vermemişlerdir.
Çünkü arazi almak amacıyla yapılan seferler sonucunda alınacak yerler Sultana bırakılacak ve burası için
Sultan özel Naibini
görevlendirecek, hutbe Sultan adına okunacak , sikke sultan adına kesilecekti . Fakat alınan arazinin
mali bakımdan yönetimi Uç Beylerine bırakılacaktır . Yani Uç Beyleri aldıkları yerlere malikane şartlarıyla sahip olacaklardır . Bu suretle buranın valiliği de Uç Beyinin
evladına irsen kalacaktı
. Çünkü Uç Beyinin bu şekilde
nufuzlu ve büyük
hanedanların kuracağı için , Uçta
kendi malikanesini genişletip Sultana karşı bağımsızlık sağlayabilirdi . Böylece Batı Anadolu’da
Sultana rakip bir devlet oluşurdu . Bunun örneğini biz Danişmentlilerde
ve Anadolu Selçuklu Sultanlığında görmekteyiz .
İç Ellerdeki Moğol terörü halkı canını
kurtarmak için Uçlara göçüyordu . Uç Beylerbeyleri Kütahya (Ankara) ve Kastamonu
şehirlerinde otururlardı . Uç Beylerbeyi başta olmak
üzere Uç Beyleri servetlerine göre saraylarda
oturmakta , halka ziyafetler vermekte , sofralarında tanınmış alimleri ağırlayan , onlara ihsanda bulunan kişilerdi . Her Uç Beyinin
bulunduğu kasabada Sultan tarafından
atanan bir Kadı ve
mükerrerat vergisini hesaplayacak bir Naip vardı
.
Türkiye’yi içine düştüğü siyasi anarşiden
kurtaracak olan yeni
bir Uç Devletini
kurma işini Germiyanlılar başarmıştır . Osmanlı idaresindeki yerlerin Sağ Uç’a ait yerler
olduğunu söylemiştik . Son Selçuklu Sultanlığı II. Mesud ve V. Kılıçaslan tarafından Moğollarca ikiye bölündükten
sonra Konya ve Amasya başkentli iki Sultanlık
oluştuğu zaman bütün Marmara
çevresi ve hatta Çanakkale’nin doğusuna uzanan arazi Amasya
Sultanının fetih alanı sayılmış , bu Sultanlığın tek Uç Beyliği olan Osmanoğulları ailesi büyük
üstünlük sağlamıştı . Konya Sultanlarının Uç Beyliklerinin fetih alanı olarak Ege Bölgesi belirlenmiştir . Germiyanoğulları artık Ege kıyılarına
çıktıktan sonra alacakları başka yer olmadığından
İç El konumuna düşmüşlerdi . Gerilerden Karamanoğulları gibi rakib bir
beyliğin Konya’yı ele geçirmesi ve Germiyan ordusundaki feodal ayrılıklar
yüzünden Saruhanoğulları , Aydınoğulları , Menteşeoğulları
gibi Batı Anadolu Türk Beylikleri
kurulmuştur .
1280 Selçuklu iç savaşı
sonunda Uçlarda birliğin sembolü olan Uç
Beylerbeyliği Moğollarca kaldırılmıştı . Osmanoğularının rakibi Çobanoğullarına
Sağ Kanat Uç
Beyliği verilmeyip sadece Kastamonu Subaşılığı verilmiştir . Böylece Uç Beyleri Beylerbeylik makamı kalkınca bağımsız fetih hareketlerine
girişmişlerdir .
Kaynak gösterilerek
alıntılanabilir.
© H. Endercan KURŞAKLIOĞLU, 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder