TÜRKİYENİN İKTİSADİ VE İÇTİMAİ
TARİHİ CİLT. II (1453-1559)
Bölüm II
GENEL
EKONOMİK GELİŞME
A)
DÜNYA TİCARETİNDEKİ FARKLILAŞMA: Ortaçağda Dünyanın en önemli
ticaret yolları İpek Yolu,
Baharat Yolu , Hanse Yolu , Kürk Yolu , Akdeniz Ticaret Yoluydu. XV. Yüzyılda
Akdeniz Ticaret Yolu gözden
düşmüş yerini Atlas Okyanusu
Ticaret Yolu almıştı
.Bu dönemde Batı Avrupa’da
İngiltere ve Fransa’da
koyun sürüleri artmış buna bağlı
olarak yünlü dokuma
sanayisi gelişmişti . Bu tüccarlar artık Ortaçağ’dan kalma esnaf
özelliğini taşımayan tüccar ve
iş adamıydılar . Akdeniz limanları yerlerini Anvers ve
Lizbon gibi Okyanus
limanlarına bırakmıştı . Ortaçağ’da sadece birkaç İtalya şehrinde
olan panayır, fuar ve büyük
pazarlar tüm Batı
Avrupa’ya yayılmıştı .
Artık Yeniçağ aşlarında, Modern Avrupa, sanatı , kültürü , edebiyatı , felsefe ve akılcı bilimin yanı sıra , bunlarla atbaşı giden bir teknik
ve ekonomik düzeneği kurmuş durumdaydı . İspanya ve Portekiz
gibi ülkeler Hindistan’a giden deniz
yolunu bulmuşlardı . Borsalarda tüccarlar ve bankerler büyük kâr sağlıyorlardı
. Bu tüccarlar öyle güçlenmişti ki kralara ve prenslere
bile borç veriyorlardı . İş adamlarının
para çalıştırmada konusunda gösterdikleri büyük ciddilik
, bütün vatandaşlarda güven ortamı
yarattı , elindeki üç beş kuruşu
değerlendirmek isteyen kişiler bu ortaklıklara
katılmak istiyordu . Böylece küçük paraların
toplanmasıyla büyük Anonim
Şirketler kuruluyordu . XV . yüzyıl Avrupa Toplumu
dışında hiçbir toplum ” paraya para kazandırma
” bilincine ulaşmamıştı . Kapitalist üretim tarzı
Milli Krallıklarca da destekleniyordu .
Batı Avrupa’da bu ekonomik
olgular yaşanırken Batı Avrupa ülkeleri
para basacak değerli maden konusunda
bile eksiktiler . 1492 – 1520 yılları arasında Yeni Dünya’nın
keşfiyle altın , gümüş gibi değerli
madenlerin İspanya ve Portekiz
üzerinden gelmesiyle para darlığı
aşılmış
, fiatlarda göze batacak
düşüşler yaşanmıştı . 1520’den sonra Yeni
Dünya’dan gelen altın ve
gümüş akını ihtiyacın da üstüne çıkmıştı
. 1525 yılından sonra cepleri para ile dolu Avrupalı
alıcılar yüzünden fiatlar hızlıca artmış , 1559 yılından sonra ticaret
dünyasında ne bulursa yutan bir Avrupalı alıcılar zümresi her yeri
kaplamıştı . Yani 1520’den sonra fiatlarda
bir zam olmuştu .
Akdeniz Ticaret Yolu Haclı Savaşları sonucu ortaya
çıkmıştı . Tezgahlar kapanmış ve yoksulluk almış başını gitmişti
. Bu olgu Amerika’nın keşfinden hemen önce olmuştu
. Denize kıyısı olan
Bizans ve İslam (Emevi ve
Abbasi ) İmparatorlukları kendi dindaşı olan tüccarların
çıkarlarını koruyordu . Bizans ve İslam
İmparatorlukları çökünce yerlerine kurulan yerel devletler bu güveni sağlayamamışlar
, hatta yok etmişlerdi .
XV . yüzyılda artık Avrupa’nın , özellikle kendi ülkelerinden
endüstri eşyası getiriyor ve onu satarak Doğu Mallarını
, böylece bir takas
ile sağlamış oluyorlardı . Bu durum bir taraftan İslam Devletlerinin hazinelerini altın ve gümüş
gelirinden yoksun ederken , öte yandan da , yapılmış
yerli ürünlerin yerine ,
Avrupa Malları geçmeye başladı . Doğu’nun ünlü kumaş
endüstrisi alıcısız kaldı . Gerçekten Frenk Mallarının süslü püslü
, daha ucuz olmaları
sürümlerini yerli dokumaların
üstüne çıkarmıştı . Tezgâhlar kapanmış , yoksulluk alıp yürümüştü
. Bu olgu Amerika’nın keşfinden hemen önce olmuştu . Kısaca Osmanlı İmparatorluğu Yükselme Döneminde iflas etmiş ticaret yolları üzerine kurulmuş içi boş
bir devi andırıyordu
.
Siyasi Osmanlı Tarihini incelersek Osmanlı İmparatorluğunun Karadeniz , Ege Denizi ve
Akdeniz’deki İtalyan kolonilerine Yükselme Döneminde son verdiğini
görürüz . Fakat bu zaferler askeri ve siyasi nitelik
taşır . İtalyanlar buradan gidince ekonomik olarak burası boş kalmış
, Alman Hanse Birliği ve Rus Prenslikleri Karadeniz’in Kuzeyinden oluşturdukları yeni ticaret yoluyla Polonya , Ukrayna , Rusya , Kiev Knezliği , Novograt Knezliği , Ural Dağları , Hazar Denizi , İran uzantısı üzerinden Orta Asya Türk
Hanlıklarına ; buradan Sibirya’ya , Çin’e ve Hindistan’a
giden ve Japonya
haricindeki tüm Avrasya ülkelerine hakim bir
ticaret yolunu İpek
Yoluna alternatif olarak kurmuşlardır
. Bu yol Osmanlı İmparatorluğunun dışında olduğu gibi İpek
Yolu kervan ticaretine
de darbe vuruyordu
. Osmanlı İmparatorluğu XVI. Yüzyılda
başlayan bu gerilemeye diğer Türk- Tatar
Hanlıklarıyla karşı koyacağı yerde , bu dönemde ya diğer
Türk Devletleri düşman olarak
tanınıyor , ya da Tatar Orta
Asya Hanlıkları gibi Osmanlı
aydınının bile doğru
dürüst bilmediği ülkeleri oluşturuyordu .
Portekizlilerin Hindistan Deniz Yolunu
bulmalarının teorik nedeni
Osmanlı Ekonomisini Doğu’dan kuşatmakt ı . Aslında bu yüzyılda
yapılan Hind Seferleri
, Süveyş ve Don – Volga Kanallarının gerçek nedeni
bu Avrupa ekonomik
egemenliğini kırmaktı .
Avrupalı tacirler Osmanlı Ülkesinde Dış Satımı
yasak
olan hububat ve et gibi yiyecekleri
bile toptan satın
alıyorlardı . XVI. Yüzyılda
Türkiye , Osmanlı rejiminin şu sırasında
, artık kıymetli maden darlığı
yüzünden para sistemi
alt üst olmuş
, iç pazarında zengin Avrupalı alıcılara karşı kendi ülkesini
sömürü ülkeleri kadrosuna iletecek kapıya gelmiş dayanmıştı . Hele Kanuni Süleyman’ın
saltanatının sonlarına doğru Batı’nın
her yönden olan baskısı
Türkiye üzerinde ayan beyan hissediliyordu .
B)
OSMANLI SINIRLARININ BÜYÜMESİ DÖNEMİNDE TÜRKİYE’NİN İKTİSADİ DÜZENİ :
A)
Tarımsal Durum : Tarım işletmeleri Türkiye’nin o çağdaki en büyük
işletmeleriydiler . Bu işletmeler ekincilik ( Tahıl Tarımı ) , Hayvancılık ve Bağ ve bahçeciklik
olmak üzere üçe
ayrılıyordu .
Osmanlı
ülkesinde temel tarım
tahıl üretimiydi . Devlet de kıtlık ve
kuraklık olmaması için üreticileri
desteklerdi . Her çiftçi ailesinin hesabına 80 - 150 dönümlük çiftlikler tahıl üretimi
için ayrılırdı . Mazeretsiz bu çiftliği 3 yıl ekmeyen çiftçinin elinden arazisi alınırdı . Tahılın tek alıcısı
ve satıcısı devletti . XVI. Yüzyılın sonlarına doğru fetihlerle ekim sahası
artığı halde bir tahıl kıtlığı
yaşanmıştır . Bunun sebebi Ege
kıyılarından yasak olan dış satışın
yapılmasıdır . Avrupalı tacirlere Osmanlı ülkesinde yasak olan tahıl ,
et gibi ürünler bile toptan satılıyordu . Ekmeklerin gramajı bir okka
olduğu halde tahıl kıtlığı
ve ekmek fiatlarındaki zammın nedeni
bu kaçak ticaret ve muhtekirlerdir
.
Bağcılık ve Bahçecilik
ise şehirlerin etrafında sulanabilen arazilerde yapılıyordu . Osmanlı belgelerinde “ Şehirlerin Şenlendirilmesinin ” bir anlamı
da etrafındaki arazinin bahçe tarımına
açılması
demekti . Hristiyanlar ayrıca şarap
yapmak için de
bağ yetiştirirlerdi . Bağ ve fidan dikmek , ağaç yetiştirmek ve duvar çevirmekle , tarla miri toprak
kullanımından özel mülkiyete geçerdi . Bu durumda raiyetin kârı ile Sahib -i
Arz’ın çıkarı çatışıyordu
. Çünkü bu arazi özel
mülk haline gelince dirlik sahibi öşür
, çift resmi , otlak resmi gibi
miri vergileri alamayacağı için zarara
giriyor , raiyet ise para
ile satacabileceği bir mülke
kavuşmuş oluyordu .
Osmanlı İmparatorluğunda hayvancılığın yapılmasının sebepleri şunlardı : a) Türkmen ve Yörük
aşiret geleneği b) Dericilik
sanatında görülen ilerleme c) Kuraklığın , savaşın ve doğal afetlerin
bol olduğu dönemlerde
halkın tarladaki tarım ürününden
çok taşınır mal olan hayvancılığa
önem vermesi d) Süt , ayran , yoğurt , çökelek , peynir , tereyağı gibi besinlerin
hayvanlardan elde ediliyor
olması e) Hayvanların
ya kesimlik ( koyun , keçi , sığır ) ya da
güçünden yararlanılması ( sığır , deve , camus ) gibi .
Hayvancılık
tarımcılıktan daha kârlı olduğu
için büyük çiftliklerde
Ekâbir tarafından yapılıyordu . Aydın , Balıkesir , Bursa , Kocaeli
, Romanya’nın tarım gelirlerinin çoğu bu
çiftliklere bağlıydı . Buradaki çiftliklerde sayısı 10
000’i geçen koyun besleniyordu . Hayvancılık Has arazilerde
padişah , vezirler ve Hanım Sultanlarca
sürdürülüyordu .
B)
Esnaflık ve Sanay i ve alışveriş : Avrupa şehirlerindeki kapitalistlerin yerini Osmanlı
ülkesinde esnaflar karşılıyordu . Esnaflık bir Ortaçağ
kurumudur ve her esnafın bağlı olduğu
bir lonca vardı
. Esnaflık alışverişçi ve endüstrici olmak üzere
ikiye ayrılıyordu . Esnaflar hammaddeyi üreticiden veya toptancıdan
alıp , işledikten sonra satmak
, şehre veya çevresine gelen gıda
, giyecek ve diğer maddeleri
kadının koyacağı “Narh ” doğrultusunda dükkanların asıl işleri olduğuna göre esnafın alışverişteki rolü üretici ile toptancı
ile kendi ihtiyacı için mala
istekli olan alıcı arasında aracı olmaktan ibaret kalıyordu
. Ancak bu aracı esnaflık
, esnafın kendisine gelen hammaddeleri işledikten sonra pazara
dökme şeklinde olursa , işe endüstri çalışmaları da giriyordu .
Ürünler pazarlara kervanlarla götürülürdü . En büyük Pazar merkezleri : Tebliz , Diyarbakır , Erzurum , Şam , Badat , Halep , Harput , Sıvas
, Kayseri , Konya , Ankara , Bursa , Afyon , İzmir , İstanbul , Edirne , Selanik
, Belgrat gibi şehirlerde büyük çaplı pazarlar
kuruluyordu .
Kervanların Yükleme ve boşaltma
yaptığı önemli limanlarsa
şunlardı : Payas , Antalya , İzmir , İstanbul , Selanik , Sinop ,
Trabzon ve Kefe limanlarıydı
.
Kervan halkı Kahire
, Şam , Halep gibi uzak yerlere
giderken paralarını o şehirdeki Yahudi sarrafa
teslim ediyorlar , bu Yahudi sarraflar arasında Batı Tipinde bir ortaklık
olmasından ötürü , Yahudi banker o
şehirdeki bir tüccara kimin , hangi tarihte , kendisine kaç akçe
emanet ettiğini belirten bir yazı yazıyor ve mühürlüyordu. Kişi o şehirdeki
bankere o kağıdı
götürdüğünde belli bir faiz
alınmak suretiyle anaparasını kurtarıyordu .
Esnaf sermaye biriktiremiyordu bunun sebepleri
vergiler yüzünden eline fazla
para geçmemesi , rekabetçi olamaması ve hammaddenin sınırlı olmasındandı . Esnaf hammadde stoğu da
yapamıyordu .
İktisadi gidişatın burada konu aldığımız dönemlerinde Türkiye’de oldukça ileri olan
bir sanayi hayatının
varlığını görüyoruz .
Maden
Sanayisi : Tarım araçları , silahlar ve insaat araçları üretimi ve bakırdan
ev eşyas ı üretimine dayanır . Bulundukları yerlere Demirciler Çarşısı ve Bakırcılar
Çarşısı adı verilirdi
. Devlet gözetiminde çıkan maden ustanın
haftalık işleyebileceği kadar verilirdi
, usta ölçüyü düşük tutmasın diye eşyalar alınırken tartılırdı . Demir Doğu Anadolu’dan
, bakır Küre’den gelirdi . İhtiyaç fazlası madenler İran’a ihraç
edilirdi .
Debbağlık
: En önemli esnaf sınıfları arasında yer alıyordu
. Bunlar hayvan derilerini tabaklayarak deriden eşya üretirlerdi
. Hammaddelerini kasaplardan alırlardı . Köseleciler , mutaflar ve boyacılar olmak üzere
kendi içinde sınıflara ayrılırlardı .Eşyalarını narh usulü
satarlardı.
Dokumacılık
: Toplumun giyimini sağlarlardı . Keten, kenevir, pamuk gibi endüstri bitkilerinden yapılan dokumalar Tire , Kastamonu , Isparta , Afyon , Akşehir çizgisinin içindeki Ege Bölgesi
denen yerde üretiliyordu
. Bursa ve çevres i ipekli dokumalarıyla ünlüydü . Osmanlı ülkesinde Bursa’ya rakip olarak Mora Yarımadasını görüyoruz . Denizlide tülbent
,yaşmak , çarşaf , buğra , astar üretimi
gelişmişti . Ankara Soflarıyla tanınmıştı . Bu dokumalara desen vuran
boyacıların o çağlarda Avrupa saraylarında
bile iş yaptığını biliyoruz . Ayrıca göçebe dokuma sektörü olan halı ve
kilim üretimi ve satımı
bu yüzyılda önemli yer
tutmuştu . Avrupalılar Holbein Halıları diyerek Türk halılarının
iyi müşterisi olmuşlardı .
Bu dönem Türkiye’sinde
parakendeci pazarları şehir dışında
veya şehrin bir
semtinde kuruluyordu bunun sebebi büyük
vakıf gelirlerinin bağlandığı kapan ticaretini
engellemekti . En önemli pazarlar
Saman pazarı , Odun pazarı , Ot pazarı , hayvan pazarı , koyun pazarı , balık pazarı gibi
isimler alırdı .
C)
Kapan Hanları ve toptan
ticaret : Osmanlı toptan ticaretinin
merkezi Kapan Hanlarıydı . Bu binalar iki katlı
dışarıdan bakıldığında kale özelliği taşıyan , özel Ases Denilen korumalarca korunan , dört yöne dört kapısı
açık olan , hacegân denen büyük
tüccarların iş yaptığı hanlardı . Bu hanlar belli bir
süreden sonra müşterilerine
bile kapalı olduğundan
“ Kapan Hanı ” ismini almışlardır . Birinci kat bir
depo veya antrepo
özelliği taşırdı , ikinci kat ise
tüccarın kaldığı oda veya
mekandı . Kapan Hanlarında en az bir ürünün toptan satışı yapılırdı . Sattıkları maldan ötürü
buralara Un Kapanı , Sebze Kapanı , Pirinç Kapanı , Bal Kapanı , İpek Kapanı i smini alırdı .
Kapan Hanlarının kirası çok fazlaydı .Bu yüzden padişahlar , Valide Sultanlar ve vezirler büyük paralar
harcıyarak geniş Kapan Hanları
yaptırmışlar ve bunlara binlerce çiftlik vakfetmişlerdi . Kapan Hanını bir yıllık kirası 80000 Akçe vey a 4000000000 L .idi . Bursa
İbrişin Kapanı mizanından
aldığımız bilgiye göre yılda
336846 Kg. ipek dokunmaktaydı .
D)
Türkiye Ekonomisinde Paranın Yeri ve Önemi :
a)
Paranın Kesilmesi
: Osmanlı İmparatorluğunda bu dönemde çeşitli bölgelerde , çeşitli darphaneler açılmıştı . Darphaneler kadı tarafından atanan Darphane
Emini tarafından yönetiliyordu . Avrupa’da hükümdar değiştikçe yeni para basımı olduğu
halde Osmanlı İmparatorluğunda fermanla eski akçeler yasaklanır
, yenileri basılırdı .Akçe basımında 100 dirhem
gümüş üzerinden yapılırdı , 280 akçe çıkardı
. Darphane Emiri , Üstat ve Yasakçı ortak komisyon
kurarak yasaklanan eski akçelerin
yerine yeni akçe
basarlardı . Bu basım sırasında para tağşiş edilir yani süs vermek amacıyla etrafındaki gümüşler kırpılır , böylec e devletin eline çok
miktarda gümüş tozu
geçmiş olurdu . Yükselme Döneminde Osmanlı Akçesi sabit kuruna oturamamıştır
. Bunun sebebi 100 dirhem gümüşten daha fazla akçe
çıkarma istemiydi
.Bu yüzden ya mağşuş yani
bakırla karışık akçeler piyasaya sürülmüş , ya da akçe
enflasyon geçirerek ufalmış , alım değeri düşmüştür
. Bu dönemde akçe kesiminden
olan enflasyon %55’di .
Fatih döneminde Altın sikke basıldıysa
da halk tarafından
bu para tutulmamış Venedik Doç Altını
veya Frorin daha
geçerli olmuştu . Esnaflar kendi aralarında
karar alarak bir
Osmanlı altınının 60 akçeye
dönüştüğünü kabul etmişlerdir
.
C)
Osmanlı Döneminde
Faizle Para Alıp
Verme : Genelde Osmanlı Devleti bir İslam Devleti
olduğundan murabahacılık yani faizcilik günah sayılıyordu
diye düşünülür . Fakat faizle para
alıp vermeye halk tepki
göstermiyordu . Faizcilik mubah sayılıyordu
. Toplumca kabul edilen fayda yani yıllık faiz
oranı %5 - 10’u geçmediğinden , yapılan sözleşmelerde kadı önünde danışıklı
ve kapalı olarak yapılıyor
; kişi karşıdaki kişiden ipek ve
çuha aldığını belirtmektedir . İpek bedelini peşin , çuha bedelini ise bir
yıl sonra ödeyeceği
tutanağa geçer . Aslında kişi kişiden
borç para almıştır . İpek aldığı anaparayı
,çuha ise faizi gösterir
. Böylece yıllık faiz oranı %30’u
buluyordu .
Bazı büyük sermaye
sahipleri sözde güçsüz esnafı
desteklemek amacıyla ortak oluyorlardı . Böylece emek + sermaye = Kâr eşitliğindeki kârın yarısı bu
çalışmayanların cebine iniyordu
.
Yeniçeriler , Acemi Oğlanlar
bazı çiftçilere hasat zamanı
olmak üzere Selem denilen borç para veriyordu . Bu konuda elimizde bir faiz
sözleşmes i yoktur . Fakat Selem’in %50’yi geçtiği
bilinmektedir . Selemde amaç zor durumda olan çiftçinin hayvanına , koyununa , kuzusuna , tahılına bu kişilerin
el koymasıdır . Çiftçi hem devlete
, hem Selem sahibine karşı sorumlu
idi .
Mardin , Urfa , Harput , Diyarbakır , Malatya’da
murabahacılık yapılmaktaydı . Murabahayı alıp ödeyemeyenler
murabahacının kulu durumuna
düşüyordu . Artık paraları bile bu
kişileri esaretten kurtarmaya yetmiyordu .
DEVLET
MALİYESİ
A)
Vergi Alınan Yerler :
1)
Tarımsal
İşletmeler
2)
Esnaflar , pazarlar , Kapan Hanları ve kervanlardan alınan vergiler
3)
Savaş zamanı halktan alınan Avarız vergisi
4)
Cerimeler ve adetler
5)
Peşkeşler
6)
Ormanlardan alınan vergi
7)
Madenlerden ve tuzlalardan
alınan vergi
B
) Alınan Vergileri Gelirler Yönünden Değerlendirme :
1) Şerri
Vergiler : Bunlar din kurallarına
göre alınan vergilerdi
. Öşür , Haraç ,Çift Resmi , Ağnam Vergisi bu katagoriye girer .
2)
Örfi Vergiler :
Bunlar hükümetin koyduğu vergilerdi . Cürüm ve cinayet
vergisi , bennak , arus , mücerret
, kanunnamelerde sayılan ve sayılmayan resimler .
3)
Divani Vergiler : Bunların en önemlisi Avarız Akçesi
olup önce savaşa katılamayacak halktan yıllık 15 Akçe
olarak alınıyordu . Yükselme Döneminde her herkesten 75 Akçe
yıllık olarak alınmaya
başladı .
C)
Vergilendirme Usulü : Bu usul Ortaçağ
Türk - İslam Tarihinden gelme bir usuldür
. Bu usule göre vergi devlete
ödenirdi , vergi ödüyen is e raiyet yani kiracı
konumundaydı . Raiyet köylü veya
şehirli olmak üzere
ikiye ayrılırdı . Padişahtan Tımarlı Sipahiye kadar tüm “Sahib
– i Raiyet ” örfi vergiden muaftı .Vergi para üzerinden
değil arazi üzerinden
alınırdı . Bu yüzden ribahorlar ( tefeciler)
bir işçi kadar vergi
verirlerdi . Divani vergiler toplanırken Âlâ( Yüksek
) , Esvet ( orta ) ve edna ( düşük ) sınıflara ayrılırlardı .
4)
Devlet Hazinesinin Harcama Usulü : Osmanlı Hazinesinin harcam a yolları üç taneydi
.a) Divanın Görevi olan işler . b ) Vilayetlerin Hükümet kurumuna karşı olan işleri
.c) Vakıf Kurumlarının harcamaları . Divan hizmetini yapabilmek için ulufe veya
mukataa usulü vergi
koyardı. Devlet hem toplayıcı , hem harcayıcı bir düzen yaratmıştı.
1
)Divani Vergiler : a) Bir bölgenin şeri ve
örfi vergileri hiçbir hizmet erbabına dirlik olarak
verilmeyip maliye kendine
bırakırdı . Bu demektir ki bir yerin dirlik
ve zeameti hazinenin kendisine aittir . Bu tür arazilere Mukataa diyoruz . Ekonomik yönden memleketin en canlı yerleri hazineye Muklataa olarak kalıyordu . Tuz , şarap , madenler , bir çeşit düzenle devlet eliyle Mukataa
olarak satışa sunulurdu . Yani monopoli olmuştu .
2) Tımar (Dirlik) Usulü : Selçuklular zamanından kalma bir usuldür . Bu araziler İş Erlerine
ve Eyalet Askerlerine yıllık gelir
sağladığı için Tımar Arazisi
adını alıyordu . Şeri vergiler , devlet hizmetlisi kişilere kendi hesaplarına , belli kurallar içinde kalmak
şartıyla toplanmak üzere ayrılan
köylere ”iktâ” adı verilirdi , aynı şartlar altında gelirleri Divana bırakılan köylere “ Divani ” veya “ Divani Köy ” denirdi . Bunla birlikte İktâ sahipleri hem Divanın
kendilerine ayırdığı köylerin tüm gelirine sahip değildi . Köydeki dirlik düzenliğin
sağlanması için alınan
bir vergi grubu
vardı ki , mali değimle bunlara “Rusum - u Niyabet ” denirdi ve Sultanın yolladığı Naipler tarafından alınır ve hazineye
gönderilirdi . Toprak soyluluğunu önlemek için Osmanlı
Devleti bazen bir
köyü iki Tımar
Beyi arasında paylaştırmıştır .
Dirlik hizmeti verilen kişiler de Ulufeliler gibi devletin
savaşlarına katılmakta ve iç hizmetlerini
yapmaktaydılar . Ayrıca başarılı dirlik sahiplerine
“ Hizmet Akçesi ” verilirdi . Dirliklerden vakıflar adına gösterilen
para burayı vakıflar
adına özelleştiriyordu .
2)
Vakıflardan Gelir Aktarımı
:Vakıflar genellikle köprü , su , cami ,
medrese gibi hayır amaçlı kurumlardı
. Vakfı yapan kimse Vakıfnamede vakfın
yaşaması için hangi gelirlerin
kullanım içine alındığını yazardı .
Sultandan en küçük
sipahisine kadar , toplum derece derece
zengin sınıfını oluşturan Dirlik Sahipleri ,özel mülk olarak ev – bark
, han , hamam ve benzeri türden ne
kadar
çok şey edinmiş
olurlarsa olsunlar dirlik türünden ne kadar
çok şey edinirlerse edinsinler , gene de başlıca gelir kaynakları , mülküyeti devlete ait olan
topraklar ve burayı eken
çiftçilerden çeşitli adlarla alınan vergilerden oluşmaktaydı . Sevap kazanmak için Dirlik
Sahibinin “ kendi
canından ve öz malından ” olarak vakfedeceği
bir kişi mülkü niteliğine sokmak gerekiyordu
. Bunun kolayı “ Temlik ” dediğimiz yolun açılmasıyla
bulunmuştu . Temlikle kişi Tımar
Arazisini kendi öz
malı gibi vakfedebiliyordu
. Vakıfların yönetim işi vakıf
sahibinin akrabalarından olan mütevellilerce
yürütülüyordu . Vakıf özel kurum
olarak görünse de , Kadılarca denetlendiğinden Resmi Statüye
sahiptiler .
Dirlik arazisi malikâneye , malikâne de arazi olarak vakıf arazisine çevrilir ; bu arazi vakfedilirdi
. Fatih ve Kanuni Dönemlerinde vakıf topraklarına sınırlandırma getirilmiş , Divan ve vakıf personelinin
aras ı açılmıştı .
III
. İKTİSADİ BUNALIMIN İLK BASAMAĞINDA
TÜRKİYE
A)
Devletin Para Sisteminin Sarsılmas ı: Osmanlı para piyasası ve maliyesi açık bir
piyasaydı . Darphanelere kişilerce götürülen gümüşlere %14 kesinti yani vergi
alınıyordu . Yavuz Döneminden sonra Osmanlı Akçesi büyük bir
enflasyon çağına girdi
. Değerli maden yatağı olmayan
Osmanlı Ülkesinin gümüşleri İran ve
Kuzey Afrika’ya kaçırılıyordu . Bu da para
darlığına sebep oluyordu.
İktisadi darlığın bir göstergesi
olan gümüş darlığı devleti uğraştıran en önemli sonuç
olarak geçmektedir . Ancak önemle belirtmek
genel olarak gerekir
ki alınan tedbirler tıpkı ticari
eşyalarda olduğu gibi bir sürü yasaklar olup , öte yandan darlığı giderememektedir . Memlekette daha çok gümüş sağlayacak tedbirler alındığını gösteren belgeler yoktur . Para darlığında görülen %55 enflasyon reayayı fukaralaştırmıştır . Çünkü yeni vergi
konulmadığı halde alınan
vergiler çok fazlaydı . Osmanlı Uleması yeni vergi koymayı Bid’at olarak
nitelendiriyordu .
Bu mukataalardaki gelir azalmasının
sebebi maliye kaynaklarıyla
at başı yürüyen
bir gelir olmasıdır . Dirlik usulü maaş
hizmetlinin zararına olarak alınmaktaydı . Bu durum Hazine - i Hümayun vakıflarını ve Tımar sahiplerini güçsüz düşürmüştü
. Tekalif -i Divaniyenin kat kat
artması örneğine bakıp idari
ve asayiş görevlerinin
verdiğ i fırsatlardan yararlanıp gelirlerini , soygunculuk ve kanunsuzluk
yapma sorumluluğunu göze alarak da ols a
Hazine – i Hümayun’un yanı sıra
buldukları halde ; halk yukarıda belirtilen vergileri bile ödeme
durumunu yitirmiş , Anadolu ve Rumeli’nde faizcilik artmıştı .
1)
Kanuni toprak yazımını yeniden yaptı . Vezir Makbul İbrahim Paşa’nın buluşu olan
bu olgu ile dönüm
fazlaları arazi mukataa
defterine yazılıyordu . Örneğin 12 bin akçelik 4 köyü olan sipahinin
gelirleri fazlalıklarla 16 bin akçeye çıkınca
köylerden birisi kendisinden alınıyordu . Bu uygulama köylü ve
ekinci sınıfın
alehine olmuştur . Bu arazinin boş bırakılmasını
ve tahıl darlığını
, bu da ekmek fiatlarının zamlanmasına sebep olmuştur
.
2)
Kanuni Döneminde
alınmış yanlış tedbirlerden birisi de ûlufesi
yükselmiş Yeniçerilere Yüksek Tımarları
vererek Kapıkullarına yeni bir yükselme
kapısı açmaktı .
3)
Mültezimler fazla
vergi alabilmek için Kanunnamelerin
açık olmayan hükümlerinden yararlanıyorlardı .
4)
Oduncu Akçesi bu yılarda zamlanmış önce 15
akçe kişi başına olan vergi 75 akçeye sonra
yıllık 400 Okka
= 1 Mut = 513 Kg. dönüşmüştü .
5)
Devlet adamları özel hayatlarında lüksten kaçınmamışlar , hatta her geçen
gün lüksü arttırmışlardır .
6)
Avarız vergisi sadec e savaş zamanlarında alınan geçici bir
vergi olduğu halde
bir Kanunname ile bu vergi
yaklaşı k 93 akçeye çıkartılarak
kalıcı vergi haline
getirilmiştir .
7)
Devlet Mukataa arazilerini iltizama verdi . İltizam sahipleri bu arazileri küçülterek ikinci ve
üçüncü kişilere sattı , böylece bu araziler
üzerinde devletin hakkı kalmadı ve toprak ağalığının
yolu açıldı .
PARA KITLIĞININ HÜKÜMET ÜZERİNDEKİ OLUMSUZ ETKİSİ : Osmanlı’da devlete çalışan kişilere “ İş Erleri ” denirdi ve bu kişiler akçe üzerinden
gündelik aldıkları için ya işlerini gevşetiyor , ya da
meslek ahlâkının zayıflamasıyla bunlar işlerini kâr getirici bir meslek şekline
sokuyorlar devlet nufuzunu
da kullanıp faizciliğe başlıyor , böylece köyler boşalıyor
, köy halkının güvenliğini sağlayan Tımarlı Sipahi Ordusunun
Kapıkulları karşısında çökmeye başlamasıyla taşra halkının
güvenliğini sağlayacak kimse kalmamıştı
. Mirİ Arazi düzeni yıkılmış , böylece feodal Derebeylik
düzeninden kötü bir
“ Toprak Ağalığı ” düzeni kurulmuştu
. Şehir ve kasabaların Ayan ve
eşrafı çiftlikler kuruyor fakat burada
raiyet olamayacağı için tahıl değil
hayvancılık yapıyorlardı . Bu dönemde rüşvet ve
rüşvetçilik de Osmanlı
toplumuna girmişti .
ENFLASYON
: Osmanlı Akçesinin % 55 enflasyona uğraması sonunda tüm maddelerde
bir fiat artışı
görüldü . Bunların hepsini yazmak zamanımızı alır . Önemlileri şunlardır :
1
Okka Ekmek : %14
1
Okka Koyun Eti : %13
Sade
Yağın Okkası : % 11
1 m. Bez : % 50
Koyun
: %300
1
Okka Buğday : %200
1
Okka Şeker : %70
İşçi
Gündeliği : %100
Florin
: %50
Bu artışlar
Osmanlı toplumundaki zenginleşmeden değil fakirleşmeden
olmaktaydı . Şehir halkının ödeyeceği vergiler belliydi . Bu vergileri Subaşıya ödüyorlardı . Fakat köylerde iş karışıyordu
. Osmanlı Yönetimi “ Toprak Soyluluğu ” olmasın diye bir tımarı en
az iki kişiye
veriyordu , bu tımar sahiplerinin
her biri tüm
vergileri toplamak için voyvoda gönderiyordu . Bu olay köylü ve tımar
sahibi arasında bir kavgaya
sebep oluyor , tımar sahibine yenilen köylü “Çiftbozan
” oluyor , eşkiyalığa başlıyordu .
IV
) TOPLUMSAL BUNALIM :
1)
ÇİFTBOZANLIK OLGUSU
: Brodel , Akdeniz çevresindeki ülkelerin artan nüfusu , bozkır kökenlerindeki tarımsal arazilerin besleyememesi sonucu , pek çok köy
insanının yerlerinden ayrılmak zorunda kaldığını , bu yüzden şehirleri veya oraya buraya dağılmalar olmuştur . Bu insanlar köylerden kaçmışlar , şehirlerde aranmışlar , bu yüzden harami
grupları kurmuşlardır . Çiftbozanlık bir düzen
aksaklığı olarak görülmektedir
.
Osmanlı İmparatorluğu ganimet getirmemeğe başladığı II. Bayazıt
Döneminde ilk Çiftbozanlık
olgusu görülmüştür . Bu yüzden Yavuz babasını
kolayca tahttan indirmiş , kendisi de yaptığı
İran ve Mısır
Seferlerine katılacak düzgün ordu bulamamıştı
. Çünkü İran ve Arap
ülkeleri ganimet sahasının dışında kalıyordu . 1550 yıllarından
itibaren Çiftbozanlık tarım üretiminin
de düşmesini sağlamıştır
. Böylece olay asayiş olayı olmaktan çok ekonomik olay olarak görülür .
2)
LEVENT HAREKETLERİ
: Leventler İstanbul , Bursa , Edirne gibi Marmara Bölgesi şehirlerinden göçerek Paşa Kapusunda
iş bulmaya çalışan veya devletten
Tımar Dirliği , Kale Erliği , Kapıkulluğu isteyen Leventlerin sayısı kadrodan
fazla olduğundan Boş Leventler
grubu da Çiftbozan grubunun kurduğu harami örgütüne
katılmıştı .
Leventler
seferlerde 1495 yılından
itibaren görülmüştür . Önce seyyar satıcılık yapan bu insanlar
Bekar Hanlarında yaşamaktaydılar . Daha sonra işi içki , uyuşturucu , fuhuş , toplu soygunculuk
ve homoseksüellik başta olmak üzere türlü
allâksızlığa dökmüşlerdir . Osmanlı Devleti düz mantıkla
giderek olayın olduğu yere en
yakın köyün halkını
tutuklayarak bu işi bitireceğini sanıyordu , bu olaylar levent kadrolarını
arttırıyordu . Birçok insan köy yollarında
pusuya düşürülüp öldürülüyordu . Yakalanan sanıklar mahkemece “ örf ” yani işkenceye tabi tutuluyordu
. İşin garibi bu Leventlik olayını yapanlar sadece işsiz kimseler değillerdi . 1517 yılında Bursa Subaşısı Pîri Çelebi
ve Asesleri bir eve
girerek hırsızlık ve tecavüz olgularında bulunmuşlardı . Yiğenoğlu Medresesi Müderrisi Ali Çelebi
yazdığı bir gazelde :
” Şehrin düzeni nasıl
sağlansın ki ,
Leventler her fırsatı yakaladığında ya muhzır , ya da polistir
” diyordu .
Kanuni Döneminde ( 1520 ) Leventlerin yaratıkları güvensizlik
ortamından ötürü halk büyük
bir mutsuzluğa kapılmışıtır . Devlet Sancakbeylerini
“ Ehl - i fesadı ” defetmekle görevlendirmişti .
Ayrıca leventlerin bulundukları
köy veya mahalle
, çalıştıkları yer , oturdukları Bekar Odaları için birer
kefil istenmiştir .
Cem Sultan Olayı ,Şeyhzade
Selim ve Ahmet Kavgası sırasında leventler bu orduları oluşturunca yevmiyeli asker olmuştur
. Bu olgular basıboş levent kitlelerine yağma yapma hakkı
tanımıştır . Böylece Amasya - Tokat – Sıvas – Konya - Bursa arasındaki tüm alan yani
Tüm Orta Anadolu leventlerin eline geçmiştir
. Celali Olayları da dikkatinizi çekerim Orta Anadolu
kökenli olgulardır .
Kanuni Süleyman başa geçtiği zaman devlet
hazinesi boş gibiydi . Devleti bu durumdan
kurtarmak için İlyazıcıları çıkarıp vergileri yeni baştan yazdırmak gerekiyordu
. Kişinin yararlandığı tarladan fazla dönüm bulmak isteyen İlyazıcıları Ohri , Manastır , Avolonya bölgelerindeki halk tarafından öldürüldü. Aynı olay Mersin
, Adana , Halep , Bozok ( Çorum ) , Konya
ve diğer Orta
Anadolu şehirlerinde de görüldü . Bu isyancılar devlet kuvvetlerini
üç kez bozguna uğrattı .
Batı Anadolu kıyılarında başka bir
levent hareketi görülüyordu . Reisleri yönetiminde gemiler kıyı köy
ve şehirlerini basarak köyleri yağmalıyor, halkı köle veya
cariye olarak satıyorlardı
. 1538’de Cezayir Korsanlarının Osmanlı hizmetine girmesiyle Ege Adaları,
Anadolu ve Rumeli kıyıları
bir korsanlar denizi haline
gelmişti. Eski arkadaşları olan Osmanlı Reisleri bu korsanları bilerek yakalamıyordu. Bu korsanlar Anadolu’nun tahılını kaçırıyor, böylece dolaylı olarak enflasyon artışına neden oluyorlardı.
Kaynak gösterilerek
alıntılanabilir.
© H. Endercan KURŞAKLIOĞLU, 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder