15 Kasım 2012 Perşembe


TÜRKİYE’NİN İKTİSADİ VE İÇTİMAİ TARİHİ CİLD: I

Bölüm II

İLK OSMANLILAR(1299 – 1360)
Yazıcıoğlu’la  başlayan  Osmanlı  tarih  yazıcılığında  Ertuğrul  ve  oğlu  Osman  Bey’ler  yarıgöçebe  Kayı  boyunun  Kara  Kilimli  aşiretinin  beyleri  olarak  gösterilir . O  zaman  böyle  küçük  aşiretler  devrine  göre  daha  başlangıçta  yerleşik  ve  ileri  uygar  sosyal  temele  dayanan ; tarihin  akışı  içinde  önemli  bir  gelişme  sayılan  bu büyük  devleti  nasıl  kurmuşlardır . Aşiret  geleneğine  bağlı  Osmanlı  İmparatorluğu  nasıl  oldu  da  Cengiz  Han  ve  Timur  İmparatorluğu  gibi  kurucularının  ölümünden  sonra  yıkılmadığını , yarıgöçebe  siyasal  kurumlar  yerleşik  ve  uygar  toplumlar  üzerinde   ömürleri  çok  kısa  olmuştur . Halbuki  Osmanlı Devleti , ömrünün  hiç bir döneminde , herhangi  bir  aşiret  hayatının  ve geleneklerinin   etkisini  hissetmiyordu , hatta  göçebelikle  ilişkisi, sırf  Uçtaki  asker  örgütüne  Türkmen  boylarından  insan  kazandırmakla  kalmıştır . Osmanoğulları  Anadolu  Selçuklu  Sultanlığından  daha  gelişmiş  kurumlar  kuran , köy , kasaba  ve  şehir  hayatında  ilerleterek  siyasal  bir  kudretin  ifadesi  , haline  getiren  çok  ileri bir  rejim  kurmuşlardır . Şu  halde  Selçuklu  Sultanlığını  üstün  başarılarıyla  tekrar  kuran  devlet  gerek  kuvvet  karakteri  ve  gerçek  her  tür  kurumuyla  en  iler  şehir  kültürünün  bir  yansıması  olduğuna  göre , bu  sonuç  Osmanlı  ailesinin  aktif  olarak  bir  aşiretin  başındaki  reis  olarak  bulunduğu  tezle  tam  bir  zıtlık  oluşturmaktadır .Hammer , Zinkeişten , İorga  gibi  klasik  Osmanlı  Tarihçileri bu  konu  üzerinde durmamışlar , Gibbons’tan  sonraki  tarihçiler  ise aşiret  kültürü  ile  şehir  kültürü  arasındaki zıtlığı  açıklamaya  çalışmaktadırlar . Ertuğrul ve  Osman  Bey    Selçukluların  devlet  adamıydılar  . Bunlar  yarıgöçebe  aşiret  beyi  olarak  kabul  etmek  Osmanlı  Devletinin  doğuşuna  neden  olan  tarihi  şartları  yanlış  düşünmemize  neden  olur . Türk   geleneği  bir  okul  halinde  kurallara  bağlanarak  , devlet  bünyesi  içinde   yerini  almış , Uç  Beylerinin  yetiştirilmesi  özel  olarak  kanunlaştırılmıştır . Buna  göre   Beyleri  şuradan  veya buradan  gelip  Uçlardaki  Türk - Rum  ekonomik  refahının  yaranmak  üzere  otlaklara  konan  basit  aşiret  reislerine  değil , eskiden  beri tanınmış  aristokrat  ailelerine  veriliyordu . Belki bunların  soylulukları  önceden  kabile  reisliklerinden  alınmıştı , fakat   Beyliği  ( ki  veraseten  intikâl  ediyordu )  yaptıkları  zaman  şehirde  oturmaktaydılar  ve   sahasında  malikane  şeklinde  arazileri  vardı . Bu  arazi  içinde  oturan  tüm Müslüman  ve  Hristiyan  halktan  alınan  vergi  gelirleri  kendilerine  ait  oluyordu . Selçuklu rejimi  zamanından  beri  devlet  adamları  ekonomik  işlere  katılmakta , bizzat ticaret yapmaktaydılar . Büyük şerhlerde dükkan , han , hamam , işlek  yollarda  kervansaraylar  yaptırmak  devlet  adamlarının  bu  tip  çalışmalarının  sonucudur . Geniş  köy guruplarına  ikta  üzerine  sahip  olan  Devlet  Adamları  buralarda fazlaca  koyun  besliyorlardı . Türkmenler  Rum  müşterilerine  satmak  imkânına  sahip  oldukları  koyun  ve  diğer  hayvan  sürülerini  beslemekteydiler . Fatih  Devrine  kadar  padişahların  yayla  Safaları  olsa  bile  bunlarda  göçebeliği   gösteren   bir   işaret  yoktur  .
Gündüz  Alp  oğlu  Ertuğrul  Bey  Bizans  Uçuna  doğru  fetihlerini  yönelterek  Söğüt’ü  fethetmiş , Karacahisar’ı  kuşatmış  fakat  Tekfura  vergi  karşılığı  saltanatını  sürdürmesinden  dolayı  gözden  düşmüş  ve  fetih  hareketlerine  Anadolu  Selçuklu Sultanlığı  tarafından  izin  verilmemiştir . Uçlardaki  görevini  oğlu Osman’a  terk  ederek  oğlu  Saruyaltu  ile  birlikte  Söğüt’e  çekilmiştir . Osman  Bey’e  III. Alahaddin Keykubat  Osman  Gazi’nin  beylerbeyliğini  tuğ , bayrak , mehter  yollayıp  kutladı . Osman Bey’i  ilk  kutlayan  babas ı Ertuğrul  Bey  oldu . İnönü - Eskişehir  Uçu  Beyi  Osman  Bey  Sağ  Kanat  Beylerbeyliğine  yükselmişti . Osmanlılar’la  Bizans  Tekfurları  arasında  yapılan  ilk  savaş  İznik  Gölünün güneyinde  Koyunhisar  noktasında  yapılan savaştır . (1302) Bu savaştan  sonra  Osmanlı  Beyliği’nin   genişleme  yolu  batı  yani  Bursa  olmuştur . Osman Bey İnegöl , Bilecik  , Yenişehir , İznik , İzmit , Yalova   kalelerini  alarak  Bizans’ın  Anadolu’daki  en  büyük  şehri  olan  Bursa’yı  abluka  altına  almıştı . Osmanlı Beyliği 1308 yılına yani Anadolu Selçuklu Devletinin varlığının yok oluşuna kadar fetih yapmadı.1308’de son Selçuklu Sultanı II.Mesud’un Kayseri’de ölmesi üzerine Selçuklu Şeyhzadesi Gazi Çelebiye Sinop,Gerede,Kastamonu ikta olarak verildi ve Moğollar ülkeyi atadıkları Genel Valiler aracılığıyla yönetmeye başladılar .
Bu yıllarda Anadolu Selçuklu tahtı için Moğol İlhanlı Devleti , Germiyanoğulları , Karamanoğulları , Ertana Devleti , Suriye - Mısır Memlük Sultanlığı’nın  ismi  geçiyordu . Ayrıca  Gazi  Çelebi  ve  oğullarının  da  Selçuklu  Sultanlığı  üzerinde  hak  idea ediyordu . Osman  ve  Orhan  Bey’in  savaşçıları  nökerlerdi . Yani  beye  vassalık  yeminiyle  bağlı , ganimetten  pay  ve  fetih  arazisinden  tımar  alan  beylerdi . Bunlar  içinde   Kara  Mürsel , Kara  Cebeş  gibi  zenci  komutanlar  da  vardı . Osmanlı  genişlemesinin  en  önemli  etkenlerinden  biri  de  Uçlara  Orta  Ve  Doğu  Anadolu’dan  göçen  Türkmenlerdi . Bunlar  göçebe  değil  yerleşik  Türkmenlerdi . Osmanlı  Devletini  Oğuzlar  kurmuştur . Osmanlıların  ilk  kuruluş  yıllarındaki  belgeler  , vakfiyeler ve  ilk  alınan  şehirlerdeki  tarihi  coğrafya  incelenecek  olursa  Osmanlıların  göçebe  değil  yerleşik  bir  rejimde  oldukları  görülür . Örneğin  1326  yılında Bursa     alındığında  burası  yağmalanmamış ; tımar , vakıf  arazileri  belirlenerek  iskân  için  başka  şehirlerden  halk   buraya  göçtürülmüştür . Şehir  merkezine  bir  mescid  veya  külliye yapılarak  Türk  nufus  bunun  etrafında  toplanmıştır . Osman  Bey  Selçuklu  Devletinin  tarihe  karışmasından  sonra  Moğol  İlhanlı  Devletinin   Beyliğini  yapmıştır . Osman  ve  Orhan  Beyler  hayatları  boyunca  hükümdar  anlamına  gelen  Sultan  kelimesini  isimlerinin  başına  almamışlardır . Bunların  unvan ı “ emir ”  yani  komutandı . Sultan  ismini  ilk  kez  Sultan  I.Murad  almıştır . Osman  Gazi’nin  silah  arkadaşları  da  divan  sahibi , şehirlerde  oturan  yüzbaşı  ve  elli  başıydılar . Kabilelerle  ilişkileri  bir  tek  savaşçı  asker  toplama içindi . Osmanlı  Beyliği  bir   el olma  durumuna  Karesi  Şeyhzadesi   Dursun  Bey’in  hakkını  korumak  için  Karesioğulları’nı  yok  etmekle  kazanmıştır . Böylece  Osmanlı  Devleti  Çanakkale  Boğazına  kadar  olan  yerleri  ele  geçirmiştir . Karasioğullarını  yok  etmekle  bu  beyliğin  tecrübeli   devlet  adamları  Osmanlı  Devleti’nin  hizmetine  girmiştir .
Son  Selçuklular  Moğol  işgali  sonrası  Amasya  ve  Konya  sultanı  olarak  ikiye  ayrılmıştı . Rûm  Eyaleti  ve  Danişmendiye  eyaletinin  son  hükümdarları  ayrı  kişilerdi. Bu  yüzden  birisi   bölgesini  Karamanoğullarına , diğeri  ise Osmanoğullarına  bağışlamıştı . Karaman ve  Osmanlı  tarihlerinde  “Sultanlığın  kendilerine  verilmesini ”  böyle anlamamız  gerekir . Karasi  Bey’i  olan  Süleyman  Bey Bizans’ın   mücadelelerinden  de  yararlanarak  1353  yılında  Gelibolu  Yarımadasındaki  Çimpe  Kalesinden  Rumeli’ye  asker  çıkardı . Karesi devlet  adamlarından  Ece  Halil  Bey , Lala  Şahin  Paşa , Hacı  İl  Bey , Fazıl  Bey  düşmanları  olan  Bizans  İmparatorluğunu  dost  ve  düşman  tarflarıyla  biliyorlardı . Süleyman  Bey’in  ölümüne  kadar  olan  altı yıl  içinde  Doğu  Trakya  Bölgesi  ele  geçirilmişti . (1359)  Bursa  ve  İznik  şehirlerinin  fethinden  sonra  Orta  ve  Doğu  Anadolu’dan  buralara  Türk  nufus  göç  etmiştir . Göç edenler  kabile  bağıyla  biribirine  bağlı  insanlar  olmayıp  Moğol  baskısından  şehirlerini  bırakan  yerleşik  halktı .

İLK OSMANLI TOPLUMUNDA DEVLET VE YÖNETİM TEŞKİLATI
a)                 TOPLUM : Yeni  alınan  yerlerden  gelip  yerleşen  halktan  yeni  kurulan  mahallelere  birer  mescid  yaptırarak  bu  ibadethanelere  kendi  adlarını  vermişler  ve  mescidlerin  etrafında  kurulan  mahalleler  de  bu  kuranların  ismini  almıştı. Böylece  gerek  vakıflar , gerekse  bu  mescidler  ve  mahalleler  sayesinde ,  fetholunan  şehirde  ilk  gelip  yerleşen  birçok kimseleri , çoğuncası  sıfatlarıyla  biliyoruz . Taşıdıkları  sıfat  ve  lakapları  kendilerinin  ya  devlet  ricalinden  veya  bir  sanat erbabı (mesela habbaz , debbağ , bezzaz  vb. ) olduklarını , yahut  başka  bir  şehirden  göç  ettiklerini  anlatmaktadır . Zaten  Osmanlı  fetih  hareketinde  ana  rolü  kabileler  oynamış  olsa  bile , bunların  derhal  yerleşik  hayata  alışarak , hem  de şehirlerdeki ilk  nufus  boşluğunu  doldurup  buraları  Türkleştirecek  kadar  çabuk  bir  sosyal  devrim  geçirme  yeteneklerine  sahip  olmaları  düşünülemez . O  halde  bunların  bağlı  olduğu  hayat  şartları  gereği , daha  çok  meralara  ve  köylere  yerleşmiş  olmaları  akla  gelir . Bursa  ve  İznik  çevrelerinde  dahi  büyük  ölçüde  denebilecek  bir  aşiret  akınını  gösterebilecek  belirtiler  yoktur . İlk  Osmanlı  fetihleri  ve  alınan  şehirlerde  yapılan  bayındırlaştırma  ve  nufus  iskanı  eylemi  hakkında  en  eski  kaynakların  verdiği  bilgilerden  de  yola  çıkarak  hep  yerleşik  halkın  ve  özellikle  şehir  halkının  rolü  anlaşılmakta  ve  bu  gibi  sebeplerle  bile  dahi  aşiretin  sözü  edilmemektedir.
b)                 HÜKÜMDARLIK: Osmanlı  ailesi  Selçukluların  bir   Beyiydiler . Onlar  görevleri  gereği  Selçuklu  sarayı  ile  yakın  ilişkide  bulunuyor; Sultan  arzu  ettiği  takdirde   Beyleri  giderek   hediyelerini  sunuyor  ve  bağlılıklarını  yineliyorlardı . Sultanın başşehirde  ve  herhangi  bir  yerde  düzenlediği  ünlü şölen  ve  eğlencelerin  gerçek  davetlisiydiler.  Ayrıca  bir  beylik  prensinin  Selçuklu  sarayında; yani  Sultanın  yanında  oturması  çok  önemle  uyulan  bir  sosyal  kuraldı. Uç  Beyleri  sultanın  hazinesine  yılda  ancak  belirli  bir  oranda  kararlaştırılan   bir   tür  yıllık  vergi  öderlerdi. Örneğin  bütün  seferlere  Osmanlı  padişahının  şahsen gitmesi, hükümdarın  ihtiyarlığı  veya  hastalığı  halinde  başkomutanlığı  ve  seferi  oğullarından  birisinin  yönetmesi  tamamıyla   Beyliği  geleneği  olarak  kurulmuştur . Fetheden  kim  olursa  olsun  bir arazi alındığı  zaman , kesinlikle  padişaha  ait  olması , ” serdar ”  veya  seferi  idare  eden   Beyine hükümdarın  yeni  alınan  arazi  köylerinden  ancak  tımar  ve  malikhane   vermesi  şeklinde  yöntem de Selçuklu  sultanlarından  değil , Uç  Beyliği  geleneğinden  gelen  bir  yöntemdir . Bu  Osmanlılarda  uzun  ömürlü  merkeziyetçiliğin  temelleri  atmış  ve  Türk  tarihinde  çok  defa  rastladığımız  üzere , geniş  fetihlerin  arkasından   Uçta  yeni  bir  yönetimin  doğmasını  olanaklı  kılan   kötü  bir  yönetim  örgütü  kaldırılmıştı .
Aylık  sistemi  Selçuklu  hazinesi  Moğol  işgalinde  olduğu  zamanlarda  ödenmeye  başlamıştı . Bunun  nedeni  ise  parasal  yetersizlikti . Osmanlılarda  Selçuklularda  hazine  işlerini  gören  Naip  Voyvoda  ismini  almıştı . Görülüyor  ki  Selçuklulara  bakarak  Osmanlı  Devletindeki  hükümdarın  hukuki  statülerinde  bir  hayli değişme   vardır ve  bunlar  modern  devlet  anlayışına  doğru  atılmış  önemli  adımlar  olarak  saymak  gerekir.
c)                 DİVAN : Selçuklu  Divanı  üç  önemli  konuda  çalışırdı :
1)                    Hükümdarın  Danışma  Meclisi  sıfatıyla  dost  ülkelere  elçi  gönderir  ve  Konya’ya  gelen  elçileri  kabul  ederdi .
2)                    Devletin  mali  işlerini  yönetirdi .
3)                    Eyaletlerin  askeri  ve  sivil  idaresi . Beylerbeyinin  komutasında  sefere  çıkacak  orduyu  toplama .
Osmanlı  Divanında  çekirdek  üç  kadrodan  oluşurdu . Selçuklular  tarafından  vezirlere verilen  Sahip  ünvanı  unutulmuş , bunun  yerine  Osmanlı  Vezirleri  Paşa  ünvanını  almıştır . Vezir  padişahın  vekili  olup  tüm  idari  işlerin  başıdır . Mali  işler  Defterdar  denilen  ve  isim  olarak  İlhanlılardan  alınan  kişi  tarafından  yönetilirdi . Adli  işlere  ise  daha  sonra  Kadıasker  olarak  adlandıracağımız  Bursa  Kadısı   bakardı .
Mevcut  belirtilere  göre , ancak  I.Murad  döneminden  sonra  Divan üyelerine  Haslar  tahsise  başlanmış  olabilir . Çünkü  bu  hükümdar  zamanında , orduya  şeyhzade  yerine  vezir  komuta  etmeye  başlamış  olduğundan , fethettiği  yerlerden  büyük  şehirler  ve kaleler  dışında  olmak  üzere  pek  çok  köylerin  timar  olarak  bu  yeni  tip  vezir - serdar’a  veya paşa - vezir’e  verilmesi  Osmanlı  usulündendi .  
d)                  ASKERİ TEŞKİLAT : Selçuklu  ordusunun  komutanı  Sultan veya  sefere  çıkmadığı  zaman  Beylerbeyi  idi . Selçuklu ordusunu  şu  kısımlarda  inceleyebiliriz : 1) Hükümdarın  hassa  askeri  sayılan  gulâmlardan  oluşmuş  gulâm , Silahtardan  , Candarlardan  ve  Sipahilerden oluşan  , sefer  dışında  hükümdarın  ve sarayın güvenliğini ve  emniyetini  sağlayan , sarayı  koruyan  ücretli askerler  vardı . Bunlar  Konya  sarayındaki  Gulâmhane  ve  taşthane’de   ( Osmanlılardaki Acemi Ocağı ) Baba’ların  (Yeniçeri Ağalarının)  gözetiminde  yetiştirilirdi .
2) Nökerler  yani  bir  devlet  büyüğünün  emrine  ellibaşı , yüzbaşı,  binbaşı , bölükbaşı  ünvanıyla  girmiş , vilayetlerdeki   ve  kalelerde  güvenliği  sağlayan  kuvvetler . Bunlar  alınan   ganimet  ve  kölelerle  geçimlerini  sağlarlardı .
3) Köle  Askerler
4)  Yabancı  paralı  Askerler
5)  Subaşılarıyla birlikte  savaşa  giden   atlı  askerler
6) Meliklerin  kuvvetleri
7)   Beylerinin  kuvvetleri
8) Fütüvvet  Ehli
9) Ücretli  Askerler
      Osmanlı  Devletinin  kuruluşunda  ordu  üç  cins   askere  dayanıyordu :
1)  Fethedilen  yerlerden  Timarlı  Sipahilik  vermek  suretiyle  Türkmen  halktan alınan  sipahiler . Bunlar  devlet   hizmetine  bireysel  değil  topluca  girerlerdi .
2)  Parasal  olarak  ücretle  tutulan  veya  ganimet  karşılığı  bir  beyin  hizmetine  giren  Nökerler . Bunlar  Osman  Bey’in  özel  ordusunu  oluştururdu . Osmanlılarda ” Nöker ” adı  “ Azap ”  adıyla değişmiş  ve  Yeniçerilik  kurulmadan  önce  devletin  sürekli  ordusu  olan  Azapları  oluşturmuştur . 
3) Tarımcı  ve  köylü  halktan  toplanan  Yaya  ve  Müsellem  Askerleri. Bazı  vergi  indirimleri  sayesinde  toplanıyordu . Bunlar  yalnız  sefer  esnasında  orduya  çağrılıyor, diğer zamanda  ise tarımcılık  yapıyorlardı .
e)                 SİVİL İDARE: Selçuklular  zamanında  devlet  Divan Dairesi, meliklikler  ve  Uçlar  olmak  üzere  üç  idari  parçaya  ayrılmıştı.
Anadolu Selçuklularının yıkım dönemlerinde, yeni  fethedilen  birçok  toprak  alınarak  hepsini  birer kadılık  şeklinde  oluşturan  Osmanlı  Beyliğinin  ilk  sivil  düzeni  Selçuklu  Devletinin  Divan  Arazisine  bağlı  yerlerde  uygulanan  sistemin  aynısıdır. Divan  tarafından yeni  alınan  yerin  güvenliğini  sağlamak üzere  bir  Subaşı  atıyordu , bu  araziye  “ Subaşılık  Arazisi ” denirdi . Her  Subaşı  başında  bulunduğu  şehrin  güvenliğini  korumakla  birlikte , askeri  bakımdan  bir  sancak  oluşturan  yerlerin  sefere  çıkan  kuvvetlerinin  de  başkomutanıydı .
İslâm  ülkelerinde  olduğu  gibi bütün  devlet  idaresiyle  reaya  ile  karş ı karşıya  geldiği  hallerde , yani  hükümet  ile  halkın  ilişkilerinde  “ Şer’i Şerif ” veya  kadılık  kurumu  kontrol  göreviyle  yükümlüdür . Kısacası  Selçuklu  idare  bölünmüşlüğü  ana  olarak  Kadılıklara , şehrin  güvenliğini  korumak  ve  askeri  teşkilatı Subaşılara  ait  bulunuyordu . Şehirlerde  güçlü  merkezi    yöneticilerin  merkeze  isyan  çıkarmalarından  korkan  Osmanlı  yönetimi şehir  yönetimini  Kadı ile Subaşı  arasında  paylaştırmıştı . İktâ  vaziyetinde  olan  köylerin  ve  kasabaların  güvenliklerini  sağlamayı  Subaşı  Naipleri  üstlerine  almıştı . Muaf  ve  Müsellem  yerlerin  bu  gibi  işleri  sahiplerinin  özel naiplerince  görülüyordu .
ANKARA SAVAŞINA KADAR OSMANLI DEVLETİNDE EGEMENLİK ANLAYIŞI ( 1360 – 1402 )
Osmanlı  Devleti  Karamanoğlu - Ertana  Devletlerinin  çekişmesinden  yararlanarak Süleyman  Bey  komutasında  1359  yılında Ankara  Ahi  Cumhuriyetine  son  verdiler . 1359  yılında  Karamanoğullarının  Ankara’yı  Osmanoğullarından  almasıyla  ünlü  Osmanlı - Karaman mücadelesi  başlar . Orhan  Gazinin  ölümü , I.Murad’ın  asi  kardeşlerinin  isyanını  bastırması  ve Rumeli  sorunları  yüzünden  Osmanlı  Devleti  buna  bir  süre  göz  yummuş , 1362  yılında  I.Murad  sadece  Ankara’yı  değil  Çorum’a  kadar  olan   bütün  Orta  Anadolu  Bölgesini  ele  geçirmişti .   Böylece  Osmanlı  Devleti  sadece   Beyliklerinin  korkacağı  bir  konumdan  çıkarak  Büyük  Anadolu  Devletlerini   bile  tehdit  edecek  konuma  gelmişti .
Osmanoğulları , Rumelinde  kazandıkları  başarılarla , diğer  Anadolu  Beyliklerini  kat  kat  aştıkları  gibi , Türkiye  halkı  üzerinde  büyük  ve  karşıkonulmaz   bir  itibar  da  elde  etmişlerdi . Özellikle  dar  durumda  olan  Anadolu  halkına  bu  yeni  fetihlerin  sağladığı bereketli  tarla , bağ – bahçe , şehirlerde  ve  kasabalarda  ev  bark  veriliyordu . Eski  Danişmendiye  Eyaletinin  her  yönden  merkezi  sayılan  Amasya’nın  gerek  ayanı , gerek  bilginleri  ve   başka  ileri  gelenleri  Osmanlı  Beyliğinin  siyasi  ve  idari  mekanizmasını  ellerine almışlardı . Şu halde  Osmanoğulları  resmen  olmasa  bile  fiilen  Yeşilırmak  havzasından  Edirne’ye  devam  eden  ve  kesinkes Danişmendiye  Eyaletinin  Sol - Kol  Uç’u   üzerinde  fazla  gelişmesiyle  oluşmuş  bir  ülkenin  hükümdarı  olmuşlardı . Batı Anadolu’dan  pek  çok nufus , bihassa  göçebeler  Osmanlıların  fethettiği  topraklara  akıyor  ve  yerleşik  çiftçi  halk  ise  göreve  katılmak  için  koşuyordu . Onun  için  gerek  Karamanoğulları , gerek Germiyanoğulları öyle rastgele  bir  mesele  ile  Osmanlı  Devletiyle  çatışacak  durumda  değildi .  Karamanoğlu  ve  Ertana  Devletleri  arasındaki  Anadolu  Selçuklu  Devletinin  yerini  alma  amaçlı  savaş  sürüyordu . Bu  savaşlar  halkı  bezdirirken  Osmanlı  topraklarındaki  refah  ve  milli  heyecan  bu  aileyi   bu  aileyi  ” milli  hanedan ”  konumuna  yükseltiyordu . Buna  karşın  şiddet  kullanarak  zorbalığa  varan  bir  Osmanlı  gücüyle  hiç  karşılaşmıyoruz . 
Gelecekteki  Türkiye’nin   siyasal  rejimi  olacak  olan  Osmanlı  Beyliğinin   hükümet  şekli , tamamıyla  merkeziyet  ilkesine  dayanırdı . Belki  başlangıçta  mekanik  fakat  Yazıcızade  Ali , İdrisi  Bitlisi , Kemal  Paşazade  gibi  yazarların  eserlerinde  açıkça  anlatıldığı  üzere  en  az  Yıldırım Bayazıt   döneminden  süregelen  zaman  içinde  bilinçli  bir tarzda  Anadolu  Selçuklularının  siyasal  yapısını  inceleyerek ,   belirlenen  rejimin dezavantajları  Osmanlı  Devletinde  avantaj  durumuna  getirmek  için  devlet  merkeziyetçi  ve  mutlak  bir  şekil  aldı .
Osmanlı  Devleti  XIV.  yüzyıl  ortalarında  Anadolu’da   önemli  bir  devlet  olmakla  birlikte  diğer  Anadolu  Beylikleriyle  savaşarak  ortadan  kaldıracak  güce  sahip  değildi . I.Murat’ın  oğlu  Şeyhzade  Bayazıt  ile  Germiyan  Beyinin  kızının  evlenmesiyle Kütahya , Simav , Tavşanlı , Eğrikeski , Eğrigöz  şehirlerini  Osmanlı  Devleti  ele  geçirdi . Anadolu  Selçukluları , Karamanoğulları , Candaroğulları  arasında  da  siyasi  evlilikler  olsa  bile  böyle  şehir  verme  adeti  yoktu .  Germiyanoğlu  Yakup  Bey  bu  toprakları vermekle  Osmanlılarla  Vassal – Süzeren  ilişkisi  içine  giriyor , akrabalık  kuruyor ; bu  devlete  kız  ve  çeyiz  verme  suretiyle kendi egemenlik  alanını sınırlıyordu (1381) . I.Murat  aynı  günlerde  1382’de  60 bin  Düka  altını  karşılığında  Hamitoğullarından    Isparta,   Karaağaç , Akşehir , Beyşehir,  Seydişehir’i  satın aldı . Gözler Rum  Eyaletine  çevrilmişti . Bu olgulardan  sonra  Aydınoğulları , Candaroğulları , Menteşeoğuları , Saruhanoğulları  Osmanlı  Devletinin  vassalı  durumuna  geldi . Anadolu  Beylerbeyliği  kuruldu . I.Murat  ve  Karamanoğlu  Alahaddin Ali  Bey  ile  yapılan  savaş  sonunda  Karamanoğulları – Osmanoğulları  arasındaki  sınır Çarşamba  Suyu  olmuştu.
1389’da  olan  I.Kosova  Savaşı  Padişah  I.Murat’ın  ölümüne  yol  açsa  bile  çok  büyük  bir  zaferdir . Çünkü  Osmanlıların  vassalları  Aydınoğulları  , Candaroğuları , Germiyanoğuları , Saruhanoğulları , Hamitoğulları  gibi  vasal  devletler  kendi  sancakları  altında  Osmanlı  ordusuna  katılmıştı .
Başa  geçen Yıldırım  Bayazıt   önce  Batı  Anadolu  Türk  Beyliklerini  Bursa’ya  1390’da  bağladı . Aydınoğlu  İsa  Bey  Tire’de , Saruhanoğlu  Manisa’dak i tımar  gelirini  alarak  siyasetle  uğraşması  yasaklanacaktı . Yıldırım  Bayazıt  Bizansın  elindek i son  Anadolu  şehri  olan  Alaşehiri  aldı . Anadolu  Beylerbeyliğini  oğlu  Süleyman   Çelebi’ye  verdi . Süleyman  Çelebi  Bursa’dan  ayrılmadığı  için  bölgenin  güvenlik  işlerini  Subaşı  Kara  Hasan  Bey  gördü . Sultan - ı İklim – i  Rum  ( Büyük  Roma  İmparatoru ) ünvanını  Niğbolu  Savaşından  sonra  alan  Yıldırım  Bayazıt (1396) Karaman  Seferine  çıkarak  Konya’yı  Karamanoğularından  aldı . Karamanoğulları  bir  İç  El  devleti  durumuna  düştü . I.Murat’ın  son  günlerinde  Ertana  Devleti  bir  siyasi  darbeye  sahne  olur .Ne asker , ne de  bilgin  sınıfının  desteklediği  Kayseri  Kadısı  Kadı  Ahmet  Burhaneddin   aristokrasinin  eğemen  olduğu  bu  alana  kendini  Sultan  ilan  eder . Yıldırım  Bayazıt  Sıvas’ı  alarak  Kadı  Ahmet  Burhanedin  Devletini  yıkar . 1400’lü  yıllarda Yıldırım  Bayazıt  1308’d e ölen  son  Selçuklu  Sultanı  II.Mesud’un  sınırlarının  ötesine  geçmişti .
Ankara  Savaşı  öncesi  Osmanlı sosyoekonomik  ve  sosyotoplumsal  yapısı  buydu . Yıldırım  Bayazıt’ın  Timur’la  yaptığı  Ankara  Savaşında  yenilmesi  üzerine  Timur  Beyliklere  topraklarını  geri  verir  ve  1403  yılında  Yıldırım  Bayazıt’ın  ölmesi  üzerine Anadolu’da  kalan  oğulları  Süleyman , İsa , Musa , Mehmet  Çelebilerin  hepsine  birden  padişahlık  beratı verir . Mustafa Çelebiyi  ise  rehin  olarak  götürü . Böylece  1402 – 1413  yılları  arasında  görülen  Fetret Devri  meydana  çıktı . Amasya  Sancakbeyi  Mehmet  Çelebi  diğer  kardeşlerini  yok  ederek  Osmanlı  Padişahı  oldu .

ANKARA SAVAŞINDAN İSTANBULUN FETHİNE
Şeyh  Bedreddin  kimdir  ve  nasıl  bir  kişiliğe  sahiptir . Bu bizim  konumuz  dışında  kalır . Fakat  Aydın , Saruhan , Karaburun  ve  Rumeli’de  Şeyh  Bedreddin  İsyanını  gördüğümüze  göre  bu isyan  Osmanlı  toplumu  için  önemli  bir  toplumsal  isyandır . Şeyh  Bedreddin  Edirne  yakınlarındak i Simavna  kasabasının  kadısının  oğlu  olup  medrese  eğitimi  yapmış  ve  Uzmanlık  ünvanını  Kahire’deki Ezher  Üniversitesinden  almıştı . Bu  isyan  Babaî - Batınî ayaklanması  değildir . Şeyh  Bedreddin  medrese  kökenlidir . Medrese  bu  gün  anlaşıldığı  gibi  ahret  için  değil  dünya  için  insan  yetiştirirdi . Osmanlı  bürokrasisinin  kökeni  medreselerdi . Selçukluların  yanlışlarını  iyi   değerlendiren Osmanlı  Devleti  çeşitli  mansıp  ve  tımarlar  vererek  ve  imaretler  yaptırarak  Aşıklar -Abdallar  gurubunu  Bursa - İznik  çevresinde  tutmuştu . Padişahlar da  mevkilerini  korumak  için  büyük  tarika t şeyhlerine  bağlıydılar. Örneğin  Osman  ve  Orhan  Beyler Şeyh  Edebali’ye , I.Murat Mudurnu’da  oturan  Abdülkadir  Geylani  soyundan  Şeyh  Fahreddin  Efendi’ye  bağlanmıştı , Yıldırım  Bayazıt  ise  aynı  zamanda  damadı  olan  Halveti  Şeyhi  Emir  Sultan’ın  müridiydi .
Şehirlerde  Suni  İslamlık  nasıl  ağır  basıyorsa , kırasal arazide  dergâhlar  ve  şeyhlerin  etkisi  vardı . Medreselerde  kişinin içinden  çıkamadığı  sorunları  dergâh  şeyhleri  kısa  ve  kolay yoldan  halka  anlatıyordu . Bu  da  şeyhlerin  çoğu  çoban  ve göçebe  olan  topluma  Şamanizm’den  beri  yaptıkları  bir katkıydı . Şeyler  toplumun  kültür  durumuna  göre  Mevlevi  veya  Bektaşi olarak  olayı  inceliyordu .
Şeyh  Bedreddin  Musa  Çelebi  tarafından  Kazaskerliğe  getirilmişti . Bu  olgu  bile  Şeyh  Bedreddin’in  devlet  hizmetinde  çalışan   bir  kadı , sonra Kazasker  olduğunu  gösterir  .Şeyh  Bedreddin  isyanını  sadece  dinsel  kökenli  bir  isyan  olarak  açıklayamayız . Bu  isyan  siyasi , toplumsal , sosyal  ve  dinsel  kökenli  bir  isyandır . Şeyh  Bedreddin  isyanı  diğer   dinsel  isyanlardan  şu  konularda  ayrılır :
1)  Şeyh  Bedreddin  bilgi  ve  zekâ  yönünden , Rumelinde ve  Batı  Anadolu’da  kendine  bağlı  bir  tabaka  yaratmış  olup  , bunlarca  tarikat  şeyhi  olarak  saygı  görüyordu .
2) Şeyh  Bedreddin  devlet  ve  divan  hizmetinde  bulunmuş  bir  kişiydi . Devlet  görevlileri  arasında  gerek  tarikat  etkisiyle , gerekse  görev  yoluyla  taraftarlar  bulmuştu .
3)  Siyasi  karışıklıkların  sebebi  sosyal  düzen  Ankara Savaşından  sonra  bozulmuş  olması , Ege  Denizciliği  ve  diğer  iş sahaları  yüzünden  bölgede  görülen  bekar  izdihamı , burada  görülen  iş darlığı , Timur  ve  Moğol  tehlikesi  yüzünden  devlete  duyulan  can güvensizliği  bu   isyanı  oluşturur .
Çelebi  Sultan  Mehmet  iktidarı  ele  geçirince  Şeyh  Bedreddin’i  öldürtmez , ölmesi  için  sıtma  hastalığının  bol  görüldüğü  İznik  şehrine  sürer . Şeyh  Bedreddin’e bağlı  küçük  Tımar  sahipleri , bekâr oğlanları , Akıncılar  ve  Tavcılarca  desteklenmiştir . Aydın  Sancağı  ve  Karaburun  taraflarında  isyan  eden  kişilerin   sayısı 8-10  bini  geçmez . Bu  da  çok  büyük  bir  ekonomik  krizin  olmadığını  bize  anlatır . Timur’un  1400  yılında  Sıvası  almasıyla  halk  arasında  ortaya  konan  korku  Dobruca , Filibe  ve  Deliorman  bölgesinin  Türkleşmesiyle  sona erdi . Anadolu’da   Moğollardan   kaçan   Osmanlı   reayası   oraya  sığındı . Asıl   isyanın   gücünü   bu   reaya   oluşturdu .  Ayrıca   Anadolu   ve   Rumeli   Bölgeleri  veya   Bursa   ile  Edirne   arasındaki  rekabet  de  bu   isyanı   kışkırttı  .  1427’de   Şeyh  Bedreddin   isyanı   bastırıldı  ve  Şeyh Bedreddin   için   “ Kanı helâl , malı haramdır . ”  fetvası  çıkarılarak  Serez  çarşısında  asılarak  idam  edildi .
ANKARA SAVAŞINDAN  İSTANBUL’UN FETHİNE OSMANLI İDARESİNDE  DEVLET TEŞKİLATI
DİVAN : Padişah  ve  yukarıda  ismini  belirttiğimiz  dört devlet  görevlisi  Divan’ı  oluşturuyordu . Kuruluş  Devrinde Divan’ın  başkanı  padişahtı . Osmanlı  vezirlerine Paşa  ünvanı  verilmiştir . Bu  kelime Köprülü’nün  yaptığı  lingustik  çalışmaya  göre  “ Baş  +  Ağa  ” kelimesinden  bozulmuş  Türkçe  bir  sözcüktür . Osmanlı  Hanedanından  kimseye  Paşa  ünvanı  verilmemiştir . İlk  vezir Alahaddin  Paşa  ile  Osmanlı  tarihçileri  Osman Bey’in  oğlu  Alahaddin  Bey’in  ismini  karıştırmışlardır . Orhan  Bey’in oğluna  ”Süleyman  Paşa ” denmesinin  nedeni  bu  kişinin  ordu  komutanı  olduğundandır .  Paşalık  ünvanı  aynı  zamanda  Selçuklularda  görülen  Beylerbeyliği  ünvanını   da  yetkilerini  üzerine  almıştır . Osmanlı  Toplumunun  bildiği  ilk  klasik  Paşa  örneği   Lâlâ  Şahin  Paşa’dır . Lâlâ  Şahin  Paşa  kul  kökenli  bir  devlet  adamıdır . Fakat ilk  kul  kökenli  devlet  adamı  değildir . İlk  kul  kökenli  devlet  adamı  Lûlû  Paşadır . Hiçbir  zaman  kullara  Büyük  Vezirlik  ünvanı  verilmiyordu. Danişmendiye yani  medreseden  yetişme  kişilere  Büyük  Vezirlik  ünvanı  verilmiştir.
Geniş  Osmanlı  Fetihlerine  katılma  görevi  Bursa  Kadısının  görevlerini  aksatıyordu . Bu y üzden  ayrı  Kazasker  ataması  yapılmıştır . 1389  yılında  yazılan  Gülçiçek  Hatun  Vakfiyesinde  hem  Bursa  Kadısının, hem  de  Kazaskerin  imzası  vardır . Yıldırım  Bayazıt  Döneminde  iki  Kazasker  olmuş, Fetret  Devrinden  sonra  tekrar  teke  inmiştir .
Kuruluş  Döneminde  Enderunlu  Devlet  Adamlarıyla  Anadolu’lu  aristokrat  ailelerden  gelme  Danişmendiye  sınıfı  arasında  gizli  bir  rekabet  vardı. 1444  yılında  Edirne    Segedin  Antlaşmasından  sonra  bu  rekabet  su  yüzüne  çıkmıştır. II.Murat                            Anadolu  ve  Rumeli  aristokrat  ailelerini  tutunca , yeni  padişah  II.Mehmet  Enderunlu  ve  Yeniçeri  zümresinden  destek  almıştır . Fakat   her  iki  tarafın  da  siyasi  etkileme  oranı  %50  olduğundan  babası  II. Murat’ın  tekrar  padişahlığa  geçmesine  II.Mehmet  razı  olmuş ; yerine  geçmek  için  babasının  ölümünü  beklemeye  başlamıştır .
İLLERİN YÖNETİMİ: İllerin  yönetimi   konusunda  Orhan Bey , I.Murat , Yıldırım  Bayazıt  zamanında  değişiklikle r görüldü . Yıldırım  Bayazıt  Döneminde  tam  anlamıyla  İl  Yönetiminin  kurulduğu  dönemdir . Halk  ile  devlet  arasındaki  hükümet  mekanizmasını  üç sınıfta  toplayabiliriz :  
1) Adli  ve  kazayi  teşkilatlanma
2) Asayiş  ve  Düzeni  sağlama
3) Halkı  Vergilendirme
İstanbul’un  Fethine  kadar  150  yıl  bu  yöntem  kullanıldı . Kadılar  danişmendiye  dınıfından  kişiler  arasından  padişahça  atanıyordu . Daha  sonra  bu  görevi  Kazaskerler  yürütür . Çevresindeki  belli  köyleri  ekonomik , kültürel , sosyal  ve  hatta  coğrafi  bakımdan  kendisine  bağlamış , yani  belli  köyler  grubunun  doğal  merkezi  durumunu  kazanmış  kasabaya  ve  şehir , buranın adli  ve  idari   işlerini  çevirmek  için  o  köyler  çevresinin  “ Kaza ”  adı  ile  merkezi  kabul  edilmekteydi . Kaza  merkezleri  şüphesiz  çarşı- pazara  sahip  yerlerdi . Osmanlı  Devleti  başşehir  dışında    yegâne  idari  ve  adli  merci  saydıkları   kazai - idari  bölgelerde , halkın  hükümetle  ilişkisini  düzenleme  bakımından  kadılar  başta  geliyordu . Kadılar  ayrıca  merkezi  kasabanın  Belediye  Başkanı , Kaymakamı  veya  Valisi ,  Belediye  Meclis  Başkanı   ve  noteriydiler .
Kadı’nın  hastalığı  veya  yokluğu  sırasında  yerine  bakacak  bir  “ Kadı  Naibi ”  bulunurdu . Mahkemelerde  bir” Şuhud -ul  Hal ” , ” Şuhud -ül  Müslimin ” , ” Şuhudel  Şuhut ” değimleriyle  bir  juri  heyeti  kadının  hüküm  vermesini  etkilerdi .  Bu  kişilerin  isimleri  de  karar  defterine  yazılıyordu . Osmanlılardaki  bu  juri sisteminin  kaç  kişiden  oluştuğunu  bilmiyoruz . Çünkü  onu  geçen yerlerde  vs. juri  üyesi  diye  yazar . Juri  üyesi  olacak  kişiler rastgele  atanmıyorlar , o  şehrin  halkının  eşraf  içinden  şeçtiği kişiler  juri  üyesi  oluyordu .
Şehirlerde  Kadı’dan  sonra  en  önemli  şahsiyet  Subaşılıktı. . Şubaşılar   Kaza   merkezinde  otururlardı  ve  Subaşılık  yüksek  derecede  bir  devlet  memurluğuydu . Şubaşı  terfi  ettiğinde  Vezir  ünvanını  alıyordu . Ana  görevi  şehrin  güvenliğini  korumak  olan  Subaşıların  emrinde  Asesbaşı  ve  Asesler  vardı . Bunlar  komiser  ve  polis  görevini  görüyordu . Subaşı  aynı  zamanda  vergi  toplamakla  yükümlüydü . Subaşılar  ulufeli  devlet  memuruydular . Subaşının  görevini  yollarda  Asesler , Dizdarlar , Kale  Erleri  sağlıyordu  . Subaşılar  aynı  zamanda  kazadaki  Tımarlı  Sipahilerin  komutanıydılar .
Hukukî - mülki  idareye  yardımcı  olan  son  unsur  halk  temsilcileriydi . Kuruluş  Dönemi  Osmanlı  Toplumunda  ekonomik  eylem  merkezi  olan  çeşitli  mesleki  gruplar  kendi  aralarında  bir birlik  meydana  getiriyor  ve  bu  birliğin  başına  Kethüda  denen  başkanlar  getiriliyordu . Şehir  Kethüdas ı denen  Belediye  Başkanı  kanunnameleri  ve  fermanları  halka  duyurmakla  yükümlüydü . Kethüdalar  Osmanlılarda  , devletin  sosyoekonomik - ticari  yapısını  kontrol  eden , mümkün  olan  vergileri  alan  bir  iltizam  memuruydular .  Kadının  koyduğu  narha  satıcının  uymasını  sağlarlardı . Çarşı  ve  pazarı  denetlerlerdi . Muhtesipler  bu  günkü Zabıta  Memurunun  görevini  yaparlardı .  
ORDU : Kuruluş  Dönemi  Osmanlı  Ordusu  şu  sınıflardan oluşmuştu:
1)  Aşiretlere  hizmet  verecek , bölükler  halinde  yerleştirilen  Sipahiler .
2) Orhan  Bey  zamanında  kurulan  Yaya  ve  Müsellem  Askerleri  ki bunlar  2  Akçe  ulûfeye  sahipti .
3) Yiğitler : Bunlar  Sipahi  sınıfından  olup  komutanlarına ” Yiğitbaşı”  ünvanı  verilirdi .
4) Yayaların  yerine  geçen  Türk kökenli  hafif  piyade  ordusu  olan Azaplar ; Divandan  ücret  alırlardı  ve  komutanlarına  Azap  Beyi  denirdi . Türkmenliğin  işareti  olan  Kırmızı  Börk  takarlardı .
5)  Kapıkulları  ve  Yeniçeriler : Kökenleri  Anadolu  Selçuklu  Devletinin  Gulâmhanesine dayanır . I.Murat  tarafından  kurulmuştur.  Osmanlıların  piyade  gücüdür . Devletten  üç  ayda  bir  ulûfe  denen  nakit maaş  alırlar . Devşirme  ve  dönmelerden  oluşan  bir  askeri  güç  olduğundan   Türk  piyade  gücü  Azapların  düşmanıydılar . 1444  Buçuk  Tepe  olaylarından  sonra  II. Murat  Yeniçeri  Ocağını  sıkı  baskı  altında  tutmuştu . Hiçbir  dönemde  Osmanlı  Ordusunun temelini  Yeniçeriler  oluşturmamıştır  . II.Mehmed’in  1451  yılında  başa  geçmesiyle  bu  ocağın  önü  açılmıştır . Kulluğun  işareti  olan  Ak  Börk  takarlardı . Savaşlarda  merkez  kanadın  piyade  gücünü  oluştururlardı .
6) Kale Erleri : Bir  kalede  oturup  yol  ve  köy  güvenliğini  sağlayan  askerlerdi . Başlarına  Dizdar  denirdi .
7)  Kamu Leşkeri :  Savaşlar  sırasında  gönüllü  olarak  orduya katılan  ve  ganimetin  1/5’inden  yararlanan  milislerdi .
8) Cerehorlar : Divani  vergi  haneleri  tarafından  Divani  Vergiyi  ödemek  yerine  sayılmak  üzere   sırf  sefer  zamanlarında  tutulan  askerlerdir . Görevleri  ordunun  lojistik  hizmetlerini  görmektir .
8 ) Akıncılar : Uç  Beyleri  ve  devletin  Aristokratik  Türk  ailelerinden  gelme   kişiler  Akıncı  Beyliği  görevini  üstlenmişlerdi . Sınırlarda  fetih  edilen  kaleleri  kendileri  yönetemezler , burayı  Kale  Erlerine  teslim  ederlerdi . Akıncı  Beylerine  ve  Evlad-ı Fatihan’a  buna  karşılık  birçok  tımar  verilirdi . Akıncılar hazineden  maaş  almazlardı . Akıncı  Beyleri  komutasındak i Akıncı  Erleri  ve Subayları  alınan  ganimet  ve  kölelerin  1/5’inin  geliri  ile  geçinirlerdi .
YERLEŞTİRME VE İSKÂN : Osmanlılar  Kuruluş  Döneminde  Amasya – Bursa - Edirne  eksenli  üç  büyük  şehirde  yaşıyorlardı . Osmanlı  iskân  politikasının  temel  amacı  yeni  alınan  araziye  en  az  hristiyan  nüfus  kada r Türk - İslam  nüfusu  yerleştirerek  bunların  isyanlarını   çabucak  bastırmak , üç  kuşak  sonra  ise  bölgeyi Türkleştirmekti.Osmanlıların feth ettiklere  topraklara   şu  kimseler  yerleştiriliyordu :
1)                  Serbest Göçebeler : Bunlar  Anadolu’da  bol  miktarda  olan  Yörük – Türkmen  boylarıyla  çingenelerdi .
2)                 Zorunlu Göçebeler : İlk zorunlu  göçebelik  dönemi  Orhan  Bey  dönemine   dayanır . Karasi   halkının  toprakları  kamulaştırılarak  Karesi  halkı  Edirne’den  Vardar  Irmağı  ve Selannik’e  kadar  olan  yerlere  yerleştirilmiştir .
3)                  Anadolu’dan  geririlen  köylü  ve  şehirli  nüfus  ki  Yükselme Devrinde  kendilerinden  çok  söz  edilecek  Garip  Yiğitleri  oluştururdu .
Şehirlerde  yerleşen  Rumeli  Halkı  cami , medrese , imaret , tekke , bimârhane  gibi  hayır  kurumları  yaptırmakta  ve  bu  kurumları vakfetmekteydi . Vakıf  köylerinin  Divanî  Tımar  dışında  tutularak  bu  şekilde  o  çevrenin  merkezi  olan  şehir  veya  kasabasındaki  düzenlemelerle  “ Mutezellika ” sınıfı  oluşmaktaydı . Aynı  yıllarda  alınan  İznik  Bursa’dan  önce  Türkleşmiş  ve  İslamlaşmıştır . Edirne   Bulgarlardan  alındığında  bağlık  bostanlık  bir  arazi  içinde  köy  irisi  bir  yerdi .  Edirne’nin  gelişimi Osmanlı  Dönemiyle  olmuştur .
4)                  Akınc ı Beylerine  fethedilen  yerler  karşılığı  devlet  yeni  Sancaklar  veriyor , köylülerin  çoğu  d a Has  Maaşına  bağlanıyordu .
 Kuruluş  Dönemindeki  Osmanlı  İskân  Sistemini  söyle  özetleyebiliriz :
1)                  Hükümet  idaresini  oluşturacak  personel  ve  aileleri  hemen  gelip  şehirlere  yerleşirdi .
2)                  Padişah  ve  rical   , hata  zenginler  ,mali  güçleri  oranında  hayır  kurumları  kurmaktadır . Vakıf  sahipleri  kendi  oğullarını  ve  torunlarını  mütevelli  gösteriyorlardı . Böylece mütezellika  sınıfı  oluşuyordu .
3)                  Türk  Ahi - Esnaf  Topluluğu  Rumeli  halkınca  da  saygıyla  karşılanıyor ; sosyal  ve  ekonomik  düzeni  bu  sınıf  sağlıyordu.
1327’de  Orhan Bey   tarafından  basılan İlk Anadolu  Dar’ül  Cihad (Fethedilen Ülke)  olduğu  için  bütün  toprakla r Miri  arazi  sayılıyordu . Yani  tarlaların  gerçek  sahibi  devletti ; toprağı  elinde  bulunduran  , ekip  biçen  halk  ise  ister  Müslüman , ister  Hristiyan  olsun  kiracı  yani  raiet  sayılıyordu . Şu  halde  köylü  ektiği  tarlanın  haracını  devlete  ödemek  zorundaydı  .Cizye  Osmanlı  Akçesi 5,75 Kratyani  100 Dirhem  gümüşten  270  Akçe  olarak  kesilmişti . Osmanlı  Devletinde   dört  çeşit vergilendirme  sistemi  vardı :

1)                             Şerri Vergiler : Müslüman  halkın  yıllık  kazançlarından alınan  1/40  veya  %2,5 ‘luk  Zekat  ve  fitre , Aşar , Ağnam  ve  vergileri  bu  gurubun  içine girerdi . Anadolu  Dar’ül Cihad( feth Edilen Ülke)  olduğundan  dolayı  bütün  toprakları  Miri  Arazi  sayılıyordu . Yani  tarlaların  gerçek  sahibi  devletti ; toprağı  elinde bulunduran ve  ekip  biçen halk  ise  ister Müslüman , ister  Hristiyan  olsun  kiracı  yani  “ Raiet ” sayılmaktaydı . Şu  halde  köylü  ektiği  tarlanın  icarını devlete  ödemek  zorundaydı . Harac  denen  vergi  Hristiyanlardan  alınırdı . Nakit  olarak alınana  “ Harac - ı   Muzzaf ”  ve  üründen  alınan a ” Harac - ı  Müsellem” denirdi .
Aşar  Hristiyanlardan  22  Akçe , Müslümanlardan 24  akçe  yıllık gelirden  sonra  alınan  1/10’luk vergidir .
Köylü  tasarrufunda  bulunan  toprağı  imar  ederse ( içine  ev  yaparsa , bağ  ve  bahçe  haline  getirirse ) mülkiyeti  devletten  ömürboyu  kendine  geçerdi . Osmanlı  Devletinde  her  türlü  toprağın  alım  satımı  devlet  tekelindeydi . Çiftçi  elinde  bulunan  toprağı  üç  yıl  mazeretsiz  ekmezse  tasarruf  hakkını  kaybediyordu . Köylü  erkek  evlat  bırakmadan  ölürse  önc e arazi  belli  bir  ücret  karşılığı kızlarına  teklif ediliyor , kızları  girmese  açık  arttırmayla  toprak  yeni  raiasına  geçiyordu .
2)                             Örfi Vergiler : Belli  kuralara  göre  konmuş  ve  kurumsallaşmış  vergilerdir . Örfi  Vergiler  devlet  ile  halk  arasındaki  ilişkileri  zamana  uygun  şekle  koymaya  hizmet  etmiştir . Bu  vergilerin  en  önemlileri  evlenenlerden  alınan  “ Resm - i  Avas ” , bekarlardan  alınan  “ resm –i  Bennak ” , şehirlerden  alınan  örfi  vergiler , ticaret  ve  sanayiden  alınan  vergiler , Pazar  vergisi , han  sahipleri  veya  han müstecirlerinin  ödediği  vergiler  ticari  eşyadan  alınan  vergiler , dükancı , imalatçı  esnafının  ödediği  vergiler , kumaş  ve  bez  dokumacılarından  alınan  vergiler , boyahanelerden  top  hesabına  göre  alınan  vergiler  bu  guruba  girer .
3)                             Divani Vergiler veya Avarız Akçesi : Savaş  masraflarını  karşılamak için  savaşa  katılmayan  kişilerden   götürü  alınan  paraydı . I.Murat  zamanında  14  Mart  1366’da   çıkarılan  bir  fermanla  vakıf  arazilerinin  dışındaki  tüm  arazilerden  Avarız  Vergisi  alınacağı  belirtiliyor . Avarız  Vergisi  ile  ilgili  Sekban  ve  Cerehor  askerlerinin  toplandığı  biliniyor . Bu  Avarız  Vergisi  karşılığı  nakit  yerine  ücretli  asker  alınması  demektir .
4)                            Padişah  ve  devlet  büyüklerine  verilen  aslında  yasal olmayan  peşkeş  vergisi .
1300 - 1453  yılları arası  vergide  en  mükemmel dönem  yaşanmıştı . Fetih  ve  ganimet  gelirleri  fazla  olduğu  için  vergi  matrahları  düşük  tutulmuştu .
GENEL EKONOMİK HAYAT : Doğu  ile  batı  arasındaki  en önemli  ticaret  yolları  Anadolu  üzerinden  geçiyordu . Haçlı  Savaşlarından  sonra  OrtaDoğudaki  Müslüman  ve Hristiyan  beylikler  arasında  dostluğa dayalı  bir  siyasi  ilişki  kuruldu . Bir  prens  diğer  bir  prensle  mücadele  ederken  İslam  Emiri’nin  açık  veya  gizli  ittifakını  alıyordu . 14. yüzyıl  sonları  ve  15. yüzyıl  başlarında  dünyanın  kullandığı  en  önemli  ticaret  yolları  şunlardı :
1)                             İpek Yolu : Çin’den  çıkarak  İstanbul’da  sona  eren kara  yolu.
2)                            Baharat Yolu: Hindistan’dan  çıkarak  İskenderiye’de  sona  eren  deniz  yolu .
3)                            Kürk Yolu: Kuzey – Baltık  Denizinden  Karadeniz’e  uzanan  alanda  Rusların  denetiminde  olan  Kırın’da  sona  eren  ticaret  yolu .
4)                            Akdeniz  Ticaret  Yolu : Haclı Savaşlarından  sonra açılan  ana  ülke  ve  koloniler arası  ticaret  yolu
İtalyan gemiciler i Doğu Akdeniz  ve  Batı  ilişkilerini  düzenleme  konusunda  başrolü  oynuyorlardı. İtalya  bu  yüzden  ilk  ilerleyen  Avrupa ülkesi  oldu. Dokuma Sanayinin  Kuzey  İtalya’da  kurulmasının  sebebi  de  Venedik’e  yakınlığındandır.
İslam ülkelerindeki şehir  ekonomisini  yöneten  esnaf  cemiyetleri  model  alınarak  Batı  Şehirlerinde  feodal  ekonomiye   son  verilildi  ve  aynı  ilkeler  içinde  korparasyonlar  kuruldu.
Artık  Avrupa  dediğimiz  ekonomik  ve  kültürel  ünite, yani Doğu  karşısındaki  Batı, gerek  nicelik , gerek  nitelik yönünden  çok  değişimde  bulunuyordu . İngiltere, Flemenk, bütün  Kuzey Avrupa  Ülkeleri , Almanya  hep  aynı  birliğin  içine girmişlerdi . XIII. asırdan  beri  Almanlar’ın  Batlık  kıyılarına   kurdukları  ticaret şehirleriyle  Doğu’ya  doğru  genişleyerek  buradaki  ticari  faaliyeti  Kuzey  Ülkelerinin  tekelinden  çıkardıktan  başka, bütün Almanya’da  geçerli  etkin  bir  ticaret  İngiltere, Felemenk  ve Fransız  pazarlarında  uzanmaya  başladı . Rusya’da  Novagrat  pazarına  el  atarak  Avrupa’yı  bu  noktaya  getiren   de  Almanların  bu  eylemleri  oldu .
Hristiyan Dünyasının  ticaret  ve  sanata  kaydettiği  gelişme   dolayısıyla   dolayısıyla   artan   tüketim  kapasitesinin    onun  Doğu’dan, geçmişle  kıyaslayınca, daha  çok  mal  alınmasını  gerektirdiği  için  Müslüman  memleketlerin  kazançları  o  oranda artmamıştır. Halbuki, Batılıların daha  fazla  mal  aldığı  görülmekle  birlikte, Müslüman  ülkelerin  bundan  zengin  olmadıkları  şöyle  dursun, zararlı çıktıkları  sonucunu  çıkarabiliriz. Sonuçta  ekonomik  bir  bunalıma, özelikle  gümüş  bunalımına  sürüklenmiş olduklarını  biliyoruz. Doğu, Batı’ya karşı  satmakta  olduğu hammadde  ve  Hind  Malları  karşılığında, önemli  ölçüde  işlenmiş madde  almaya  başlamıştır.  
Avrupa ile Doğu ticareti arasında Doğu Ülkelerinin hep zarar görmelerini veren şu  olaylar  dikkate  alınmalıdır:
1)                Papalığın ve Avrupa Devletlerinin Mısır’a karşı koyduğu Haçlı Ambargosu.
2)              İtalyan tüccarlarının metodik ticaret usulleriyle bütün Bizans ve Doğu Akdeniz memleketlerinin servetlerini Batı’ya taşıması.
3)              Batı’da mili sınıflar ve devletlerin oluşmasından ötürü ekonomik bireyciliğin iflası ve onun yerine devletlerin ekonomi politikten kendilerine düşeni görev edinmeleri.
4)            Avrupa Hıristiyan dünyasının, nicelik ve nitelik yönünden meydana gelen birçok ekonomik ve endüstriyel merkezler arasında başlayan alışveriş işinin Doğu’yu artık ikinci plana düşürmesi ve özellikle hammaddelere olan ihtiyacın çok artmış olmasından dolayı, İslam memleketlerinin Batı’ya bağımlı hale gelmeleri.
XIV. yüzyılda Dünya Ticaretini etkileyici iki önemli faktör vardır. Bunlar Anadolu Beylikleri ve Latin Ticaret Devletleridir. Rumlar Pazar sermayesi üretiyor ve Latinleri sevmiyordu.
Yıldırım Bayazıt döneminde hem Mısır’la, hem Bizans’la ticaret yapılıyordu. Niğbolu Savaşından sonra Papalık Haçlı Seferleri sırasında uyguladığı ambargoyu Osmanlı Devletine karşı uygulamak istemiş, fakat Asya ve Avrupa kıtalarına hâkim durumdaki Osmanlıları kızdırmak henüz güçlenemeyen Karadeniz kolonileri olan Cenova’nın ve İstanbul’da kolonileri olan Venedik’in işine gelmemişti. Batı Anadolu’da başta dokuma olmak üzere birçok sanayi gelişmişti. Osmanlı aristokratları ticaretle uğraşarak zenginleşmişler ve kapitalistleşmişlerdi. Orhan Bey zamanında 1327 yılında basılan ilk Akç e ” Çift Akçe ”  olarak anılır. Yıldırım Bayazıt döneminde büyük bir enflasyon yaşanır. 1453’e kadar para düşük vezinle kesilir.
       
                                  
Kaynak gösterilerek alıntılanabilir.
© H. Endercan KURŞAKLIOĞLU, 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder