TÜRKİYE’NİN
İKTİSADİ VE İÇTİMAİ TARİHİ CİLD: I
Bölüm II
İLK
OSMANLILAR(1299 – 1360)
Yazıcıoğlu’la başlayan Osmanlı tarih yazıcılığında
Ertuğrul ve oğlu
Osman Bey’ler yarıgöçebe Kayı boyunun
Kara Kilimli aşiretinin beyleri olarak gösterilir . O zaman böyle küçük
aşiretler devrine göre daha başlangıçta yerleşik ve ileri uygar
sosyal temele dayanan ; tarihin akışı içinde
önemli bir gelişme
sayılan bu büyük devleti nasıl kurmuşlardır
. Aşiret geleneğine bağlı Osmanlı
İmparatorluğu nasıl oldu da
Cengiz Han ve Timur İmparatorluğu
gibi kurucularının ölümünden sonra yıkılmadığını , yarıgöçebe siyasal kurumlar yerleşik ve uygar
toplumlar üzerinde ömürleri çok kısa
olmuştur . Halbuki Osmanlı Devleti , ömrünün hiç bir döneminde , herhangi bir aşiret hayatının
ve geleneklerinin etkisini hissetmiyordu , hatta göçebelikle ilişkisi, sırf Uçtaki asker örgütüne
Türkmen boylarından insan kazandırmakla
kalmıştır . Osmanoğulları Anadolu Selçuklu Sultanlığından daha gelişmiş kurumlar kuran , köy , kasaba ve şehir
hayatında ilerleterek siyasal bir kudretin
ifadesi , haline getiren çok ileri bir rejim kurmuşlardır
. Şu halde Selçuklu Sultanlığını üstün başarılarıyla
tekrar kuran devlet gerek kuvvet karakteri ve gerçek
her tür kurumuyla en iler
şehir kültürünün bir yansıması
olduğuna göre , bu sonuç Osmanlı
ailesinin aktif olarak
bir aşiretin başındaki reis olarak
bulunduğu tezle tam bir
zıtlık oluşturmaktadır .Hammer , Zinkeişten , İorga gibi klasik Osmanlı Tarihçileri bu konu üzerinde durmamışlar , Gibbons’tan sonraki tarihçiler ise aşiret kültürü ile şehir
kültürü arasındaki zıtlığı açıklamaya çalışmaktadırlar . Ertuğrul ve Osman Bey Selçukluların devlet adamıydılar . Bunlar yarıgöçebe aşiret beyi
olarak kabul etmek
Osmanlı Devletinin doğuşuna neden olan tarihi
şartları yanlış düşünmemize
neden olur . Türk Uç geleneği bir okul
halinde kurallara bağlanarak
, devlet bünyesi içinde yerini almış , Uç Beylerinin yetiştirilmesi özel olarak
kanunlaştırılmıştır . Buna göre Uç
Beyleri şuradan veya buradan gelip Uçlardaki Türk - Rum ekonomik refahının yaranmak üzere otlaklara
konan basit aşiret reislerine
değil , eskiden beri tanınmış aristokrat ailelerine veriliyordu . Belki bunların soylulukları önceden kabile reisliklerinden alınmıştı , fakat Uç Beyliği
( ki veraseten intikâl ediyordu ) yaptıkları zaman şehirde
oturmaktaydılar ve Uç sahasında malikane şeklinde arazileri vardı . Bu arazi içinde
oturan tüm Müslüman ve Hristiyan
halktan alınan vergi gelirleri kendilerine ait oluyordu
. Selçuklu rejimi zamanından beri devlet adamları ekonomik işlere katılmakta
, bizzat ticaret yapmaktaydılar . Büyük şerhlerde dükkan , han , hamam , işlek yollarda kervansaraylar yaptırmak devlet adamlarının
bu tip çalışmalarının
sonucudur . Geniş köy guruplarına ikta üzerine sahip olan Devlet Adamları buralarda fazlaca koyun besliyorlardı
. Türkmenler Rum müşterilerine satmak imkânına sahip oldukları
koyun ve diğer hayvan
sürülerini beslemekteydiler . Fatih Devrine kadar padişahların yayla Safaları olsa bile bunlarda
göçebeliği gösteren
bir
işaret yoktur .
Gündüz Alp oğlu Ertuğrul Bey Bizans Uçuna doğru
fetihlerini yönelterek Söğüt’ü fethetmiş , Karacahisar’ı kuşatmış fakat Tekfura
vergi karşılığı saltanatını sürdürmesinden dolayı gözden düşmüş
ve fetih hareketlerine
Anadolu Selçuklu Sultanlığı tarafından izin verilmemiştir
. Uçlardaki görevini oğlu Osman’a terk ederek
oğlu Saruyaltu ile birlikte
Söğüt’e çekilmiştir . Osman Bey’e III. Alahaddin Keykubat Osman Gazi’nin
beylerbeyliğini tuğ , bayrak , mehter yollayıp kutladı . Osman Bey’i ilk kutlayan
babas ı Ertuğrul Bey oldu
. İnönü - Eskişehir Uçu Beyi Osman
Bey Sağ Kanat
Beylerbeyliğine yükselmişti . Osmanlılar’la Bizans Tekfurları arasında yapılan ilk savaş
İznik Gölünün güneyinde Koyunhisar noktasında yapılan savaştır . (1302) Bu savaştan sonra Osmanlı
Beyliği’nin genişleme yolu batı yani Bursa
olmuştur . Osman Bey İnegöl , Bilecik , Yenişehir , İznik , İzmit , Yalova kalelerini
alarak Bizans’ın Anadolu’daki en büyük
şehri olan Bursa’yı abluka altına
almıştı . Osmanlı Beyliği 1308 yılına
yani Anadolu Selçuklu Devletinin varlığının yok oluşuna kadar fetih
yapmadı.1308’de son Selçuklu Sultanı II.Mesud’un Kayseri’de ölmesi üzerine Selçuklu
Şeyhzadesi Gazi Çelebiye Sinop,Gerede,Kastamonu ikta olarak verildi ve Moğollar
ülkeyi atadıkları Genel Valiler aracılığıyla yönetmeye başladılar .
Bu yıllarda
Anadolu Selçuklu tahtı için Moğol İlhanlı Devleti , Germiyanoğulları , Karamanoğulları
, Ertana Devleti , Suriye - Mısır Memlük Sultanlığı’nın ismi geçiyordu
. Ayrıca Gazi Çelebi ve
oğullarının da Selçuklu Sultanlığı üzerinde hak idea
ediyordu . Osman ve Orhan Bey’in savaşçıları nökerlerdi . Yani beye vassalık yeminiyle bağlı , ganimetten pay ve fetih arazisinden tımar alan beylerdi . Bunlar içinde Kara Mürsel
, Kara Cebeş gibi zenci
komutanlar da vardı . Osmanlı genişlemesinin en önemli
etkenlerinden biri de
Uçlara Orta Ve
Doğu Anadolu’dan göçen Türkmenlerdi . Bunlar göçebe değil yerleşik
Türkmenlerdi . Osmanlı Devletini Oğuzlar kurmuştur . Osmanlıların ilk kuruluş
yıllarındaki belgeler
, vakfiyeler ve ilk alınan şehirlerdeki tarihi coğrafya
incelenecek olursa Osmanlıların
göçebe değil yerleşik
bir rejimde oldukları görülür . Örneğin 1326 yılında Bursa alındığında burası yağmalanmamış
; tımar , vakıf arazileri belirlenerek iskân için başka şehirlerden halk buraya
göçtürülmüştür . Şehir merkezine bir mescid veya
külliye yapılarak Türk nufus bunun etrafında toplanmıştır . Osman Bey Selçuklu
Devletinin tarihe karışmasından sonra Moğol İlhanlı Devletinin Uç Beyliğini
yapmıştır . Osman ve Orhan Beyler
hayatları boyunca hükümdar anlamına gelen Sultan kelimesini
isimlerinin başına almamışlardır . Bunların unvan ı “ emir ” yani komutandı
. Sultan ismini ilk kez
Sultan I.Murad almıştır . Osman Gazi’nin silah arkadaşları
da divan sahibi , şehirlerde oturan yüzbaşı
ve elli başıydılar
. Kabilelerle ilişkileri bir tek
savaşçı asker toplama
içindi . Osmanlı Beyliği bir iç el olma durumuna Karesi Şeyhzadesi
Dursun Bey’in hakkını korumak için Karesioğulları’nı
yok etmekle kazanmıştır . Böylece Osmanlı Devleti Çanakkale Boğazına kadar olan yerleri ele geçirmiştir
. Karasioğullarını yok etmekle bu beyliğin
tecrübeli devlet adamları Osmanlı Devleti’nin hizmetine girmiştir .
Son Selçuklular Moğol işgali
sonrası Amasya ve
Konya sultanı olarak ikiye
ayrılmıştı . Rûm Eyaleti ve Danişmendiye
eyaletinin son hükümdarları
ayrı kişilerdi. Bu yüzden birisi
bölgesini Karamanoğullarına , diğeri ise Osmanoğullarına bağışlamıştı . Karaman ve Osmanlı tarihlerinde “Sultanlığın kendilerine verilmesini ” böyle anlamamız gerekir . Karasi Bey’i olan
Süleyman Bey Bizans’ın iç mücadelelerinden de yararlanarak 1353 yılında Gelibolu Yarımadasındaki Çimpe Kalesinden
Rumeli’ye asker çıkardı
. Karesi devlet adamlarından Ece Halil Bey
, Lala Şahin Paşa , Hacı İl Bey ,
Fazıl Bey düşmanları olan Bizans İmparatorluğunu
dost ve düşman
tarflarıyla biliyorlardı . Süleyman Bey’in ölümüne kadar olan altı yıl içinde Doğu Trakya
Bölgesi ele geçirilmişti
. (1359) Bursa ve İznik
şehirlerinin fethinden sonra Orta ve
Doğu Anadolu’dan buralara Türk nufus
göç etmiştir . Göç edenler kabile bağıyla biribirine bağlı insanlar olmayıp Moğol baskısından şehirlerini bırakan yerleşik halktı .
İLK OSMANLI
TOPLUMUNDA DEVLET VE YÖNETİM TEŞKİLATI
a)
TOPLUM : Yeni alınan yerlerden
gelip yerleşen halktan yeni kurulan
mahallelere birer mescid yaptırarak bu ibadethanelere
kendi adlarını vermişler ve mescidlerin
etrafında kurulan mahalleler de bu kuranların ismini almıştı.
Böylece gerek vakıflar , gerekse bu mescidler
ve mahalleler sayesinde , fetholunan şehirde ilk gelip
yerleşen birçok kimseleri , çoğuncası sıfatlarıyla biliyoruz . Taşıdıkları sıfat ve lakapları
kendilerinin ya devlet ricalinden veya bir sanat erbabı (mesela habbaz , debbağ , bezzaz vb. ) olduklarını , yahut başka bir
şehirden göç ettiklerini anlatmaktadır . Zaten Osmanlı fetih hareketinde ana rolü kabileler
oynamış olsa bile
, bunların derhal yerleşik hayata alışarak , hem de şehirlerdeki ilk nufus boşluğunu doldurup buraları Türkleştirecek kadar çabuk bir sosyal devrim
geçirme yeteneklerine sahip olmaları
düşünülemez . O halde bunların bağlı olduğu
hayat şartları gereği , daha çok meralara ve köylere
yerleşmiş olmaları akla gelir . Bursa ve İznik
çevrelerinde dahi büyük ölçüde denebilecek bir aşiret
akınını gösterebilecek belirtiler yoktur . İlk Osmanlı fetihleri ve alınan
şehirlerde yapılan bayındırlaştırma ve nufus iskanı
eylemi hakkında en eski
kaynakların verdiği bilgilerden de yola
çıkarak hep yerleşik halkın ve
özellikle şehir halkının
rolü anlaşılmakta ve bu gibi sebeplerle
bile dahi aşiretin
sözü edilmemektedir.
b)
HÜKÜMDARLIK: Osmanlı ailesi Selçukluların bir Uç Beyiydiler . Onlar görevleri gereği Selçuklu
sarayı ile yakın
ilişkide bulunuyor; Sultan arzu ettiği
takdirde Uç Beyleri
giderek hediyelerini sunuyor ve bağlılıklarını
yineliyorlardı . Sultanın başşehirde ve herhangi
bir yerde düzenlediği
ünlü şölen ve eğlencelerin gerçek davetlisiydiler. Ayrıca bir beylik
prensinin Selçuklu sarayında; yani Sultanın yanında oturması çok önemle uyulan
bir sosyal kuraldı.
Uç Beyleri sultanın hazinesine yılda ancak belirli
bir oranda kararlaştırılan bir tür
yıllık vergi öderlerdi.
Örneğin bütün seferlere Osmanlı padişahının şahsen gitmesi, hükümdarın ihtiyarlığı veya hastalığı
halinde başkomutanlığı ve seferi
oğullarından birisinin yönetmesi tamamıyla Uç Beyliği
geleneği olarak kurulmuştur
. Fetheden kim olursa olsun
bir arazi alındığı zaman , kesinlikle padişaha ait olması
, ” serdar ” veya seferi idare eden Uç
Beyine hükümdarın yeni alınan
arazi köylerinden ancak tımar
ve malikhane vermesi
şeklinde yöntem de Selçuklu sultanlarından değil , Uç Beyliği geleneğinden gelen bir yöntemdir
. Bu Osmanlılarda uzun ömürlü
merkeziyetçiliğin temelleri atmış ve
Türk tarihinde çok defa
rastladığımız üzere , geniş fetihlerin arkasından Uçta yeni bir yönetimin
doğmasını olanaklı kılan kötü bir
yönetim örgütü kaldırılmıştı
.
Aylık sistemi Selçuklu hazinesi Moğol işgalinde olduğu zamanlarda
ödenmeye başlamıştı . Bunun nedeni ise parasal yetersizlikti . Osmanlılarda Selçuklularda hazine işlerini
gören Naip Voyvoda ismini almıştı
. Görülüyor ki Selçuklulara bakarak Osmanlı Devletindeki hükümdarın hukuki statülerinde
bir hayli değişme
vardır ve bunlar modern devlet
anlayışına doğru atılmış
önemli adımlar olarak saymak gerekir.
c)
DİVAN : Selçuklu Divanı üç
önemli konuda çalışırdı :
1)
Hükümdarın Danışma Meclisi sıfatıyla dost ülkelere elçi gönderir
ve Konya’ya gelen elçileri kabul ederdi
.
2)
Devletin mali işlerini
yönetirdi .
3)
Eyaletlerin askeri ve
sivil idaresi . Beylerbeyinin komutasında sefere çıkacak orduyu toplama
.
Osmanlı Divanında çekirdek üç kadrodan
oluşurdu . Selçuklular tarafından vezirlere verilen Sahip ünvanı
unutulmuş , bunun yerine Osmanlı Vezirleri Paşa ünvanını almıştır . Vezir padişahın vekili olup
tüm idari işlerin
başıdır . Mali işler Defterdar
denilen ve isim
olarak İlhanlılardan alınan kişi tarafından
yönetilirdi . Adli işlere ise daha
sonra Kadıasker olarak adlandıracağımız Bursa Kadısı bakardı .
Mevcut belirtilere göre , ancak I.Murad döneminden sonra Divan
üyelerine Haslar tahsise başlanmış olabilir . Çünkü bu hükümdar zamanında , orduya şeyhzade yerine vezir
komuta etmeye başlamış olduğundan , fethettiği yerlerden büyük şehirler
ve kaleler dışında olmak üzere
pek çok köylerin timar olarak
bu yeni tip vezir
- serdar’a veya paşa - vezir’e verilmesi Osmanlı usulündendi .
d)
ASKERİ TEŞKİLAT :
Selçuklu ordusunun komutanı
Sultan veya sefere çıkmadığı zaman Beylerbeyi idi . Selçuklu ordusunu şu kısımlarda
inceleyebiliriz : 1) Hükümdarın hassa askeri sayılan gulâmlardan oluşmuş gulâm , Silahtardan , Candarlardan ve Sipahilerden
oluşan , sefer dışında hükümdarın ve sarayın güvenliğini ve emniyetini sağlayan , sarayı koruyan ücretli askerler vardı . Bunlar Konya sarayındaki
Gulâmhane ve taşthane’de ( Osmanlılardaki
Acemi Ocağı ) Baba’ların (Yeniçeri
Ağalarının) gözetiminde yetiştirilirdi .
2)
Nökerler yani bir devlet büyüğünün emrine ellibaşı
, yüzbaşı, binbaşı , bölükbaşı ünvanıyla girmiş , vilayetlerdeki ve kalelerde güvenliği sağlayan kuvvetler . Bunlar alınan ganimet ve kölelerle geçimlerini sağlarlardı .
3) Köle Askerler
4) Yabancı paralı Askerler
5) Subaşılarıyla birlikte savaşa giden atlı askerler
6) Meliklerin kuvvetleri
7) Uç Beylerinin
kuvvetleri
8) Fütüvvet Ehli
9) Ücretli Askerler
Osmanlı Devletinin kuruluşunda ordu üç
cins askere dayanıyordu :
1) Fethedilen yerlerden Timarlı Sipahilik vermek suretiyle
Türkmen halktan alınan sipahiler . Bunlar devlet hizmetine bireysel değil topluca
girerlerdi .
2) Parasal olarak ücretle
tutulan veya ganimet
karşılığı bir beyin
hizmetine giren Nökerler . Bunlar Osman Bey’in
özel ordusunu oluştururdu . Osmanlılarda ” Nöker ” adı “ Azap ” adıyla değişmiş ve Yeniçerilik kurulmadan önce devletin
sürekli ordusu olan Azapları
oluşturmuştur .
3) Tarımcı ve köylü halktan toplanan Yaya ve
Müsellem Askerleri. Bazı vergi indirimleri
sayesinde toplanıyordu . Bunlar yalnız sefer esnasında
orduya çağrılıyor, diğer zamanda ise tarımcılık yapıyorlardı .
e)
SİVİL İDARE: Selçuklular zamanında devlet Divan
Dairesi, meliklikler ve Uçlar olmak üzere
üç idari parçaya
ayrılmıştı.
Anadolu Selçuklularının
yıkım dönemlerinde, yeni fethedilen birçok toprak alınarak
hepsini birer kadılık şeklinde oluşturan Osmanlı Beyliğinin ilk sivil
düzeni Selçuklu Devletinin Divan Arazisine
bağlı yerlerde uygulanan sistemin aynısıdır. Divan tarafından yeni alınan yerin güvenliğini
sağlamak üzere bir Subaşı atıyordu , bu araziye “ Subaşılık Arazisi ” denirdi . Her Subaşı başında bulunduğu şehrin güvenliğini
korumakla birlikte , askeri bakımdan bir sancak oluşturan
yerlerin sefere çıkan kuvvetlerinin de başkomutanıydı
.
İslâm ülkelerinde olduğu gibi bütün devlet idaresiyle
reaya ile karş ı karşıya geldiği hallerde , yani hükümet ile halkın
ilişkilerinde “ Şer’i Şerif ” veya kadılık kurumu kontrol göreviyle yükümlüdür . Kısacası Selçuklu idare bölünmüşlüğü ana olarak
Kadılıklara , şehrin güvenliğini korumak ve askeri
teşkilatı Subaşılara ait bulunuyordu . Şehirlerde güçlü merkezi
yöneticilerin merkeze isyan çıkarmalarından korkan Osmanlı yönetimi şehir yönetimini Kadı ile Subaşı arasında paylaştırmıştı . İktâ vaziyetinde olan köylerin ve kasabaların güvenliklerini sağlamayı Subaşı Naipleri
üstlerine almıştı . Muaf ve Müsellem yerlerin bu gibi
işleri sahiplerinin özel naiplerince görülüyordu .
ANKARA
SAVAŞINA KADAR OSMANLI DEVLETİNDE EGEMENLİK ANLAYIŞI ( 1360 – 1402 )
Osmanlı Devleti Karamanoğlu - Ertana Devletlerinin çekişmesinden yararlanarak Süleyman Bey komutasında
1359 yılında Ankara Ahi Cumhuriyetine
son verdiler . 1359 yılında Karamanoğullarının Ankara’yı Osmanoğullarından almasıyla ünlü Osmanlı - Karaman mücadelesi başlar . Orhan
Gazinin ölümü , I.Murad’ın asi kardeşlerinin isyanını bastırması ve Rumeli sorunları yüzünden Osmanlı Devleti buna bir
süre göz yummuş
, 1362 yılında I.Murad sadece Ankara’yı değil Çorum’a
kadar olan bütün Orta Anadolu
Bölgesini ele geçirmişti
. Böylece Osmanlı Devleti sadece Uç Beyliklerinin
korkacağı bir konumdan
çıkarak Büyük Anadolu
Devletlerini bile tehdit edecek
konuma gelmişti .
Osmanoğulları ,
Rumelinde kazandıkları başarılarla , diğer Anadolu Beyliklerini kat kat
aştıkları gibi , Türkiye halkı üzerinde
büyük ve karşıkonulmaz bir itibar da
elde etmişlerdi . Özellikle dar durumda olan Anadolu
halkına bu yeni
fetihlerin sağladığı bereketli tarla , bağ – bahçe , şehirlerde ve kasabalarda ev bark
veriliyordu . Eski Danişmendiye Eyaletinin her yönden
merkezi sayılan Amasya’nın gerek ayanı , gerek bilginleri ve başka
ileri gelenleri Osmanlı Beyliğinin siyasi ve
idari mekanizmasını ellerine almışlardı . Şu halde Osmanoğulları resmen olmasa bile fiilen
Yeşilırmak havzasından Edirne’ye devam eden ve
kesinkes Danişmendiye Eyaletinin Sol - Kol Uç’u üzerinde fazla gelişmesiyle
oluşmuş bir ülkenin
hükümdarı olmuşlardı . Batı Anadolu’dan pek çok
nufus , bihassa göçebeler Osmanlıların fethettiği topraklara akıyor ve yerleşik
çiftçi halk ise
göreve katılmak için koşuyordu . Onun için gerek Karamanoğulları , gerek Germiyanoğulları öyle
rastgele bir mesele ile Osmanlı
Devletiyle çatışacak durumda değildi . Karamanoğlu ve Ertana
Devletleri arasındaki Anadolu Selçuklu Devletinin yerini alma
amaçlı savaş sürüyordu . Bu savaşlar halkı bezdirirken
Osmanlı topraklarındaki refah ve
milli heyecan bu aileyi bu aileyi
” milli hanedan ” konumuna yükseltiyordu . Buna karşın şiddet
kullanarak zorbalığa varan bir Osmanlı gücüyle hiç karşılaşmıyoruz
.
Gelecekteki Türkiye’nin siyasal
rejimi olacak olan Osmanlı
Beyliğinin hükümet
şekli , tamamıyla merkeziyet ilkesine dayanırdı . Belki başlangıçta mekanik fakat Yazıcızade
Ali , İdrisi Bitlisi , Kemal Paşazade gibi yazarların
eserlerinde açıkça anlatıldığı üzere en az Yıldırım Bayazıt döneminden süregelen zaman içinde bilinçli bir tarzda Anadolu Selçuklularının siyasal yapısını inceleyerek ,
belirlenen rejimin dezavantajları Osmanlı Devletinde avantaj durumuna getirmek için devlet merkeziyetçi
ve mutlak bir
şekil aldı .
Osmanlı Devleti XIV. yüzyıl
ortalarında Anadolu’da
önemli bir devlet
olmakla birlikte diğer Anadolu Beylikleriyle savaşarak ortadan kaldıracak güce sahip değildi
. I.Murat’ın oğlu Şeyhzade Bayazıt ile Germiyan Beyinin kızının evlenmesiyle Kütahya , Simav , Tavşanlı , Eğrikeski
, Eğrigöz şehirlerini Osmanlı Devleti ele geçirdi
. Anadolu Selçukluları , Karamanoğulları
, Candaroğulları arasında da siyasi evlilikler
olsa bile böyle şehir
verme adeti yoktu
. Germiyanoğlu Yakup Bey
bu toprakları vermekle Osmanlılarla Vassal – Süzeren ilişkisi içine giriyor , akrabalık kuruyor ; bu devlete kız ve çeyiz verme
suretiyle kendi egemenlik alanını sınırlıyordu (1381) . I.Murat aynı günlerde
1382’de 60 bin Düka altını
karşılığında Hamitoğullarından Isparta, Karaağaç , Akşehir , Beyşehir, Seydişehir’i satın aldı . Gözler Rum Eyaletine çevrilmişti . Bu olgulardan sonra Aydınoğulları
, Candaroğulları , Menteşeoğuları , Saruhanoğulları Osmanlı Devletinin vassalı durumuna geldi . Anadolu Beylerbeyliği kuruldu . I.Murat ve Karamanoğlu Alahaddin Ali Bey ile
yapılan savaş sonunda
Karamanoğulları – Osmanoğulları arasındaki sınır Çarşamba Suyu olmuştu.
1389’da olan I.Kosova Savaşı
Padişah I.Murat’ın ölümüne yol açsa
bile çok büyük bir
zaferdir . Çünkü Osmanlıların vassalları Aydınoğulları
, Candaroğuları , Germiyanoğuları , Saruhanoğulları , Hamitoğulları gibi vasal devletler kendi sancakları
altında Osmanlı ordusuna katılmıştı .
Başa geçen Yıldırım Bayazıt önce Batı Anadolu
Türk Beyliklerini Bursa’ya 1390’da bağladı . Aydınoğlu İsa Bey
Tire’de , Saruhanoğlu Manisa’dak i tımar gelirini alarak siyasetle
uğraşması yasaklanacaktı . Yıldırım Bayazıt Bizansın elindek i son Anadolu şehri olan
Alaşehiri aldı . Anadolu Beylerbeyliğini oğlu Süleyman
Çelebi’ye verdi . Süleyman Çelebi Bursa’dan ayrılmadığı için bölgenin güvenlik işlerini Subaşı Kara
Hasan Bey gördü . Sultan - ı İklim – i Rum ( Büyük
Roma İmparatoru ) ünvanını Niğbolu Savaşından sonra alan Yıldırım
Bayazıt (1396) Karaman Seferine çıkarak Konya’yı Karamanoğularından aldı . Karamanoğulları bir İç El devleti
durumuna düştü . I.Murat’ın son günlerinde
Ertana Devleti bir siyasi
darbeye sahne olur .Ne asker , ne de bilgin sınıfının desteklediği Kayseri Kadısı Kadı Ahmet
Burhaneddin aristokrasinin eğemen olduğu bu
alana kendini Sultan ilan eder
. Yıldırım Bayazıt Sıvas’ı alarak Kadı
Ahmet Burhanedin Devletini yıkar . 1400’lü yıllarda Yıldırım Bayazıt 1308’d e ölen son Selçuklu Sultanı II.Mesud’un sınırlarının ötesine geçmişti .
Ankara Savaşı öncesi
Osmanlı sosyoekonomik ve sosyotoplumsal
yapısı buydu . Yıldırım Bayazıt’ın Timur’la yaptığı Ankara Savaşında yenilmesi üzerine Timur Beyliklere topraklarını geri verir ve
1403 yılında Yıldırım Bayazıt’ın ölmesi üzerine
Anadolu’da kalan oğulları Süleyman , İsa , Musa , Mehmet Çelebilerin hepsine birden padişahlık beratı verir . Mustafa Çelebiyi ise rehin
olarak götürü . Böylece 1402 – 1413 yılları arasında görülen Fetret Devri meydana çıktı . Amasya Sancakbeyi Mehmet Çelebi
diğer kardeşlerini yok ederek
Osmanlı Padişahı oldu .
ANKARA SAVAŞINDAN
İSTANBULUN FETHİNE
Şeyh Bedreddin kimdir ve
nasıl bir kişiliğe
sahiptir . Bu bizim konumuz dışında kalır . Fakat Aydın , Saruhan , Karaburun ve Rumeli’de
Şeyh Bedreddin İsyanını gördüğümüze göre bu
isyan Osmanlı toplumu için önemli
bir toplumsal isyandır . Şeyh Bedreddin Edirne yakınlarındak i Simavna kasabasının kadısının oğlu olup medrese eğitimi yapmış ve
Uzmanlık ünvanını Kahire’deki Ezher Üniversitesinden almıştı . Bu isyan Babaî - Batınî ayaklanması değildir . Şeyh Bedreddin medrese kökenlidir . Medrese bu gün anlaşıldığı gibi ahret
için değil dünya
için insan yetiştirirdi
. Osmanlı bürokrasisinin kökeni medreselerdi . Selçukluların yanlışlarını iyi değerlendiren
Osmanlı Devleti çeşitli mansıp ve
tımarlar vererek ve imaretler
yaptırarak Aşıklar -Abdallar gurubunu Bursa - İznik çevresinde tutmuştu . Padişahlar da mevkilerini korumak için büyük tarika t şeyhlerine bağlıydılar. Örneğin Osman ve Orhan Beyler
Şeyh Edebali’ye , I.Murat Mudurnu’da oturan Abdülkadir
Geylani soyundan Şeyh Fahreddin
Efendi’ye bağlanmıştı , Yıldırım Bayazıt ise aynı
zamanda damadı olan
Halveti Şeyhi Emir Sultan’ın müridiydi .
Şehirlerde Suni İslamlık
nasıl ağır basıyorsa
, kırasal arazide dergâhlar ve şeyhlerin
etkisi vardı . Medreselerde kişinin içinden çıkamadığı sorunları dergâh şeyhleri
kısa ve kolay yoldan halka anlatıyordu
. Bu da şeyhlerin çoğu çoban
ve göçebe olan topluma Şamanizm’den beri yaptıkları bir katkıydı . Şeyler toplumun kültür durumuna göre Mevlevi veya Bektaşi olarak olayı inceliyordu
.
Şeyh Bedreddin Musa Çelebi tarafından
Kazaskerliğe getirilmişti . Bu olgu bile
Şeyh Bedreddin’in devlet hizmetinde çalışan bir kadı , sonra Kazasker olduğunu gösterir
.Şeyh Bedreddin isyanını sadece dinsel
kökenli bir isyan olarak açıklayamayız
. Bu isyan siyasi , toplumsal , sosyal ve dinsel kökenli
bir isyandır . Şeyh Bedreddin isyanı diğer
dinsel isyanlardan şu konularda ayrılır :
1) Şeyh Bedreddin bilgi ve zekâ
yönünden , Rumelinde ve Batı Anadolu’da
kendine bağlı bir
tabaka yaratmış olup , bunlarca
tarikat şeyhi olarak
saygı görüyordu .
2) Şeyh Bedreddin devlet ve
divan hizmetinde bulunmuş bir kişiydi
. Devlet görevlileri arasında gerek tarikat
etkisiyle , gerekse görev yoluyla
taraftarlar bulmuştu .
3) Siyasi karışıklıkların sebebi sosyal
düzen Ankara Savaşından sonra bozulmuş
olması , Ege Denizciliği ve diğer iş
sahaları yüzünden bölgede görülen bekar izdihamı
, burada görülen iş darlığı , Timur ve Moğol tehlikesi
yüzünden devlete duyulan can güvensizliği bu isyanı
oluşturur .
Çelebi Sultan Mehmet iktidarı ele geçirince Şeyh Bedreddin’i
öldürtmez , ölmesi için sıtma
hastalığının bol görüldüğü
İznik şehrine sürer . Şeyh Bedreddin’e bağlı küçük Tımar sahipleri
, bekâr oğlanları , Akıncılar ve Tavcılarca desteklenmiştir . Aydın Sancağı ve Karaburun
taraflarında isyan eden
kişilerin sayısı 8-10 bini geçmez
. Bu da çok büyük
bir ekonomik krizin olmadığını
bize anlatır . Timur’un 1400 yılında
Sıvası almasıyla halk arasında ortaya konan korku
Dobruca , Filibe ve Deliorman
bölgesinin Türkleşmesiyle sona erdi . Anadolu’da Moğollardan kaçan Osmanlı
reayası
oraya sığındı . Asıl isyanın
gücünü
bu
reaya
oluşturdu . Ayrıca Anadolu ve Rumeli Bölgeleri
veya Bursa ile Edirne arasındaki rekabet de bu isyanı kışkırttı
. 1427’de Şeyh Bedreddin isyanı bastırıldı ve Şeyh
Bedreddin için “ Kanı helâl , malı haramdır . ” fetvası çıkarılarak Serez çarşısında asılarak idam edildi
.
ANKARA
SAVAŞINDAN İSTANBUL’UN FETHİNE OSMANLI
İDARESİNDE DEVLET TEŞKİLATI
DİVAN : Padişah
ve yukarıda ismini belirttiğimiz
dört devlet görevlisi Divan’ı oluşturuyordu . Kuruluş Devrinde Divan’ın başkanı padişahtı . Osmanlı vezirlerine Paşa ünvanı verilmiştir . Bu kelime Köprülü’nün yaptığı lingustik çalışmaya göre “ Baş + Ağa ” kelimesinden bozulmuş Türkçe bir
sözcüktür . Osmanlı Hanedanından kimseye Paşa ünvanı verilmemiştir
. İlk vezir Alahaddin Paşa ile Osmanlı
tarihçileri Osman Bey’in oğlu Alahaddin
Bey’in ismini karıştırmışlardır
. Orhan Bey’in oğluna ”Süleyman Paşa ” denmesinin nedeni bu
kişinin ordu komutanı
olduğundandır . Paşalık ünvanı aynı
zamanda Selçuklularda görülen Beylerbeyliği ünvanını
da yetkilerini üzerine almıştır . Osmanlı Toplumunun bildiği ilk klasik
Paşa örneği Lâlâ Şahin
Paşa’dır . Lâlâ Şahin Paşa
kul kökenli bir devlet
adamıdır . Fakat ilk kul kökenli
devlet adamı değildir
. İlk kul kökenli devlet adamı
Lûlû Paşadır . Hiçbir zaman kullara Büyük Vezirlik ünvanı verilmiyordu.
Danişmendiye yani medreseden yetişme kişilere Büyük Vezirlik ünvanı verilmiştir.
Geniş Osmanlı Fetihlerine katılma görevi Bursa
Kadısının görevlerini aksatıyordu . Bu y üzden ayrı Kazasker
ataması yapılmıştır . 1389 yılında yazılan Gülçiçek Hatun Vakfiyesinde
hem Bursa Kadısının,
hem de Kazaskerin imzası vardır
. Yıldırım Bayazıt Döneminde iki Kazasker
olmuş, Fetret Devrinden sonra tekrar
teke inmiştir .
Kuruluş Döneminde Enderunlu Devlet Adamlarıyla Anadolu’lu aristokrat ailelerden gelme Danişmendiye sınıfı arasında
gizli bir rekabet vardı. 1444 yılında Edirne – Segedin
Antlaşmasından sonra bu rekabet su yüzüne
çıkmıştır. II.Murat Anadolu ve Rumeli aristokrat
ailelerini tutunca , yeni padişah II.Mehmet Enderunlu ve Yeniçeri zümresinden destek almıştır
. Fakat her iki tarafın
da siyasi etkileme
oranı %50 olduğundan
babası II. Murat’ın tekrar padişahlığa
geçmesine II.Mehmet razı olmuş ; yerine geçmek için
babasının ölümünü beklemeye başlamıştır .
İLLERİN YÖNETİMİ:
İllerin yönetimi konusunda Orhan Bey , I.Murat , Yıldırım Bayazıt zamanında değişiklikle r görüldü . Yıldırım Bayazıt Döneminde tam anlamıyla
İl Yönetiminin kurulduğu dönemdir . Halk ile devlet
arasındaki hükümet mekanizmasını üç sınıfta toplayabiliriz :
1) Adli ve kazayi
teşkilatlanma
2) Asayiş ve Düzeni sağlama
3) Halkı Vergilendirme
İstanbul’un Fethine kadar 150 yıl
bu yöntem kullanıldı
. Kadılar danişmendiye dınıfından kişiler arasından padişahça atanıyordu . Daha sonra bu
görevi Kazaskerler yürütür . Çevresindeki belli köyleri
ekonomik , kültürel , sosyal ve hatta
coğrafi bakımdan kendisine bağlamış , yani belli köyler
grubunun doğal merkezi
durumunu kazanmış kasabaya ve şehir , buranın adli ve idari
işlerini
çevirmek için o köyler çevresinin “ Kaza ” adı ile
merkezi kabul edilmekteydi
. Kaza merkezleri şüphesiz çarşı- pazara sahip yerlerdi
. Osmanlı Devleti başşehir dışında yegâne
idari ve adli
merci saydıkları kazai -
idari bölgelerde , halkın hükümetle ilişkisini düzenleme bakımından kadılar başta geliyordu . Kadılar ayrıca merkezi kasabanın Belediye Başkanı , Kaymakamı veya Valisi , Belediye Meclis Başkanı
ve
noteriydiler .
Kadı’nın hastalığı veya yokluğu sırasında yerine bakacak bir “ Kadı
Naibi ” bulunurdu . Mahkemelerde bir” Şuhud -ul Hal ” , ” Şuhud -ül Müslimin ” , ” Şuhudel Şuhut ” değimleriyle bir juri heyeti
kadının hüküm vermesini
etkilerdi . Bu kişilerin
isimleri de karar
defterine yazılıyordu . Osmanlılardaki bu juri
sisteminin kaç kişiden oluştuğunu bilmiyoruz . Çünkü onu geçen
yerlerde vs. juri üyesi diye
yazar . Juri üyesi olacak
kişiler rastgele atanmıyorlar , o şehrin halkının
eşraf içinden şeçtiği kişiler juri üyesi
oluyordu .
Şehirlerde Kadı’dan sonra en
önemli şahsiyet Subaşılıktı. . Şubaşılar Kaza merkezinde
otururlardı ve Subaşılık yüksek derecede
bir devlet memurluğuydu
. Şubaşı terfi ettiğinde Vezir ünvanını alıyordu . Ana görevi şehrin güvenliğini
korumak olan Subaşıların
emrinde Asesbaşı ve Asesler
vardı . Bunlar komiser ve polis
görevini görüyordu . Subaşı aynı zamanda vergi toplamakla
yükümlüydü . Subaşılar ulufeli devlet memuruydular
. Subaşının görevini yollarda Asesler , Dizdarlar , Kale Erleri sağlıyordu . Subaşılar aynı zamanda
kazadaki Tımarlı Sipahilerin komutanıydılar .
Hukukî - mülki
idareye yardımcı olan son unsur
halk temsilcileriydi . Kuruluş Dönemi Osmanlı Toplumunda ekonomik eylem merkezi olan çeşitli mesleki gruplar kendi aralarında
bir birlik meydana getiriyor ve bu birliğin başına Kethüda denen başkanlar getiriliyordu . Şehir Kethüdas ı denen Belediye Başkanı kanunnameleri ve fermanları halka duyurmakla
yükümlüydü . Kethüdalar Osmanlılarda , devletin sosyoekonomik - ticari yapısını kontrol eden , mümkün olan vergileri alan bir iltizam memuruydular . Kadının koyduğu narha satıcının
uymasını sağlarlardı . Çarşı ve pazarı denetlerlerdi
. Muhtesipler bu günkü Zabıta Memurunun görevini yaparlardı .
ORDU : Kuruluş
Dönemi Osmanlı Ordusu şu
sınıflardan oluşmuştu:
1) Aşiretlere hizmet verecek , bölükler halinde yerleştirilen Sipahiler .
1) Aşiretlere hizmet verecek , bölükler halinde yerleştirilen Sipahiler .
2) Orhan Bey zamanında kurulan Yaya ve
Müsellem Askerleri ki bunlar 2 Akçe ulûfeye sahipti .
3) Yiğitler : Bunlar
Sipahi sınıfından olup komutanlarına
” Yiğitbaşı” ünvanı verilirdi .
4) Yayaların yerine geçen Türk
kökenli hafif piyade ordusu
olan Azaplar ; Divandan ücret alırlardı
ve komutanlarına Azap Beyi denirdi
. Türkmenliğin işareti olan Kırmızı
Börk takarlardı .
5) Kapıkulları ve Yeniçeriler
: Kökenleri Anadolu Selçuklu Devletinin Gulâmhanesine dayanır . I.Murat tarafından kurulmuştur.
Osmanlıların piyade gücüdür . Devletten üç ayda
bir ulûfe denen
nakit maaş alırlar . Devşirme ve dönmelerden
oluşan bir askeri
güç olduğundan Türk piyade gücü
Azapların düşmanıydılar . 1444 Buçuk Tepe olaylarından
sonra II. Murat Yeniçeri Ocağını sıkı baskı
altında tutmuştu . Hiçbir dönemde Osmanlı Ordusunun temelini Yeniçeriler oluşturmamıştır . II.Mehmed’in 1451 yılında
başa geçmesiyle bu ocağın önü
açılmıştır . Kulluğun işareti olan Ak
Börk takarlardı . Savaşlarda merkez kanadın
piyade gücünü oluştururlardı
.
6) Kale Erleri
: Bir kalede oturup yol
ve köy güvenliğini
sağlayan askerlerdi . Başlarına Dizdar denirdi .
7) Kamu Leşkeri : Savaşlar sırasında gönüllü olarak orduya
katılan ve ganimetin 1/5’inden yararlanan milislerdi .
8) Cerehorlar :
Divani vergi haneleri tarafından Divani Vergiyi
ödemek yerine sayılmak
üzere
sırf sefer zamanlarında tutulan askerlerdir . Görevleri ordunun lojistik hizmetlerini görmektir .
8 ) Akıncılar :
Uç Beyleri ve devletin Aristokratik Türk ailelerinden
gelme kişiler Akıncı Beyliği görevini üstlenmişlerdi . Sınırlarda fetih edilen
kaleleri kendileri yönetemezler , burayı Kale Erlerine
teslim ederlerdi . Akıncı Beylerine ve Evlad-ı Fatihan’a buna karşılık
birçok tımar verilirdi . Akıncılar hazineden maaş almazlardı
. Akıncı Beyleri komutasındak i Akıncı Erleri ve
Subayları alınan ganimet ve kölelerin 1/5’inin geliri ile geçinirlerdi
.
YERLEŞTİRME VE
İSKÂN : Osmanlılar Kuruluş Döneminde Amasya – Bursa - Edirne eksenli üç büyük
şehirde yaşıyorlardı . Osmanlı iskân politikasının
temel amacı yeni alınan
araziye en az hristiyan nüfus kada
r Türk - İslam nüfusu yerleştirerek bunların isyanlarını çabucak bastırmak , üç kuşak sonra ise
bölgeyi Türkleştirmekti.Osmanlıların
feth ettiklere topraklara şu kimseler yerleştiriliyordu :
1)
Serbest
Göçebeler : Bunlar Anadolu’da bol miktarda olan Yörük
– Türkmen boylarıyla çingenelerdi .
2)
Zorunlu Göçebeler : İlk zorunlu göçebelik dönemi Orhan
Bey dönemine dayanır . Karasi halkının toprakları kamulaştırılarak Karesi halkı
Edirne’den Vardar Irmağı ve
Selannik’e kadar olan yerlere
yerleştirilmiştir .
3)
Anadolu’dan geririlen köylü ve
şehirli nüfus ki
Yükselme Devrinde kendilerinden çok söz
edilecek Garip Yiğitleri oluştururdu .
Şehirlerde yerleşen Rumeli Halkı cami
, medrese , imaret , tekke , bimârhane gibi hayır
kurumları yaptırmakta ve bu kurumları vakfetmekteydi . Vakıf köylerinin Divanî Tımar dışında
tutularak bu şekilde
o çevrenin merkezi olan şehir
veya kasabasındaki düzenlemelerle “ Mutezellika ” sınıfı oluşmaktaydı . Aynı yıllarda alınan İznik Bursa’dan
önce Türkleşmiş ve İslamlaşmıştır
. Edirne Bulgarlardan alındığında bağlık bostanlık
bir arazi içinde köy irisi
bir yerdi . Edirne’nin gelişimi Osmanlı Dönemiyle olmuştur .
4)
Akınc ı
Beylerine fethedilen yerler karşılığı devlet yeni Sancaklar
veriyor , köylülerin çoğu d a
Has Maaşına bağlanıyordu .
Kuruluş Dönemindeki Osmanlı İskân Sistemini
söyle özetleyebiliriz :
1)
Hükümet idaresini oluşturacak personel ve aileleri hemen gelip
şehirlere yerleşirdi .
2)
Padişah ve rical , hata zenginler ,mali güçleri
oranında hayır kurumları
kurmaktadır . Vakıf sahipleri kendi oğullarını
ve torunlarını mütevelli gösteriyorlardı . Böylece mütezellika sınıfı oluşuyordu
.
3)
Türk Ahi - Esnaf Topluluğu Rumeli halkınca
da saygıyla karşılanıyor ; sosyal ve ekonomik
düzeni bu sınıf
sağlıyordu.
1327’de Orhan Bey
tarafından basılan İlk Anadolu Dar’ül Cihad
(Fethedilen Ülke) olduğu için bütün
toprakla r Miri arazi sayılıyordu
. Yani tarlaların gerçek sahibi devletti
; toprağı elinde bulunduran , ekip biçen
halk ise ister
Müslüman , ister Hristiyan olsun kiracı yani raiet
sayılıyordu . Şu halde köylü
ektiği tarlanın haracını devlete ödemek zorundaydı .Cizye Osmanlı Akçesi 5,75 Kratyani 100 Dirhem gümüşten 270 Akçe olarak
kesilmişti . Osmanlı Devletinde
dört çeşit vergilendirme sistemi vardı :
1)
Şerri Vergiler :
Müslüman halkın yıllık kazançlarından
alınan 1/40 veya %2,5 ‘luk Zekat ve
fitre , Aşar , Ağnam ve vergileri
bu gurubun içine girerdi . Anadolu Dar’ül Cihad( feth Edilen Ülke) olduğundan dolayı bütün
toprakları Miri Arazi
sayılıyordu . Yani tarlaların gerçek sahibi
devletti ; toprağı elinde bulunduran ve ekip biçen halk ise ister Müslüman , ister Hristiyan olsun kiracı
yani “ Raiet ” sayılmaktaydı . Şu halde köylü
ektiği tarlanın icarını devlete ödemek zorundaydı
. Harac denen vergi Hristiyanlardan
alınırdı . Nakit olarak alınana “ Harac - ı Muzzaf ” ve üründen alınan a ” Harac - ı Müsellem” denirdi .
Aşar Hristiyanlardan 22 Akçe
, Müslümanlardan 24 akçe yıllık gelirden sonra alınan 1/10’luk vergidir .
Köylü tasarrufunda bulunan toprağı imar ederse
( içine ev yaparsa , bağ ve bahçe haline getirirse
) mülkiyeti devletten ömürboyu kendine geçerdi . Osmanlı Devletinde her türlü toprağın alım satımı
devlet tekelindeydi . Çiftçi elinde bulunan toprağı üç yıl mazeretsiz ekmezse tasarruf hakkını kaybediyordu . Köylü erkek evlat
bırakmadan ölürse önc
e arazi belli bir ücret karşılığı kızlarına teklif ediliyor , kızları girmese açık arttırmayla toprak yeni
raiasına geçiyordu .
2)
Örfi Vergiler : Belli
kuralara göre konmuş
ve kurumsallaşmış vergilerdir . Örfi Vergiler devlet ile
halk arasındaki ilişkileri zamana uygun
şekle koymaya hizmet etmiştir
. Bu vergilerin en önemlileri
evlenenlerden alınan “ Resm - i Avas ” , bekarlardan alınan “ resm –i Bennak ” , şehirlerden alınan örfi
vergiler , ticaret ve sanayiden alınan vergiler
, Pazar vergisi , han sahipleri veya han
müstecirlerinin ödediği vergiler ticari eşyadan
alınan vergiler , dükancı , imalatçı esnafının ödediği vergiler , kumaş ve bez dokumacılarından alınan vergiler
, boyahanelerden top hesabına göre alınan vergiler
bu guruba girer .
3)
Divani Vergiler
veya Avarız Akçesi : Savaş masraflarını karşılamak için savaşa katılmayan kişilerden götürü alınan paraydı . I.Murat zamanında 14 Mart
1366’da çıkarılan bir fermanla
vakıf arazilerinin dışındaki tüm arazilerden Avarız Vergisi
alınacağı belirtiliyor . Avarız Vergisi ile ilgili
Sekban ve Cerehor askerlerinin toplandığı biliniyor . Bu Avarız Vergisi
karşılığı nakit yerine
ücretli asker alınması
demektir .
4)
Padişah ve devlet büyüklerine
verilen aslında yasal olmayan peşkeş vergisi
.
1300 - 1453 yılları arası vergide en mükemmel dönem yaşanmıştı . Fetih ve ganimet gelirleri fazla olduğu
için vergi matrahları düşük tutulmuştu .
GENEL EKONOMİK
HAYAT : Doğu ile batı arasındaki
en önemli ticaret yolları Anadolu üzerinden geçiyordu . Haçlı Savaşlarından sonra OrtaDoğudaki Müslüman ve Hristiyan beylikler arasında dostluğa dayalı bir siyasi
ilişki kuruldu . Bir prens diğer bir prensle mücadele ederken İslam Emiri’nin açık veya
gizli ittifakını alıyordu . 14. yüzyıl sonları ve 15. yüzyıl
başlarında dünyanın kullandığı en önemli
ticaret yolları şunlardı :
1)
İpek Yolu : Çin’den
çıkarak İstanbul’da sona eren kara yolu.
2)
Baharat Yolu: Hindistan’dan çıkarak İskenderiye’de sona eren
deniz yolu .
3)
Kürk Yolu: Kuzey – Baltık Denizinden Karadeniz’e uzanan alanda Rusların
denetiminde olan Kırın’da
sona eren ticaret
yolu .
4)
Akdeniz Ticaret Yolu : Haclı Savaşlarından sonra açılan ana ülke
ve koloniler arası ticaret yolu
İtalyan
gemiciler i Doğu Akdeniz ve Batı ilişkilerini
düzenleme konusunda başrolü oynuyorlardı. İtalya bu yüzden
ilk ilerleyen Avrupa ülkesi oldu. Dokuma Sanayinin Kuzey İtalya’da
kurulmasının sebebi de
Venedik’e yakınlığındandır.
İslam ülkelerindeki
şehir ekonomisini yöneten esnaf cemiyetleri
model alınarak Batı Şehirlerinde feodal ekonomiye
son verilildi ve aynı
ilkeler içinde korparasyonlar
kuruldu.
Artık Avrupa dediğimiz ekonomik ve kültürel
ünite, yani Doğu karşısındaki Batı, gerek nicelik , gerek nitelik yönünden çok değişimde
bulunuyordu . İngiltere, Flemenk, bütün Kuzey Avrupa Ülkeleri , Almanya hep aynı
birliğin içine girmişlerdi . XIII. asırdan beri Almanlar’ın
Batlık kıyılarına
kurdukları ticaret şehirleriyle Doğu’ya doğru genişleyerek
buradaki ticari faaliyeti
Kuzey Ülkelerinin tekelinden çıkardıktan başka, bütün Almanya’da geçerli etkin bir
ticaret İngiltere, Felemenk ve Fransız pazarlarında uzanmaya başladı . Rusya’da Novagrat pazarına el atarak
Avrupa’yı bu noktaya
getiren
de Almanların bu eylemleri oldu .
Hristiyan
Dünyasının ticaret ve sanata kaydettiği gelişme dolayısıyla
dolayısıyla artan tüketim
kapasitesinin onun Doğu’dan, geçmişle kıyaslayınca, daha çok mal
alınmasını gerektirdiği için Müslüman
memleketlerin kazançları o oranda
artmamıştır. Halbuki, Batılıların daha fazla mal
aldığı görülmekle birlikte, Müslüman ülkelerin bundan zengin
olmadıkları şöyle dursun,
zararlı çıktıkları sonucunu çıkarabiliriz. Sonuçta ekonomik bir bunalıma,
özelikle gümüş bunalımına sürüklenmiş olduklarını biliyoruz. Doğu, Batı’ya karşı satmakta olduğu hammadde ve Hind
Malları karşılığında, önemli ölçüde işlenmiş madde almaya başlamıştır.
Avrupa ile
Doğu ticareti arasında Doğu Ülkelerinin hep zarar görmelerini veren şu olaylar dikkate alınmalıdır:
1) Papalığın ve
Avrupa Devletlerinin Mısır’a karşı koyduğu Haçlı Ambargosu.
2) İtalyan tüccarlarının metodik ticaret usulleriyle bütün
Bizans ve Doğu Akdeniz memleketlerinin servetlerini Batı’ya taşıması.
3) Batı’da mili sınıflar ve devletlerin oluşmasından ötürü
ekonomik bireyciliğin iflası ve onun yerine devletlerin ekonomi politikten
kendilerine düşeni görev edinmeleri.
4) Avrupa Hıristiyan dünyasının, nicelik ve nitelik
yönünden meydana gelen birçok ekonomik ve endüstriyel merkezler arasında
başlayan alışveriş işinin Doğu’yu artık ikinci plana düşürmesi ve özellikle
hammaddelere olan ihtiyacın çok artmış olmasından dolayı, İslam memleketlerinin
Batı’ya bağımlı hale gelmeleri.
XIV. yüzyılda
Dünya Ticaretini etkileyici iki önemli faktör vardır. Bunlar Anadolu Beylikleri
ve Latin Ticaret Devletleridir. Rumlar Pazar sermayesi üretiyor ve Latinleri
sevmiyordu.
Yıldırım
Bayazıt döneminde hem Mısır’la, hem Bizans’la ticaret yapılıyordu. Niğbolu
Savaşından sonra Papalık Haçlı Seferleri sırasında uyguladığı ambargoyu Osmanlı
Devletine karşı uygulamak istemiş, fakat Asya ve Avrupa kıtalarına hâkim durumdaki
Osmanlıları kızdırmak henüz güçlenemeyen Karadeniz kolonileri olan Cenova’nın
ve İstanbul’da kolonileri olan Venedik’in işine gelmemişti. Batı Anadolu’da
başta dokuma olmak üzere birçok sanayi gelişmişti. Osmanlı aristokratları
ticaretle uğraşarak zenginleşmişler ve kapitalistleşmişlerdi. Orhan Bey
zamanında 1327 yılında basılan ilk Akç e ” Çift Akçe ” olarak anılır. Yıldırım Bayazıt döneminde
büyük bir enflasyon yaşanır. 1453’e kadar para düşük vezinle kesilir.
Kaynak gösterilerek
alıntılanabilir.
© H. Endercan KURŞAKLIOĞLU, 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder