8 Ekim 2009 Perşembe


ŞEYHBENDERZADE FİLİBELİ AHMED
HİLMİ BEY  (1862 - 1914)



Copyright Endercan KURŞAKLIOĞLU

HAYAT HİKÂYESİ:
Hicri 1279,Miladi 1862/1863 yılının ortalarında Filibe’de doğmuştur.Babası “Şeyhbender”(konsolos)Süleyman Bey,annesi Şevkiye Hanımdır.İlk tahsilini Filibe Müftüsünden almıştır;daha sonra Bulgaristan’da Rüştiye Mektebini,Galatasaray Sultanisi’ni bitirmiştir.Babası ve ailesi 93 Muhacırlarındandır.Önce Edirne’ye sonra İstanbul’a gelerek burada yerleşir.Aslen baba tarafından Hazar Denizi Türkmenlerinin Akşit Boyundandır,annesi tarafından da Kafkasyalıdır.İlk memuriyetine İstanbul Posta İdaresinde başlayan Ahmet Hilmi Bey[1],daha sonra İzmir Posta İdaresinde dört yılçalışmıştır,bunun son iki yılını müdür olarak geçirmiştir.Daha sonra bir becayiş yoluyla Beyrut Posta Müdürlüğüne atanmıştır.Burada Jön Türklerle ilişkilerini geliştiren yazar Mıısır’a kaçmış[2] Kahire’de yayınlanan Çaylak Gazetesinde yazarın ilk yazısı çıkmıştır.Mısır’da Terakki-i Osmani Cemiyetine girmiştir.!901 yılında İstanbul’a döndüyse de arkadaşı Sadık VicdanÎ’nin jurnali yüzündem Fizan’a sürülmüştür. Buradayken  tasavvufa merak sarmış veHalveti/ Şazeli tarikatının Şeyhi Selam Bin Arûsî’ye intisap etmiş,felsefenin çözemediği sorunlarını tasavvuf yoluyla çözmüştü.Ahmed Hilmi Bey tarikaka girişini şöyle anlatmaktadır. Kendisi Arûsî şeyhi olmuştur.:”Tarikat _ı Arûsuyenin  esası,Afrika’ya Horasan’dan  Fethullah el-Acemî namında bir şeyh getirmiş olupbu da Tarikat-ı İbrahim Ethem’dir.
               Tarikatın pîri Tunus’lu Ahmed Bin Arûsi olup İbrahim Ethem tarikİ ile Şazeliyeyi mecz ederekArûsuye tarikatını meydana getirmiştir.Mamafih ikinci pîr Seyyid Abdüsselâm  El-Esmerî  el –Feyturî hazretlerinin şöhreti pek geniş olduğundan tatikat kendilerine nispet edilmiştir.
     Tarikat-ı Arûsiye’de dikkat çekici noktalar vardır.Arûsî kanaatkâr,çalışkan,şen ve şatır,taasubtan uzak,riyasız,kerim olur.Arûsîye milli bir tarikat olmayıp,İslâm  adı altında birleşmiş insanları eşit görür.
               Bilhassa Türklere karşı Arûsîlerde  büyük bir muhabbet ve kardeşlik hissi vardır.Tarikat rivayetlerinden olan İhvan_ı Arûsîye arasında nakledildiğine göre,Seyit Abdüsselâm hazretleri ihvanına ‘Türkler İslamın hizmetkârı,İslam’ın muzaffer askerleridir.Onlarla muhabbet ediniz.’diye nasihat ettiğinden,Arûsîler Türkleri kardeş gibi sevip,Makam-ı Hilafet’e büyük saflık ve sadıklıkla bağlıdırlar.”[3]
             II . Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul’a gelen Ahmed Hilmi Bey Daruşşafaka Vakfının temellerini atanCemiyet-i Tedrisad-ı İslamiye’nin de üyeliğinde bulunmuştur.İlk olarak haftalık İttihad_ı İslam ,Coşkun Kalender gazetelerini çıkarır.Bu gazetelerin kapanmasıyla Necat,Tonguç gazetelerini başyazar olarak yönetir,sonra Sırat_ı Müstakim,İkdam,Kanad,Tasvir-i Efkâr ,Şeybal,Sancak,Necat gazetelerinde siyasi ve felsefi yazılar yazar.Kendisi Nimet,Münakâşa,Kanad,Hikmet gazetelerini çıkarır.Hikmet Matbaa_ı İslamiyesini kurarak eserlerini bu matbaada bastırır.(3 Kasım 1910)
             Hikmet gazetesi günlük ve haftalık olarak aynı süre içinde yayınlanıyordu.Celi sülüs istifle  yazılan “Hikmet”klışesinin altında “Va’Tesımû vella tefaraku”[4]”İttihât Hayattır,Tefrika Memattır” cümlesi geçer. 21 Nisan 1910 ile 28 Eylül 1912 tarihleri arasında toplam 77 sayı çıkmıştır.Gazete Türkçü-İslamcı fikirleri savunmuş,materyalizm karşıtı ilk gazetedir.[5]
               Hikmet gazetesinin kurucusu Ahmed Hilmi Bey A.H. F.A.H.,Ş.F.A.Hilmi,Şeyh Miridin Arûsi,,Şeyh Hüsnü,Özdemir,İslam mahlâslarını da kullanmıştır.Gazetenin yazarları içinde:Şerafedin (Yaltkaya),Ahmed Hamdi (Akseki),İsmail Hakkı (Baltacıoğlu),Ahmet Agayef ,Doktor Karabek Karabekof,Yunus Nadi (Abalıoğlu),Müftü Fahreddin,Buharalı Abdulrauf,Kolçeli Abdülaziz,Ali Isfahânî,Süleyman Bahri,Mustafa Adlî,Ali Fahri,M.Mahir,Ömer Fevzi Efendi,Ali Rıza,Muhamed Arif,A.Seni,Bursalı Mehmet Tahir Bey, Ahmed (Ağaoğlu)dur.
                Gazetede şu konularda yayın yapılmıştır:siyasi yazılar(icmal-i siyasi),biyografiler (Teracim –i Ahval), Makaleler,Elvah-ı hayat(Ahmet Hilmi Bey’in Fizan anıları),Alem-i İslam,ekonomi(İktisadiyat),sosyoloji(ictimaiat),Felsefe (hikemiyat-bu bölüm tasavvuf ve Batı Felsefesi olmak üzere iki grupta incelenir-),Enzar_ı Millete (Toplumun her kesimini ilgilendiren olaylar),hutbelerimiz,Fen Bilimleri (Fenniyat),Edebiyatı Mutasavvıfane(tasavvuf Edebiyatı),Bektaşiler,Yunus Emre[6]Çağdaş Felsefe ve Sosyolji Bilimi(Felsefe-i asır ve ilm-i ictimaiat),Feminizm,İslamın zaaf ve kuvveti,Tarihsel Söyleşiler (Mebâhis-i tarihiye),bir haftalık vukuat.
                Ahmet Hilmi Bey İstanbul Darülfinun’unda (İstanbul Üniversitesi) Hikmet (Felsefe)kürsüsünü kurdurmuş ve müderrislik yapmıştır.II. Abdülhamid tarafından Fizan’a sürülen yazar İttihat ve Terakki partisinin siyasi yanlışlarını eleştiren yazar ile iktidârın arası açılmış,Hikmet gazetesi ve matbaası devletçe kapatılarak1911-1912 yılları arasında Kastamonu ve Bursa’ya sürgün gönderilmiştir.1912’de tekrar İstanbul’a dönen Ahmet Hilmi Bey Hikmet Gazetesini yeniden yayınlamıştır.İttahadçıların mualifi olan Hürriyet ve İtilaf Fırkasını da tutmamıştır. Aynı zamanda öğretim üyeliği yapan yazar Arapça,Farsça ve Fransızcayı  ana dili kadar iyi bilen Ahmed Hilmi Bey hiç evlenmemiştir.16 Ekim 1914 Cuma günü vefat etmiştir.Bakır çalması yüzünden zehirlendiğini tarih kitapları yazar.Ölümünden Masonlar ve Yahudiler sorunlu tutulmuştur.Çünkü Leo Taxi’nin Fransızca yazdığı yazıyı,iktidarı da eleştirerek Hikmet Gazetesinde yayınlamaya başlamıştı.Bu yüzden Yahudilerce zehirlendiğine İstanbul halkı inanmıştı.
         “Merhum Şehbenderzade Hilmi Bey:Osmanlı mütefekkirlerinin güzidelerinden olduğunu eserleri ile ispat etmiş Şehbenderzade Ahmed Hilmi Bey ,hayat kitabına son kelimesini yazmıştır.Cenab-ı Hak gufranına mahzar buyursun”
           “Gösterilen[7] kişi,Meşrutiyetin ilânını müteakip sürgün yerinden İstanbul’a gelerek günlük gazetelerde neşriyata başlamış,arkasından ‘Hikmet’ adlı bir gazete imtiyazı alıp,bununla mühim,istifade edilebilecek birçok siyasi ve ilmi makaleler neşr ettiği gibi,metin bir kalem ve halis bir yürekle de İslamiyeti,İslam Hukukunu müdafaa eylemiştir.Merhumun kendine mahsus lâtif bir üslûbu ,ilmî ve mantıkî muhakemelerinde de isabeti vardı.”
               “Hilmi Bey bir aralık Darülfünun’da felsefe dersi de vermişti.Merhum,ilim ve faziletiyle şöhret bulmuş,sağlam inançlı,derviş meşrep bir filozoftu.Henüz genç denecek yaşta irtihali memleketimiz için kayıplardan sayılmış olmak lâzım gelir.”
             “Cenab-ı Hak,kendisine rahmet,akraba ve dostlarına sabr-ı cemil ihsan buyursun”[8]
               Şeyhbenderzade’de İslamcılığın aydın ve geniş ufku vardı.Batı felsefesinde bilgisi,sosyolojiye ait ciddi yazıları doğucularla batıcılar arasında yüzeyde kalan gerginliği ortadan kaldıracak bir kuvvet göstermekte  idi.Henüz sosyoloji yayınlarının Spencerciliği aşamadığı yıllarda Ahmed Hilmi Bey ilk kez bütün tanınmış Fransız sosyologlarına değinmekte,sosyal olgulara ilgili yazılarında sosyal hayatı kuşatan sosyal şartlar bütününün nasıl inceleneceğini anlatmaktadır ki,bu hazırlık dönemi Durkheim sosyolojisinin başladığı yıllarda dahi henüz tamamlanmamış önemli bir yönü oluşturmakta idi[9]

ESERLERİ:1) Tarih-i İslam  1326
2)      Allah’ı İnkâr Mümkün müdür?1327
3)      Huzur-u Aklü Fende Maddiyûn Meslek-i Dalaleti(İlim Karşısında Maddecilik) 1332
4)      Beşeriyetin Fahr-i Ebedisi Nebimizi Bilelim 1331
5)      Senûsîler ve Onüçüncü Asrın Büyük Mütefekkir-i İslamîsi Seyyid Muhammed es Sûnîsi 1325

6)      Yeni Akâid ”Üss-ü İslam” 1332
7)      Muhalefetin İflâsı 1331
8)      İki Gavs-ı Enam:Abdülkadir ve Abdüsselâm  1331
9)    Yirminci Asırda Alem-i İslam ve Avrupa:Müslümanlara Rehber-i Siyaset  1327
10) A’ mak_ı Hayal1326
11) Hangi Meslek-i Felsefeyi kabul etmeliyiz?(Hangi Felsefi Ekolu Kabul Etmeliyiz?)Darülfinun Efendilerine Tahrirî Bir Konferans 1329
12) Öksüz Turgut (Roman) 1326
13) Akvam-ı Cihan (Dünya Ulusları) 1329
14)Müslümanlar Dinleyiniz 1326
15) Türk Ruhu Nasıl Yapılıyor 1329
16) İlm-i Ahval-i Ruh (Pisikoloji) 1326 yılında Darülfünunda okutulan ders notları)
17) Türk Armağanı 1330
18) İstibdatın Vahşetleri yahut Bir fedakârın Ölümü 1326
19) Vay Kız Bekçiyi Seviyor!  (Halk romanı) 1326
20) Aşk-ı Bâlâ (Tasavvufi Oyun)
21) Bektaşiler ve Heyet-i İçtima-i Osmaniye (Bektaşiler ve Osmanlı Toplumsal Yapısı)
22) Baş Belâsı Üç Jöntürk yahut Feylesof İbiş
23) İblis İzzeddin Behmen (Tasavvufi Oyun)
24) Tasavvuf-i İslam ve Fünün-u Cedide ve Felsefe (İslam Tasavvufu ve Çağdaş Fen ve Felsefe Bilimleri)
25)Yaşasın Bad-ı Sabâ (Bir Perdelik Komedi)
26) Melekzade Ailesi(Roman)
27)Kekyâil bin Asur
28) Mantık
29) İlm-i Tevhid
30) Tarih-i İslam ve Osmaanî
31)Üç Feylesof
32)Şeyh Bedreddin
33) Divançe
34)Tabakat
35)Gazal-ı Bedeviye
36) Tortu
37)İttihad-ı İslam
38)Murat Orta
39)Yer,Gök,İnsan
40)Fizan Menfası
41)Tarikatler ve Ricali
42) Yeni Mantık
43)Lübb-ü İslam (İslam’ın Özü)
44) İlm-i Tevhid
45) İslam ve Din-i İstikbâl
46)Farmasonlar,maksad ve meslekleri(Leo Taxil’den tercüme) [10]
       
GÖRÜŞLERİ VE FİKİR TARTIŞMALARI:

             “Bugünkü  durumumuzu,şu birkaç söz ifade eder fikrindeyiz:Birçok güzel temennilere malik fakat metod ve idealden mahrum bir cemiyetiz.Avrupa pazarından aldığımız maddeler içinde değil bir şirket,bir bakkal dükkanını idare edecek faydaları yok.Evet Avrupa topluluğunun üstünlüklerinden bir şey almadık.Lâkin…Milleti hakir görme,dinle alay etme,Sembolizm,Materyalizm,Sosyalizm,Serbest Düşünceyi  aldık.”[11]
             “İnsanlık tarihinin hiçbir devresinde,bugünkü  Avrupa siyasetinde olduğu kadar insanlık ve ahlâkla alay ettiği görülmemiştir.”[12]Eserine bu sözlerle başlayan Ahmed Hilmi Bey zamanının süper devletlerini ele alıp Türklük ve İslamlık hakkındaki emellerini şu şekilde tahlil eder.
Rusya:”Rusya’nın İran’a saldırmaktan maksadı ikidir:1)  İran’ın Kuzeyini işgal ederek Osmanlı – Türklük  âlemi ile Orta Asya Türklük  âleminin Hilâfet Makamı ile Asya Müslümanlarını bağlayan bağı kesmek ve ikiye ayırmak.2)Uyanış ve terakkiyi mümkün olduğu kadar söndürmek ve hiç olmazsa  ‘ mahalli ve mevzi’ bırakmaktır.[13]
Fransa:Fransa, Afrika’daki Müslümanların sevgisini kazanacak yerde bunun aksini yapıyor.Fransa’dan sürdüğü kara karga sürüsünü,yani papazları Afrika’daki Müslümanlara musallat etmiştir.Artık Avrupa’da nufuz sahası bulamayan papazlar,Ortaçağ’da yaptıklarını bugün Afrika’daki İslam âlemine yapıyorlar.Cezayir’de kapatılan ve yok edilen mescitlerin sayısı yüzleri bulur.[14]
İngiltere:İngiltere’nin en büyük mahareti din ve mezhep itilâflarından istifade hususunda görülür.Kimsenin  nazarı dikkatinden kaçmadığı  üzere Hindistan’da kullanılan en büyük tahakküm silahı budur.[15] İngiltere şu andaki durumunu,yani şimdiki haşmet ve satvetini muafaza edebilmek için üç şey lâzımdır:1) İslam Aleminin cehalet ve gafletin devamı
2) Türkiye’nin beceriksizlik (acz) ve çöküş (inhitât) halinde sürüp gitmesi
3) Almanya’nın şu iki duruma razı olması[16]
Almanya: Almanya sırf kendi menfaat ve hayatını temin için Şark’ın,bilhassa İslam âleminin dostu olmak mecburiyetindedir.[17]
İtalya: İtalya hükümeti hiçbir zaman Türkiye’nin dostu olamaz.İtalya siyasetinin özü Osmanlı Afrikası’nı ele geçirmek imkân ve fırsatını gözetmektir.[18]
           Avrupa’dan gelebilecek felâketleri söyle sıralıyor Ahmed Hilmi Bey:”Bugün zenginlerimiz,çocuklarını sahte ve zararlı bir terbiye ile,gülünç bir kukla şekline koydukları vakit,gerek vatan ve milletlerine,gerek kendi aile ve nesillerine ne kadar büyük kötülük fark bile etmiyorlar.Bu büyük tehlikeyi artık anlamalıyız.Hayat için kolera ve vebanın sebebi ne ise ,milli ve içtimaî hayat için Avrupa sefahat ve eğlencesinin tesiri odur.Bizde terbiye ve eğitim usullerinin mükemmel olmayışı ,büyük şehirlerimizde birçok Katolik ve Protestan mekteplerinin açılmasına sebep olmuştur…Bu mekteplerden çıkan çocuk,itikaden değilse bile,adetler ve durum bakımından Müslüman kalmaz.Misyoner mekteplerine çocuklarını veren babaların ileri sürecekleri mazeretler hiçbir zaman kabul olunamaz.Bu mazeretler olsa olsa şahsi menfaati,milli menfaate tercihten başka bir manâ ifade etmez.Bu bakımdan çocuklarımızı bu mekteplere vermemeliyiz.Bununla beraber bu mekteplere muhtaç olmayacak bir hale gelmeyi çalışmak da borcumuzdur.”
             “Biz ,Avrupa medeniyetini taklit değil iktibas etmeliyiz.İktibas intihap ve muhakeme ile olur.Taklid ise kuru gösterişten ibarettir.Bize taklid değil,iktibas lâzımdır.Japonlar bu işle yükseldiler
            Avrupa medeniyetini taklit edip alırsak(ki bu pek kolaydır) güzel dans eder,mükemmel konuşur,modaya uygun giyinir,sürülerle filozoflara,alimlere,sanatkârlara,siyasilere vs. az bir zamanda malik olacağımıza şüphe yoktur.Ama hepsi bir çırak,bir tilmiz,bir yamaktan başka meziyete sahip olamazlar.
           Şark’ın da binlerce senelik bir mazisi,yüzlerce asırlık medeniyeti,diğer bir tabirle kendisine has tekâmül vasıtalarına (gelişme araçlarına) sahiptir.Bu vasıfları üç günde yok etmek imkânını kendinde görenler ve hele bu tart edilmiş vasıflar yerine,hazır elbise giyer gibi Avrupa’dan yeni vasıflar ödünç olarak alınmasını mümkün zannedenler,son derece hayret ve cehalet eseri gösteriyorlar.[19]
             Sosyalizm:” Sosyalizm denen sosyal doktrin sosyal etkenlerle meydana gelmiş ve ilk zamanlarında mal ve evladın ortaklığı gibi ilhad[20] ,dinsizlik fikirlerini de kabul ederek ‘iştirakiyun’ (Komünizm) doktrinini doğurmuştur.
                  Biz Müslümanlar din ve sosyolojimizde hiçbir sınıfa,hiçbir şekilde imtiyaz vermeyiz.Bizde asilzade,,halk,din sınıfı olmadığı gibi dinimiz tam bir eşitliği emreder.Bizde henüz işçi sınıfı imkânına şayan bir çalışanlar topluluğu meydana getirilmemişse de ,geldiği vakit bu sınıfı, gadrine hedef yapacak bir diğer sınıf (burjuva) halkımız olmadığından ve hiçbir Müslüman ,namus ve haysiyetini ayaklar altına alarak evlât ve karılarda ortaklığı kabul edemeyeceğinden;bizde ne sosyalistliğe,ne koministliğe luzum ve talep yoktur.Müslümanlar,kendi muhit ve tarihlerinden gelmeyen bu gibi yabancı fikirlerden tamamıyla sakınmalıdırlar.”[21]
              “Müslümanların dışarıdan hiçbir ümidi yoktur.Şeref ve haysiyetlerini muhafaza için ittihattan[22]  başka ilaçları yoktur.Allah korusun,Osmanlı vatanının parçalandığı kabul edilirse,bu yalnız Türkler’in değil bütün Müslümanların tam manasıyla esareti olur.”[23]
            Ahmed Hilmi Bey  28 Şevval1330/28 Eylül 1328/11 Ekim 1912 tarihli yazısında”Düvel-i Muazzama Arasında İttifak-ı Samimi Yok,Bir Harb-i Umumi Bile Mümkün başlığını atmıştı.[24]
  Siyonizm ve Masonluk:”Vatanımızda oturan Musevi Osmanlılardan şimdilik şikâyet edilecek bir sebep ve cihet yoktur.Lâkin Avrupa’daki Yahudilerin fikir ve emelleri ,Osmanlı Yahudilerini bu halde bırakacakmıdır?İşte bu mesele ki biz Müslümanlar ,bunu da tetkike ve Avrupa’dan bize gelebilecek tehlikeler arasına koymak zorundayız…Şimdilik çeşitli yollarla Kudüs’teki Yahudileri çoğaltmaya ve arazi elde etmeye çalışıyorlar…Birkaç vakittir,bu işte gösterdikleri faaliyet hayrete şayandır ve diyebiliriz ki muaffakiyetleri de büyüktür.Demek ki Siyonistler ,Türkçesi vatanımızın bir parçasını elimizden almak istiyorlar.Biz,Osmanlı Müslümanlarının hak ve vazifesi vatanımızı parçalanmaktan korumaktır.Bu itibarla Siyonistleri İslam’ı tehdit eden tehlikeler arasında görmekteyiz.
      
 HANGİ MESLEK_İ FELSEFEYİ KABUL EDELİM:DARÜLFÜNÜN EFENDİLERİNE TAHARRİ BİR KONFERANS


              Yeni neslin kafasında birçok eski soruları canlandırıyor.Sağlam bir metod sahibi olmalarını,metodla birlikte ideal sahibi olmalarını tavsiye ediyor.Bugünkü durumumuz nedir ? diye soruyor.”Birçok iyi niyetleri olan fakat medod ve idealden mahrum bir topluluk” diye cevap veriyor.”Hükümetler de bu hastalıkta milletle ortaktır.Milletin ferdi bir arzusu var:Mutluluk!Hükümette,mecliste bir temenni var:Vatanı imar etmek!Fakat bu hedefler öyle umumi  ve belirsiz fikirler ki,şu müphem haliyle aklî birer ideal olmaktan ziyade şahsi içgüdü nevine sokulabilir. Bu davanın doğru şahidi1908 Meşrutiyetinden beri bunca işlerin boşa gitmesi ve istenen yemişleri vermemesidir.Bir işe nereden başlamak gerektiğini tayin edememek,her işi birden yapmaya kalkmak,esasla teferruatı biribirine karıştırmak gibi haller,hep belirli bir idealin ve düzenli bir metodun yokluğunu gösteriyor.Ne olmak istiyoruz?Ahlâkı düzeltmek,iktisatca yükselmek mi?Fakat her şeyden önce gençlerimizin bir hayat görüşü,bir felsefesi olmak lâzımdır ki bu istedikleri şeyleri düzenleyebilsinler.
               Çağımızın  düşünürleri arasında üç büyük felsefi ekol (meslek) var.Bunlar eleştiricilik (criticisme),Olguculuk (pozitivizm) ,evrimciliktir(Evolutionisme) Bilginlerden çok filozof olanlar arasında ruhsalcılık (Spriritualism) ve maddecilik(Matérialisme)  yaygındır.
                 Ruhsalcılık ve maddeciliğin çeşitleri yoktur.Lâkin düşüncecilik (idéalimse) ve doğatanrıcılık’larin (panthisme) sayısız şekilleri olduğu gibi,her ikisinde bazen ilmi fikirlerden karışarak meydana gelen meslekler (ekoller) vardır.Meselâ kritik felsefe (eleştiricilik/Critieisme) bir takım ilmi fikirlerle düşünceciliğin (idealimse) karışmasından doğmuştur.Çağımızın en önemli felsefesi evrim felsefesidir.Bütün insani bilgiler bu meslekte (ekolde) toplanmaya başlamıştır.Ancak burada da birçok noktalardan hipotezlere baş vuruluyor.Bu cihetle dikkat edilirse hiçbir felsefi mesleğin yanlıştan korunmadığına ve bütün hakikatleri toplamadığına kanaat getirilir.Öyle ise endüstri,iktisat ve geçim gibi hususlarda ilim ve tecrübenin gösterdiği ilkeleri(hususları) kabul ederek ,felsefe ve ahlâkta her mesleğin (ekolün) içindeki doğru tarafları alarak meydana gelecek seçmecilik’i (eclectisme) seçmekten daha sağlam yol yoktur.”

                  İLİM KARŞISINDA MADDECİLİK


            Baha Teyfik,Ludwing Buchner’den [25] “Madde ve Kuvvet”i tercüme ettiği zaman,eser basında bir bomba tesiri yapmıştı.Kitabın tam tahlil ve tenkidinin Celal Nuri (İleri) tarafından savunulması üzerine ona karşı tenkidleri Ahmed Hilmi Bey ele aldı.Şehbenderzade ilimlerin süratli ilerlemesinin materyalizm fikrine büyük bir yenilik getirmediğini,İlkçağda Lukretius’un “Doğanı Oluşumu”nda ortaya koyduğu materyalizm kanıtlarına yeni bir şey katmadığını söylüyerek başlıyor.Büchner maddenin her uyerde olduğunu söylüyor.Onca bu hem gülünç,hem metafizik düşüncedir.Ahmet Hili Bey’e göre Büchner âlemleri nasıl ve hangi nitelikleriyle gözlemleyebiliyor?Hakikatini kimsenin anlayamayacağı maddeyi bütün varlığa nasıl yayıyor?Atomdan başlayarak bunu bütün evrene yaymak apaçık bir metafizik denemesidir.Metafiziği hem inkâr ediyor,hem de her adımda akla ve deneye aykırı bir metafizik yapıyor.”Bu günkü insan bilgisindeki analizde geri çevrilmesi imkânsız üç fikir kalır:Mekan,zaman ve enerji.Öyleyse madde kavramından ayrı düşünülen kavramlar vardır.Hatta en genç ilimlerden olan énergetism’e göre,olayları ve evreni açıklamak için madde kavramına hiç de ihtiyaç yoktur.Kimyager Ostwalt’a[26] göre ‘Madde fikri ve sözü enerji kavramının bilinmediği zamanda bulunmuştur.Maddeyi tanımlamak ve açıklamak için ileri sürülen tüm özellikler enerjinin özelliğidir.Bu özellikler enerjiye verince maddeye hiçbir şey kalmaz’
          Bücher,eğer madde niteliklerinden yoksun kalırsa materyalizmin savunulamayacağını itiraf ediyor.Fakat bu nokta akla ve enerjetism’in deneye dayanan kurallarıyla ispat edilmiştir.O halde materyalizmin savunmasının imkânsız olduğu görülmektedir.Ona göre maddenin özelliklerinden söz edilirken parçacık ilkesi ihmal ediliyor. Clausius ‘un (Carnot’u tamamlamak üzere)ispat ettiği   ve daha başında Helmoltz’un[27] kabul ettiği bu ilke,  materyalistlerin  zan ve tahminlerini yıkmak için yeter.Yalnız deneye dayanan Clausius gösteriyor ki bu alem ebedi,ölümsüz değildir.Fiziki alem ‘devamlı ölüm’ denebilecek sınırlanmamış ve tamir olmaz bir yok olmaya doğru gitmektedir. Bu günün ilminde  maddenin ve enerjinin sakınımı ilkelerini artık savunmaya artık imkân yoktur,çünkü alem sürekli olarak karşı konulmaz şekilde enerji kaybetmekte,yokluğa doğru gitmektedir.Bugünün ilminde en büyük iz bırakan termodinamiğe ait olan bu deneyi terazinin bir kefesine koyunuz,öteki kefesine de materyalizmin ‘hareket ebedi ve ezelidir,madde ve kuvvet ezeli ve ebedidir’ diyen görüşlerini koyunuz ve buna ilim adına hüküm veriniz,diyen Ahmad Hilmi Bey,felsefi tartışmada ciddiyetin güzel bir örneğini veriyor.Büchner taraftarlarının inancına ‘çoban inancı’ diyor.
              Ahmed Hilmi Bey’e göre son yılların  önemli bir keşfi de maddenin mevcut olmadığıdır.[28] Maddenin esaslı sıfatı kütle ve süredurumdur.Kütle ve süredurumun asıl maddeye ait olmadığı kütlenin değişme kabul edilirse madde yoktur denilebilir.Şimdiye kadar deneylerin belirlediği hız çok sınırlıydı.Bu hızla yapılan deneyler kütlenin değişmezliğini göstermiş değildi.En hızlı hareket eden Merih gezegenini aşan radium ışınları olmuştur.[29] Bu ışınlar atomların bombardıman yapmasından ileri gelmektedir. Bu bombardımanda atılan negatif elektrikle yüklü ( _elektrik) yüklü elokronlardır.Elektronların hızı ışık hızından on kat fazla,kitlelerine oranla çarpışmalarının büyük olduğu anlaşılmıştır.Bu elektronlar mekanik ve eloktomanyetik olmak   üzere iki  türlü süreduruma sahiptir.İki türlü parçacığın özelliğini belirtmek içim yapılan çalışmalardan şu sonuca varılmıştır:’Bu elektonların gerçek kütlesi varmıdır?’Yalnız tüm maddeler negatif elektronlardan oluşmamıştır.Pozitif ve nötür elektronlar da vardır.[30]  Bunların da kütleleri yoktur.Lorentz’in[31] dünyanın dönme hızı yüzünden ortaya koyduğu teoriye göre hakiki madde yoktur.Madde demek esirdeki [32]delikler demektir.Langevin’e[33] göre madde özelliklerini yitirmiş esirdir. Lebon[34] ‘Madenin Evrimi’ ve ‘Kuvvetlerin Evrimi’ adlı kitaplarında maddenin eylemde yok olmasının olası olduğunu kanıtlamaya yarayan deneyleri anlatıyor.Onca evrendeki kuvvet erin(enerji)atomlardaki enerji,maddenin maddelikten çıkması suretiyle serbest kalmasından oluşmuştur. Madde ve kuvvetin ezeli ve ebedi ve kendi başına var olduğu görüşü ,madde ve kuvvetin sakınımı ilkelerinden çıkıyor.Fakat bu nokta çok şüphelidir.1) Bir şeyin yok olmasının imkânsız oluşu onun yaratılmamış ve kendi başına var olduğunu gerektirmez. Öyle ise soru madde ve kuvvette kalmayarak onların köklerine gider.Bu genel denemeler pek sınırlıdır,ilim adamları deneyciliğin dışına  çıkmadıkça ebedilik,ezelilik,hareketsizlik üzerine hüküm veremezler.Öyle ise bu deney Fadışı hükümlerin değeri ancak metafizik görünüştedir ve yalnız akıl kurallarıyla ölçülebilir.Allah’ı deneyle ispat edemesek de ,inkâr da edemeyiz.Halbuki insan aklı tümevarımla(induction) maddenin kendi başına varlığını red ediyor.İnsan vicdanını ne olduğunu bilmeği bir kavramla durduramaz.İlk neden fikri bütün olayları açıklamak için gerekli bir fikirdir.Bu fikir red edilirse varlık bilmecesi çözülmüş ve daha basit şekle konmayacak,bütün felsefe şüphe denizinde boğulacaktır.
                      Materyalistler işlerine geldiği zaman insan zekâsını göklere çıkarıyorlar,gerektiğinde zekânın aczini ileri sürüyorlar.Büchnet metafiziği bırakıp ,doğayı gözlemi öğütlüyor.Bir bilgin deney dışına çıkmadıkça metafizikle uğraşmış olmaz. Fakat gözünü tek tek olaylardan geniş doğaya çevirdiği zaman iste istemez soyutlamalar,birleştirme ve sentez yapar.
                    Ahmed Hilmi Bey “Maddiyun Mesleki Delâleti” adlı kitabının birinci bölümünde Celal Nuri’nin[35] “Tarih-i İstikbal”ini reddediyor.1)Önce onu dogmatik diye vasıflandırıyor.Dayandığı yazarlara mutlak olarak inandığını söylüyor.Bu inanç onda taaasup derecesine gelmektedir.2) Eserde çelişik fikirler olduğunu söylüyor:Yazar hem İslamiyete bağlıdır,hem materyalisttir.Bu iki çelişik fikir aynı zamanda bir yerde bulunmaz.Fakat yazarın böyle düşünmesine sebep olan materyalizm ekolünün bilim ve deneye dayanan bir ekol olması,İslamın da bir hak dini olmasıdır.Fakat din ve materyalizm nasıl uzlaşır?Dikkate değer bir nokta yazarın materyalist gibi değil,kamutanrıcı olarak konuşmasıdır.Fakat o zaman materyalizmi yanlış anladığına hükmetmek gerekir.Celal Nuri “Felsefe ve Geleceği” adlı bölümde metafiziği dolayısıyla felsefeyi kötülüyor.Felsefe mensublarını zararlı,adeta deli farzediyor ve gerçeği araştırmak için elimizde tek bir yol var ,o da bilimdir ,diyor.Fakat gerçek duygulara mı,akla mı ait?Bilim bir çok varsayıma dayanıyor.Bu varsayımlar olayları açıklamakta yetersizdir.Fakat hiçbir bilim adamı bu varsayımların sırf gerçek olduğunu ileri süremez.(Ahmed Hilmi Bey burada H.Poinceré’nin[36] “Bilim ve Varsayı” isimli yasısına başvuruyor.) Bilimin büyük değeri vardır,fakat bu değer ne kadar büyük olusa olsun oransal bir değerdir.Hiçbir ciddi bilim adamı yoktur ki bilimin değerine başka bir anlam versin.Aksini düşünenler sahte ilimciler veya aşırı dogmatiklerdir.Celal Nuri ’ulaşılması kabul edilmeyen gerçeğin varlığından bize haber veren veya bunu sembolik olarak gösteren dinler’ diyor.Demek ki iki türlü gerçek var:Biri ilimle ulaşılan,diğeri ulaşılmayan,fakat dinle haber verilen.Bu indi ve keyfi sınırlamada ne mantık ne samimilik vardır.Böyle bir çelişmenin devamı mümkün değildir. Olayda,Avrupa’da bilinenler dışında bir çeşit gerçeğin doğruluğunu söyleyenler  vardır.H.Spencer[37] gibi, böyle bilinmez olan bir şeyi ispat için çelişmeyi kabulden başka çare bulamamışlardır.Ekollerinin sonuçlarına sadık olan bu düşünürlere saygı gösterilmelidir.Çünkü kelime oyunlarıyla halkı aldatmak ve düşüncelerini gizlemek zaafına düşmemektedirler.’Ulaşılamayan gerçek’ ne demektir?Böyle gerçeklerin varlığına nasıl inanıyoruz?Din bizi böyle bir gerçekten nasıl haberdar ediyor?Öyle ise bu gerçeğin akılcı(rationel) olması gerekiyor.Aklın deney alanında belirli olmayan bir gerçeği  kabule yetkisi varsa,o zaman o gerçeğe ulaşıyor,yani din ve bilim  akıl alanında birleşiyor demektir.Fakat Celal Nuri şu cümle ile hepsini bozuyor:’Evrenin sırlarından sözeden her teori,ister bilim,ister felsefe olsun boştur.Deney dışında yapılacak tüm spekülasyonlar tamamen saçmadır.’
           Ahmed Hilmi Bey materyalistlerin başlıca kanıtlarını şöyle sıralıyor:1)Madde ve kuvvetin kendi başına varlığı
               2)Ezeli ve ebedi oluşları
               3) Deneylerin yalnız duyulara ait oluşu
               4) Hayatın kendi kendine (spontané) oluşu
               5) Doğa kanunlarının değişmezliği
                   6) Evrenin kendi kural ve sebepleriyle açıklanacağı için     
                   Allah fikrine lüzum olmaması
               7) Ruhun beyne ve mevcut kuvvetlere geçmesi
               8) İrade gibi ruhsal durumların tabiat kurallarıyla
                    açıklanması,kişisel özgürlüğün vehimden ibaret olduğu
                   kanaati.
                    Ahmed Hilmi Bey bu kanıtlara şöyle cevap veriyor:
1)    Maddenin niteliği bilinmiyor.Dinamik ve mekanik
Görüşlerde olayları açıklamak için madde kavramına bile
gerek yoktur.
2)Madde ve kuvvetin ezeliliği,kendi başına var olduğu,,yaratılmamış olduğu ,madde ve enerjinin sakınımı ilkesinden çıkarıyor.Fakat bir şeyin yok edilmemesi onun yaratılmamış olduğunu göstermez.Bilindiği gibi evrenin bilinen yerlerinde bilim madde ve kuvvetin mahvolmadığı,şekil değiştirdiği ve niceliğinin belirli miktarda olduğunu gösteriyor.Fakat bu kadar sınırlı bir deneyi ezeli saymak imkânsızdır.Ayrıca maddenin,enerjinin yok olduğunun düşünülmesi de imkânsız değildir.
3) Deneylerimiz yalnız duyulara ait değildir.İç dünyamıza,bilincimize ait deneylerimiz de vardır.
4) Parçacıklar ilkesi bize tabiatta sabitliği değil,aksedilemez (irréversible) bir yok oluşun bulunduğunu gösteriyor.
5) Ruhun beyinle ve maddi enerjilerle açıklanması yolundaki teşebbüslerin  neticesizliğini,ruhi olayları aşan deney konusundaki spirtüalizm olayları üzerinde duruyorCelal Nuri’nin bu gibi olaylara “üfürükçülük” demesinden söz ederek bu görüşün geniş bir ilmi anlayışla uzlaştırılamayacağını ve spiritisme’nin deney alşanında önemli yeri olduğu noktasında ısrar ediyor.Ahmed Hilmi Bey’e göre alemin bu en dar anlaşılışı  ile dini birleştirmeğe çalışmak zihin çelişmelerinin en ağırıdır.’Dinin gayesi İnsanlığın refahıdır.’diyor.Bu söz ona göre dini en müspet alanlarda bilenler için doğrudur,fakat materyaliste göre dinin ne  maddi ne manevi hakikat  ve değeri olmayacağından bu ilke de anlamdan yoksundur.

                  6) Ahmed Hilmi Bey,materyalistlerin tersine,ruhun bedenden bağımsız varlığını,niceliğinin bilinmez olduğunu kabul ediyor.Onu duyarlılık,zekâ,irade gibi eserleriyle anlıyoruz ve bütün güçlük onca ,beden çözüldükten sonra ruhun devam edip etmediği noktasındadır.B enlik nedir?Beden değişmeleri arasında kalan ruhtur.Bedenin çürümesinden sonra ruh ne oluyor?Muhyiddin Arabi,ruhun manevi alemde(ahirette) yeni bir mazhar (Substratum) bulacağını söylüyor ki Şehbenderzade’ye göre bu konuda söylenebileceklerin en yetkini budur.Yok olmak parçalanmak ve dağılmak ile aynıdır.Birlik ve basitliği olan şey parçalanmaz ve dağılmaz.Halbuki ruh bir ve basittir,öyle ise o dağılmaz yani yok olmaz.

                         ALLAH’I İNKÂR MÜMKÜN MÜ?

             “Avrupa’dan körü körüne alınan beş on felsefi ilkeyi başka bir kalıba dökmeye kalkışmak son derece gülünç bir haldir” diyor Ahmet Hilmi Bey.”Kuru bir taklitle gerçekten ilerleyemeyiz.Sahte bilgi yolu  ile yalnız kıyafetimizi ve şekilleri medenileştirir ki,bu bir evrim olmadıktan başka,zaten züğürt olan bizleri pahalı bir geçim tarzına sürükleyerek tam iflâsa götürür.İlerlemek istiyorsak,bir yandan çöküntümüzün sebeplerini,öte yandan sosyal yapımızın unsurlarının neler olduğunu araştırmalıyız.Biz,milliyetimizi meydana getiren temelleri düzenleyecek ve kuvvetlendirecek yerde,bu temelleri harap halde bırakıp yeni temeller yapmaya kalkışırsak,intihara teşebbüs etmiş oluruz.Fakat ilerleme ve yenileşme anlamına yabancı kalır da,geri görüşler içinde kalırsak sosyal varlığımız kansızlıktan mahvolur.”
                    Ateizm ve athe (küfür ve kâfir) nedir diye başlıyor.Fizik ve tabiat bilimleriyle uğraşanların ateizme ne derece kanıt verdikleri üzerinde duruyor.Pozitivizm’in ateizm’e elverişli bir yol olmadığı üzerinde duruyor.Comte’un[38] üç hal kanunu hernekadar tarih bakımından doğru ise de,felsefe bakımından bu bölünüşte bir kesinlik yoktur.İnanç,metafizik ve ilim ayrı ayrı sahalar olduğundan birinin varlığı ötekini ortadan kaldırmaz.Hem bilgin ,hem metafizikçi,hem dindar pek çok düşünür vardır.Bundan dolayı bir insanın ilim alanında pozitivizmi kabul etmesi,metafiziği reddetmesini gerektireceği iddia edilemez.Comte’un bu görüşü yalnızca insan zihninin tabii akışını gösterir.Come’un ilimler sıralamasında ilk basamağa çıkmadan ikinciye geçmek mümkün değildir.Her basamak,üstündeki için bir bir öncekine sebep şeklini alıyor.Bu teori basitten karmaşığa doğru giden evrim teorisi demektir:Comte’nun fikirlerine göre ,bu ilimler biribirinin daha evrimli şekilleridir.İlimler arasındaki fark, nicelik farkından ibaret olup,nitelik farkı yoktur.Yalnız bu sınıflama dahi başlıbaşına bir felsefi ekol oluşturur.Eğer Comte ilimler sahasındaki prensipler bahsini kaldırmamış olsaydı,ilimlerin birleştirilmesi sonsuz birlik (Tanrı) fikrine götürürdü.Fakat Comte’un ekolünde böyle bir imkân yoktur.O yalnız fenomenleri inceler ve Vahded-i Vücut’u reddeder,hata ona ateizm’in zarif şekli der.Şu halde onun ilimler sınıflandırması dolayısıyla  ortaya koyduğu birlik teorisi ,olaylar sahasını geçemeyeceği için materyalizme hizmet edebilir.Nitekim bu akımın dirilmesinde pozitivizmin çok hizmeti olmuştur.
               Ahmed Hilmi Bey’e göre Comte’un ilimler sıralamasında dikkate değer başka noktalar var:Psikoloji,ilimlerden sayılmamış ve biyolojinin bir alt bölümü haline getirilmiştir.Şu halde ahlâki,tarihi,ebedi ilimler doğa bilimlerinin bir dalı derecesine düşüyor.Şu fikirlerin ise materyalizme ne derece hizmet edeceği ortadadır.Comte’un bu fikirleri ifade eden hayat dönemine öğrencileri “objektif süre” adını veriyorlar.Bundan sonra Comte ,yukarıdakilere zıt bir ikinci hayat yaşamaya başlıyor.Öğrencilerinden birçoğunun kabul etmediği bu süreye “subjektif süre” deniyor.Comte,ilk felsefesinde din ve llah fikrini bir kenara bırakmıştı.Burada o,birdenbire aksini söylüyor.Mistizm fikirlerini hatırlatacak düşünceler ileri sürüyor.Önce din fikrini kaldırmak isterken şimdi,bir dinin lüzumuna inanıyor.Bu yeni din ona göre hisler üzerine kurulmuş ”insaniyet dini” olacaktır.Fakat Comte’un icat ettiği bu yeni dinde Allah ve ruhun ölümsüzlüğü fikri yoktur.İnsaniyet en yüce varlıktır.Onun da  ölümsüzlüğü insanlığın anısından ibarettir.
                Ahmed Hilmi Bey,Auguste Comte’un tam ve soyut gerçeklikten uzak ”insanlık dini”nin tenkidini yaptıktan sonra,bütün varlıkları incelemeye insanlıktan başlıyor.Çünkü insan için apaçık,kesin gerçekbaşka hakikatları kavramaya alet olan sujedir.Doğal halini kaybetmedikçe her insanın her insanın şüphe etmeyeceği bir gerçek varsa,o da kendi benliğidir.Acaba âlemler gerçek midir,vehimden mi ibarettir?Hatta bu alemlerin bir yaratıcısı var mıdır? Diye sorulbilir.Bunlar gerçeği arayan her bilincin ebedi tasalarıdır,fakat hiç kimse “acaba ben varmıyım?”diye sormaz,çünkü böyle bir soru bile,şüphe kılığına bürünmüş kendi benliğini ispat eden bir tasdiktir.İnsanın elinde kendi bilincinden başka bir ölçü yoktur.Bu ölçüye uymanın cezasıdır ki felsefe tarihi biribiriyle çelişen sayısız fikirleri içine alır.Yine bunun için bir zaman kesin sanılan kanıtlamalar bugün değersiz söz yığını haline düşmüştür.
                Ahmed Hilmi Bey,bundan sonra  Kant’ın[39] “Saf Aklın Eleştirisi” ile açtığı bilgi eleştiri yolunu gösteriyor ve bu yolun bizi safdil realizmden ve materyalizmden niçin kurtardığını anlatıyor.Saf Aklın Eleştirisi’nde dogmatik olarak ruh,alem ve Allah hakında bilgi edinemeyeceğimizi gösterdi.Fakat bu yol onu şüpheye götürdü.Aklın son tahlilde ulaştığı çatışkılar bizi çıkmazda bırakmaktadır.Kant’ın incelemelerinden çıkan sonuç:1) Aklın yalnız görüngüsel varlıkları(fenomenleri) bileceği 2) Akılla mutlak ve sonsuz arasında gerçek bir bağ kurulamayacağı 3) Metafiziğin imkânsız olduğunu kabul wetmektedir.Mutlak,yetkin,sonsuz gibi fikirler aklın katogorileri olup,hiçbir dış gerçekleri yoktur.Kant’ın son derece maharetle kurmaya çalıştığı kanıtlamalar,yine kendi eleştirisiyle yıkılıyor.Bundan dolayı Ahmed Hilmi Bey’e göre onun kritik metodunu bütün sonuçlarıyla kayıtsız ve şartsız kabul edersek son iki karşı hüküm içindeki karşıt fikirlerin uzlaşabilir olduğu yolundaki tezini reddetmek zorundayız.Başka bir değişle Allah’ın varlığını vebaşka prensipleri zan (option) derecesine indirmek zaruretinde kalacağız.Fakat onca, böyle bir sonuca düşme zorunluluğunda değiliz.Kant’ın kritik metodunda itiraz edilebilir noktalar yok mudur?Olmasaydı Allah’ı bilmekten ve ahlâktan ümidi kesmeliydi.Vakıa Ahmed Hilmi Bey’e göre görüngüseller(fenomenler) alanında pek doğru olan kritik metodu,deneydışı akledilirler(intellibirge) alanında hiç de doğru değildir.Hatta kritik metodu tam doğru sayılsa bile kendisinin hiçbir tezine hak vermemek,deneyi dahi yalanlamak gerekir.Bütün gerçekler zan derecesine iner.Bu ümitsiz sonucu kabul etsek bile,bunun için aletimiz nedir?Aklın görgünsellerin (fenomenlerin) ötesini bilmeyeceğine hangi aletle hükmedeceğiz?Yine de akıl yürütme gücümüzle değil mi?Eğer bu güç bizi gerçeğe götürmüyorsa,gerçekleri hangi yetki ile inkâr ediyoruz.Bir şeyi akıl yürütme ile kabul eder,akıl yürütme ile reddederiz.Kritik metodu aklın gücünü kötüye kullananlara ihtar olarak çok değerlidir.Fakat hangi şekli kabul edilirse,elde edeceğimiz gerçekler nisbi (relatif) olsa bile,biz bunu bir olgu (fait) gibi kabul etmek zorundayız.Bunun dışına çıkarsak sonu gelmez bir şüpheye düşmüş oluruz.Fakat Kant’ta bilincin çözümlemesi gösterir ki ruhta bir özdeşlik ve birlik vardır. Ahmed Hilmi Bey burada panteistlerin ruh hakkındaki görüşlerini çözümler.Onların ruh ve madde hakkındaki görüşleri,Allah’ın gerçeğini anlamaya en uygun yol olarak görüyor.Ahmed Hilmi Bey deneycilerin,İskoçya Ekolünün[40] araştırmalarını anlatıyor,Naturalistlerin[41] görüşlerine geçiyor.Evrim fikrinin ruh sorusundaki görüşlerini inceliyor.Le Dantec [42]gibi Yeni Darwinciler üzerinde duruyor.Oradan Fisagor’a eski spirtualistlere dönüyor.İdealistler ile panteist’lerin ruh görüşleri arasındaki benzeşi ve farkları işaret ediyor.İslam  düşünürlerinin görüşleriyle bunları karşılaştırıyor.Bu etraflı geziden sonra “Vahdet-i Vücut” dediği sofi kaynaklı bir ekole bağlı olduğunu belirtiyor





[1] Sadık Albayrak yanlışlıkla yazarı Duyun_u Umimiyede çalıştırır.E.K.
[2] Mısır o çağlarda İngiliz işgali altındaydı.E.K.
3 Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi:”Senûsîler ve Sultan Abdülhamit”Ses Yayınları,İstanbul,1992s.25
[4]“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.Parçalanıp ayrılmayın”Al-i İmran Suresi III/103.
5 FİLİBELİ AHMED HİLMİ:”Hikmet Yazıları” Hazırlayan:Ahmet Koçak,İnsan Yayınları,İstanbul,2005,s.63
[6]Yunus Emre Hakkında yazılan ilk bilimsel makaledir E.K.
[7] “Müşarunileyh” sözcüğü kullanılmıştır E.K.
[8] Sebilürreşat Dergisi:Sayı :312,s.449,Teşrinievvel 1330
[9] Hilmi Ziya ÜLKEN:”Türkiyede Çağdaş Düşünce Tarihi”,Ülken Yayınları,Ankara,1979,s.287
[10] Filibeli Ahmet Hilmi:”Hikmet Yazıları” Hazırlayan :Ahmed KOÇAK,s.43-48
[11] FİLİBELİ AHMED HİLMİ: “Hangi Felsefi Mesleği Kabul Etmeliyiz”s.9 ve 28,Hikmet Matbaası,İstanbul,1330
[12] FİLİBELİ AHMED HİLMİ:”Yirminci Asırda Alem_i İslam ve Avrupa:Müslümanlara Rehber_i Siyaset”s.3Hikmet Matbaası,İstanbul,1327
[13]“ y.a.g.e.” :s.42
[14]“ y.a.g.e”s.48-49
[15]“ y.a.g.e”s.51
[16]“ y.a.g.e”s.58-59
[17] “y.a.g.e”s.62
[18] “y.a.g.e”s.65
[19] FİLİBELİ AHMED HİLMİ:”Yeni Tasvir-i Efkâr Gazetesi,Sayı:259,18 Şubat 1910
[20] İslam dinine,Kuran’ın koyduğu kurallara karşı gelme E.K.
[21] Ahmed Hilmi Bey:”Yirminci Asırda âlem-i İslam ve Avrupa” s.74
[22] İslam Birliği E.K.
[23]“ y.a.g.e”s.76(Bu yazı Milâdi 1913 yılında yayınlanmıştır. E.K.)
[24] Ahmed Hilmi Bey:”Hikmet Gazetesi” sayı:70
[25] Alman Filozof(1824-1899)Tübingen’de doçentken Maddeci felsefe akımından esinlenen” Madde ve Kuvvet” adlı kitabının yayınlanması üzerine öğretim üyeliğini bırakarak hekimlik yapmaya başladı.(1855) Büchner,bilimsel bilginin köktenci bir maddecilik görüşüne dayanması gerektiğini düşünüyordu.”Doğa ve Ruh” (1857),”İnsanın Doğadaki Durumu” (1869) adlı kitaplarıyla Darwinciliğin yayılmasına katkıda bulundu ve aynı zamanda bu kuramla toplumsal ilerleme arasında varsaydığı bağlılık üzerinde durdu.”Darwincilik ve Sosyalizm”(1894) Büyük Larousse,C.4,s.2047
[26] Wilhelm Ostwalt(1853-1932) Alman kimyacı.Endüstri kimyasının kurucularındandır.1909’da Nobel Kimya Ödülünü almıştır.
[27] Herman Ludwig Ferdinand VON HELMHOLTZ:Alman fizikçi ve fiyolog(1821-1894)XIX YÜZYILIN en büyük bilginlerinden birisiydi.1847’de,bir incelemesinde,fiziksel olayların;yalnızca,enerji biçiminde değişimleri olduğunu öne sürdü,potansiyel enerji kavramını ortaya attı ve sakınımlılık ilkesini verdi
[28] Madde enerjinin şekil kazanmış halidir E.K.
[29] Evrende en hızlı hareket eden ışık enerjisidir. Saniyede 300000 Km.  E.K.
[30] Proton ve nötronlar. E.K.
[31] Hendrik Antoon LORENTS:Hollandalı fizikçi(!853-1928)Atomaltı parçacıklşarı bularak hepsine elektron ismini verdi,elektriğin süreksizliğ kavramını ortaya koydu.1902 Nobel Fizik Ödülünü aldı. 
[32] Esir:Eskilere göre dünya atmosferinin ötesindeki boşlukları dolduran çok uçucu akışkan.Kökeni Antik Çağlara dayanır.1905’deki Einestain’in Özel Görecelilik Teorisiyle bilimdışı kalmıştır.E.K.
[33] Paul LANGENVİN:Fransız fizikçi (1872-1946) Pier re Cürie’nin öğrencisi ve asistanıydı.Collége De France’nin müdürü ve Pier Cürie öldükten sonraki Endüstri Fiziği profösörüdür.1920’lu yıllarda Einstein’in Görelilik Kuramının anlanması ve açıklanması için mücadele verdi.Kuvantum fiziğini derinleştirdi,ses ötesi titreşimlerin üretilmesi ve algılanması tekniğini tasarladı.Bu teknik denizatlıların yerini saptamada kullanıldı.Solcu olan Langevin II .Dünya Savası sırasında evinde göz hapsinde tutulmuştur.Bilimin yayılmasının ancak genel ilerlemeye katkıda bulunacağına inanan Langevin “yeni bir insan”yaratma kaygısını taşıyor,eğitim sistemini değiştirerek bilimlerin,geleneksel insan bilimleri yanında ,kültür alanında önemi ölçüsünde yer edinmesini istiyordu.1944’den sonra Walon ile birlikte bir eğitim planı hazırladı,fakat bu plan kabul edilmedi .
[34] Philippe LEBON:Fransız mühendis ve kimyacı(1767-1804) Havagazının bulucusu.
[35] Celal Nuri İLERİ türk gazeteci,filozof ve siyaset adamı(1877-1938)Galatasaray Lisesini ve Hukuk Fakültesini bitirdikten sonraSon Osmanlı Meclis-i Mebbusanına üye seçildi.(1920)İngilizler tarafından Malta’ya sürüldü (1920-1921) Materyalist görüşe bağlıdır.Başlıca eserleri:İslam Kamu Hukuku,İttihad ve Terakki Kongresine Muhtıra,Tarih-i İstikbal,Coğrafyayı Mülkü Rum,TaçGiyen Milet,Türk İnkilabı’dır.Atî ve İleri degilerini çıkarmıştır.
[36] Henri POİNCARE:Fransız matematikçi((1854-1912)Cebirsel topolojinin gerçek kurucusudur.Sezgici matematik ekolünü benimsedi.Matematiksel alanda, Lorentz dönüşümler grubuna göre ,hareket halindeki cisimlerin elokrodinamik değişimmezliğini ortaya koydu.Son yapıtlarında bilim felsefesiyle ilgilendi.”Bilim ve  Metod”,”Bilimin Değeri” isimli eserleri yazmıştır.Bilimler Akademisi ve Fransa Akademisinin üyesiydi.
[37] Herbert SPENCER:Ünlü İngiliz filozof(1820-1903)Yapıtlarındaki ana düşünce “Türdeşten  benzeşmeze,belirsizden belirliye,yalından karmaşığa  zorunlu geçiş yasası gereğince doğal evrim düşüncesidir.”E.K.
[38] Auguste COMTE:Fransız felsefeci,pozitivizmin kurucusu (1798-1857)Ününü“Üç Hal Yasasından” sonra kazandı.Ona göre tanrıbilimsel,metafizik ve pozitif olan üç düşünce evresinden insanlık geçecektir.Pozitivist evrenin sonunda insan tüm sorunlarını bilime bırakacaktır.Pozitivist ahlâk ve anropoloji kavramını da kurmuştur.Başlıca Eserleri:Pozitif Felsefe Dersleri,Toplumu Yeniden Örğütlemek İçin Gerekli Bilimsel Çalışmalar Planı,Pozitif Anlayış Üzerine Konuşma,Pozitivizm’in İlmihali.Tüm doğa ve tarih olaylarının pozitif sebep ve sonuçlardan meydana geldiğini savunur,Tanrı gibi kavramlara felsefesinde yer vermez.
[39] İmmanuel KANT:Alman Felsefecisi (1724-1804) Aydınlanma Çağının son büyük filozofudur.Kant’ın felsefesi üç bölümde incelenir1) Eleştiri öncesi Dönem2)Eleştiricilik3)Saldırı-savunma Dönemi Önemli Eserleri:Salt Aklın Eleştirisi,Canlı Güçlerin Gerçek Doğası Üzerine Düşünceler,Gökyüzünün Genel Tarihi ve Genel Kuramı,Duyular ve Kavranabilir Dünyanın Biçimi ve İlkeleri,Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkacak Her Türlü Metafizik İçin İlkeler,Töreler Metafiziğini Temellendirme,Özgürlük Nasıl Gerçekleşebilir?,Pratik Aklın Eleştrisi,Yargı Gücünün Eleştirisi,Basit Aklın Sınırları İçinde Din,Törelewr Metafiziği,Doğa Biliminin İlk Metafizik İlkeleri,Düşüncede Yönelme nedir?,Pragmatik Açıdan Atropoloji,Mantık,Son Yapıtları (Opus Postum) E.K.
[40] Adam Smith’le üst noktasına erişen İngiliz Liberal Felsefesi E.K.
[41] Tanrı yerine Doğayı koyan felsefi ekol E.K.
[42] Ünlü Fransız biyolog (1869 – 1917 ) Pastör Enstitüsüne girdi,önce Laos sonra Pastör’ün ricasıyla Brazilya’da çalıştı.Burada bir laborotuvar açarak Sarıhumma hastalığını inceledi.Lyon Üniversitesinde kanseri inceledi.Sorbonne Üniversitesinde Genel Biyoloji Dersleri Profösörlüğüne getirildi.(1899)Lamarkçı evrimcilik anlayışını benimsemiştir.Eserleri:Yaşayan Madde(1895),Yeni Yaşam Kuramı (1896),Bireysel Evrim ve Kalıtım ( 1898),Cinsellik (1899),Lamarkçılar ve Darwinciler (1901),Biyoloji İncelemeleri (1903),Genel Patolojiye Giriş (1905),Dönüşümcülüğün Bunalımı (1909),Yaşamın Bilimi (1912),Çatışma (1901),Tanrıtanımazlık (1907 ),Bencillik_Her Toplumun Temeli-(1911) E.K.


              MEHMED FUAD KÖPRÜLÜ                
                    (1890 – 1968)


03.03.2008
Copyright Endercan KURŞAKLIOĞLU


Hayat Hikâyesi:   4 Aralık 1890’da İstanbul Divanyolunda  doğmuştur.Baba soyundan nesebi 10 .kuşaktan Köprülü Mehmet Paşa’ya dayandığındanKöprülü soyadını almıştır.(1936)Sıyadı Devrimimden önceki yazılarında “Köprülüzade  Mehmet Fuad” mahlâsını kullanmıştır.Babası Ahmet Faiz Bey Emekli İstanbul II .Ağır Ceza Mahkemesi Başkâtibi ve İstanbul Belediye Meclisi üyesiydi,annesi Hatice Hanımdır Ayasofya Merkez Rüştiyesi (Ortaokul) ve Mercan İdadisini (Lise) bitirmiştir . Mekteb-i Hukuk’a  (Hukuk Fakültesi)girdiyse de hukukçu olamayacağını anlayarak III .sınıfta okulu  bırakmıştır..Dariülfinun’un (İstanbul Üniversitesi) Tarih Bölümüne girmiş,ayrıca Fecr-i Âti dergisinde felsefe,tarih,sosyoloji yazmaya başlamıştır.Liseyi bitirdiğinde Arapça ve Farsça’yı  okuyup anlayacak kadar biliyordu.,Prof.Anjel’den Fransızca’yı  öğrenmiştir.II .Meşrutiyetten sonra kurulanTürk Derneği ve Türk Yurdu Cemiyetine üye olmuş Kabataş,Galatasaray ve İstanbul Liselerinde Edebiyat Öğretmenliğinde bulundu..Köprülü’nün ilk bilimsel makalesi 1913 yılında Bilgi Mecmuasında yayınlanan “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul” isimli makalesidir.Bu makaleyle Türk Edebiyatı Tarihinin Avrupalı ilim metodlarıyla fakat kendi bünyemize uygun nasıl inceleneceğini gösteriyordu.Yeni Mecmua’daki yazılarıyla da Milli Edebiyat akımının esaslarını bilimsel yöntemlerle kurmağa çalıştı.20 Aralık  1913’de Halit Ziya (Uşaklıgil) Bey’in başka bir göreve atanmasıyla boşalan Darilfinun Türk Edebiyatı Müderrisliğine Ziya Gökalp’in önerisiyle getirildi.1914’de kurulan Türk Bilgi ve Asar-ı İslamiye ve Milliye Encümeninin Genel Sekreterliğine getirildi.Köprülü’nün ilk uluslar arası mongrafisi 1919’da yayınlan Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eseri oldu..Bu kitaptaki görüşleri Mordman,Huard,Gyula Nemeth gibi bilim adamlarınca büyük ilgi ile karşılanırken,Türkiye’de hakim olan  zihniyet bu eserin değerini takdirden çok uzaktı.Sadece Ziya Gökalp Bey’in övgüsünü gördü..”Hamdullah Suphi Bey,Türkçülüğün aktif reisi oldu .İsimleri yukarıda geçen ve geçmeyen bütün Türkçüler gerek TürkYurdu’nda ,gerek Türk Ocağı’nda birleşerek beraber çalıştılar.Fuad Köprülü ,Türkoloji sahasında büyük bir âlim oldu.İlmi eserleri ile Türkçülüğü aydınlattı”[1] !923 yılında Edebiyat Fakültesi Dekanlığına seçildi.1923 yılında yayınlanan küçük fakatTürk Dünyasını bir bütün halinde ele alan Türkiye Tarihi isimli kitabı Cumhurbaşkanı Atatük’ün ilgisini çekti ve Köprülü’ye övgülerle dolu bir mektup yazdı.Aynı yıl Paris’te toplanan Dinler Tarihi Kongresine katılan  Köprülü “Bektaşiliğin Menşeyleri ve Eski Türklerde Sihirli Bir Anane:Yağmur Taşı” tebliğini vermiştir.1924’de Vasıf Çınar Maarif Vekili olunca,Köprülü onun müsteşarı olmuştur.Bu müsteşarlık 8 ay sürmüştür.
                 Atatürk’ün üniversite reformunu destekleyen Köprülü İstanbul Ünüversitesi Şarkiyat Enstitüsünün de kurucu müdürü olmuştur. Ünvanı “Müderrislikten” Ord.Prof.luğa yükseltilmiştir.Bu dönemde Türkiyat Mecmuası’nı çıkarmaya başlamıştır. 1925 yılında SSCB İlimler Akademisine Muhabir Üye seçilen Fuad  Köprülü,akademinin 200.yılının kutlanmasından dönünce Rusya’daki Türkler’in zor yoluyla Ruslaştırıldığı konusunda bir açıklamada bulunmuş; bu açıklama büyük yankı ve tepki yaratmıştı.Bunun üzerine Sovyet İlimler Akademisi üyeliği geri alınmıştır.Atatürk bir grup ilim ve fikir adamını milletvekili seçtirmek isteyince Köprülü 1935 yılında yapılan araseçimlerle Kars Milletvekili seçildi.Milletvekili olan Köprülü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Edebiyatı Tarihi Kürsüsünde,İlâhiyat Fakültesinde Türk Dini Tarihi ,İstanbul Mülkiye Mektebinde Siyasi Tarih, Ankara Üniversitesi DTCF’de Ortazaman Türk Tarihi ve Ankara Siyasal Bilimler Fakültesinde Yakın Siyasi Tarih derslerine girdiği gibi Dekan olmuştur.1941 yılında çıkarılan bir kararla Hocalığı bırakarak milletvekili olarak kalmıştır. 1940-1950 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığınca  çıkarılan İslam Ansiklopedisinin editörlüğünü yapmıştır.1945’den sonra CHP ve Milli Şef İsmet İnönü’ye karşı anayasanın ruhuna uygun olarak daha uygun bir demokratik rejime geçiş için Adnan Menderes,Celal Bayar,Refik Koraltan’la  birlikte Köprülü de Dörtlü Takriri imzalamıştır.12 Haziran 1945’de Dörtlü Takrir CHP Grubunda reddedilmiş ve takrirciler partiden atılmışlardır.1945 yılı sonbaharından sonra Vatan Gazetesinde önce Köprülü sonra Menderes Tek Parti Yönetimine çatan yazılar yazdılar.Dörtlü Takrirciler 7 Ocak 1946’da DP’yi kurdular.1946 seçimlerinde Köprülü İstanbul Milletvekili seçilmişdi.
          14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Partinin Dışişleri Bakanı olmuştur.Kore Savaşları ve Türkiye’nin NATO’ya girişi Köprülü döneminde olmuştur.1957 yılından sonra ters düştüğü DP’den ve siyasetten ayrılmıştır.1958-1959 Ders Yılında Amerikan Harvard Üniversitesinde,Cambirige Araştırma Merkezinde,Colombia Üniversitesi Near Estern Enstitü’de Ortaçağlar Türk Tarihinin Bazı Meselelerini açıklayan Fransızca seri konferanslar vermiştir.
            27 Mayıs 1960’dan  sonra 6-7 Eylül olayları sırasında kendisi Dışişleri Bakanı olduğu için Yüksek Adalet Divanınca Yassıada Mahkemelerinde yargılanmış,4 ay tutuklu kalmış,mahkemede beraat etmiştir.1961’den sonra kurulan Yeni Demokrat Partinin Genel Başkanlığına getirilmiş,bu parti Anayasa Mahkemesince kapatılmıştır.Partinin arması olan kır at 1965’den sonra AP’nin arması olmuştur.
             TTK’dan Ankara Bulvarı’ndan Küçük Esad’a geçerken geçirdiği bir trafik kazası sonunda sol femur kemiği kırıldı.28 Haziran 1966’da kaldırıldığı Balta   Limanı Kemik Hastanesinde vefat etmiştir.Mezarı Sultan Mahmut Türbesi karşısındaki Köprülü Mezarlığındadır.Mezar taşının kitabesini eski talebesi ve dostu Ali Nihat Tarlan hakk etmiştir.
Tarihçiliği:Köprülü ,Türkiye’de çağdaş tarihçiliğin kurucularındandır.Bilimde yöntemin önemini ilk vurgulayan kişidir.1913’de yayınlanan ünlü makalesi “Türk Edebiyat Tarihinde Usul”den başlayarak tüm bilim yaşamı boyunca yöntem sorununa birinci derecede önem vermiştir.
               Köprülü, Türkiye’de tarihçiliği vakayınameci  gelenekten çıkarıp,modern bilim temeline oturtma yolunda ilk çalışmaları başlatan kişidir.İlk kez kaynakları eleştirerek değerlendiren,kaynakları karşılaştırarak kullanmayı getiren bilim adamıdır.Tarihçiliğin olayların kronolojik sıralaması olmaktan öte bir anlamı olduğunu  vurgulayarak tarihçinin asıl görevinin olayların arkasındaki gerçekleri araştırmak olduğuna dikkat çekmiştir.
              Köprülü,Türk Tarihini bir bütün olarak gören ve öyle alan ilk tarihçidir.Türkler’in Orta Asya’dan Anadolu’ya gelinceye dek geçirdikleri evreleri ve toplumsal özellikleri,Anadolu’da kurdukları örgütlenmelerle ilişkisi açısından irdelemiş,Osmanlı Tarihini de yalnız İslam Hanedanları Tarihinin bir parçası olarak değil,Genel Türk Tarihinin bir bölümü olarak ele almıştır.Tarihçinin ele aldığı toplumu,toplumsal ve iktisadi kurumlarıyla,din,dil,sanat,hukuk,aile yapısı ve etnolojik temelleriyle bir bütün olarak görmesi gerektiğini savunmuştur.Bu görüşlerin uygulandığı çalışmalarda özellikle Durkhaim  etkisi görülen Köprülü,asıl ilgi alanı olanEdebiyat Tarihini de Kültür Tarihinin bir alt bölümü olarak değerlendirmiştir.
                     Köprülü,modern tarihçiliğin yerleşmeye başladığı dönemde beliren bir eğilim olan dar belgeci tarih anlayışına karşı çözümlemelere dayanan ve daima bir senteze varmayı amaçlayan  yaklaşımın savunucusu olmuştur[2]
                  Tarihçilikte kesin hükümlerle sonuca varılmayacağını,öğrencilerine daima bir açık kapı bırakmasını öğütlemiştir.Köprülü’nün çalışmalarında dikkat çeken hususlardan birisi zaman zaman eski yazdıklarını düzeltmekten kaçmamasıdır.Mesela İlk Mutasavvıflarda verdiği birtakım hükümleri  sonradan değiştirmiş ve bunu açıkça ifade etmekten de çekinmemiştir.Anadolu Beylikleriyle ilgili makalesi için de böyle olmuştur.Bundan dolayıdır ki ,talebelerine kesin hükümlerden kaçın,daima açık kapı bırakın,sonra mahçup olursunuz demekten geri kalmamıştır.[3]
                 Köprülü’ye göre,Osmanlı Maliye Sisteminde,Tanzimat Devrine kadar mahallî alışkanlıklara çok riayet eden bir maliye sisteminin takip edildiği için Osmanlı Devri vergilerinin kaynağını araştıracakların bu hususu göz önünde tutmaları gerekir.Yine Köprülü’ye göre,Selçuklu Ordusunun esas kuvvetini oluşturan askeri mukataların  kökeni sorunu da meçhul kalmış olup,bunun Partlar’dan beri mevcut İran Feodalitesinden mi geldiği veya Türklerde  İslamiyetten  önce böyle bir kurumun bulunup bulunmadığını araştırmak uzun incelemelere muhtaçtır.Yine ona göre,Anadolu’nun iskân tarihi de çok mühim ve karışık bir mesele olup,göçebe Türk aşiretlerinin yerleştirilmesi ve bu aşiretlerin gerek Selçuklulara,gerek Osmanlılara çıkardığı zorluklar üzerinde önemle durulması gerekir.[4]
                Köprülü’ye göre öğrencilik sadece ders dinlemek değildi,kendini görmeyip yazılarını okuyan ve Köprülü’nün görüşlerine katılan tüm tarihçiler Köprülü’nün öğrencisiydi.
                Köprülü kafasında çok geniş bir eser planı yapar,konu ile ilgili notları alır,biribirinden ayrı gibi görünen konuları el çabukluyla birleştirirdi.Köprülü çok okuyan bir bilim adamıydı.O,bir kitabı eline aldıktan kısa süre sonra bunun bir kompilasyon ürünü mü,yoksa orijinal bir araştırma mı olduğunu anlar ve elindeki kitap veya makale bu değerlendirmeye göre işlem görürdü.Meşgul olduğu konuların biblografik bilgisine çok sağlam derecede hâkimdi.Talebelerine vebütün araştırmacılara da,herhangi bir konuda evvelce yapılmış çalışmaların neler olduğunun bilinmesinin ilk şart olduğunu tekrarlardı.Meşgul olduğu konulardan çok uzaktan alâkası olan kitap ve makaleleri;Avrupa,İran ve Mısır’dan getirttiği katologları inceliyerek gayet dikkatli bir şekilde,kılı kırk yararcasına gözden geçirir,kenarda,köşede unutulmuş bir şeyin kalmamasına çok dikkat ederdi.Okumaya değer bulduğu bir kitabı incelerken,küçük kâğıtlara yüzlerce not alır,dinlenme zamanında bu notları gerekli dosyalarına ve bu dosyaların içindeki irili ufaklı zarflara muntazam bir şekilde yerleştirirdi..Farsça yazma ve basma divanları,çeşitli bakımdan çok dikkatle tarar,eğer not almaya vakti yoksa,önemli gördüğü konuları kitabın iç kabına kurşun kalem ile yazar,daha sonra vakit bulunca işaretli sayfadaki bilgiyi bir veya iki küçük kâğıda geçirir,bunları yaptıktan sonra yazının yanına bir çarpı işareti koyardı.Hangi kitabı gözden geçirirse geçirsin yalnız belli konular hakkında değil,değişik konular ve sorunlar hakkında da not almaktan kaçınmazdı.
               Yukarıda Köprülü çalışmaktan bıkmaz ve yorulmazdı dedim.Aslında yorulurdu ama,bunu fark eder etmez okuduğu veya üzerinde çalıştığı konuyu değiştirir,bir başka konuya geçerdi.Onun için konu değiştirmek en iyi dinlenme yöntemi idi.
               Birçok ilim adamımız ve Köprülü’nün yazdıklarının tamamını anlayanlar,onun Türkiye’de bir ilim dili kurduğundan ve bu ilim dilini,kolayca okuttuğundan söz ederler.Bu husus yakınları ve takdirkârları tarafından zaman zaman kendisine hatırlatıldığında “benim kadar yazan,benim kadar yazar” derdi.Avrupalı Türkologlar,onun yazılarında büyük bir mantık sistemi bulunduğunu çeşitli kitap ve makalelerinde açıkça belirtmişlerdir.Bunlardan birisi, Köprülü için “O,sanki Fransızca düşünüp Türkçe yazıyor”demekten kendini alamamıştı.
               Harvard Üniversitesi Öğretim Üyesi,Cambirige Araştırma Merkezi Üyesi,Colombia Üniversitesi Near Esten Enstüsü Üyesi,Sorbon Üniversitesi Öğretim Üyesi,Amerikan Şark Cemiyeti Üyesi,Amerikan Tarih Cemiyeti Üyesi,Londra Scool of Orient and African Stadies ÜyesiMacar İlimler Akademisi Üyesi,Sovyet İlimler Akademisi Üyesiydi.Macaristan,Fransa,Almanya,Arjantin Yugoslavya,Amerika,İtalya ve Romanya’dan alınmış 8 bilimsel nişan ve madalyası vardır.
             Köprülü’nün üç büyük tarhsel tarışması vardır.
          1)   Bunlardan ilki Prof.Yusuf Ziya Özerk’le olmuştur.Yusuf Ziya Bey’e göre “Türkler  çok eskiden Yunanistan’ı almışlar,Eski Yunan Uygarlığı da bu Türklerden kalmıştır.Samî kavimlerin dili de   Türkçeden  türemiştirSümerler,Hititler,Akadlar Türk idi,Hammurabi Kanunları aslında Türk kanunları idi…”Köprülü hiçbir bilim disiplinine uymayan bu görüşlere karşı çıkmış ve araştırmalarda bilim disiplininin kullanılmasını ileri sürmüştür
           2) Fatih’teki Millet Kütüphanesi’nin kurucusu Ali Emri Efendi’nin tek başına yazacağını söylediği 30 ciltlik Osmanlı Tarihi yüzünden çıkmıştır.Köprülü’ye göre Osmanlı İmparatorlugunun siyasi,ekonomik,kültürel ilişkiye girdiği Venedik,Fransa,Avusturya,Almanya,İngiltere,Rusya arşivleri taranmadan yazılacak Osmanlı Tarihi sadece padişahların hayat hikâyelerinden oluşacaktı.Bu da bilimsel anlamda bir tarih değildi.[5]
          3) Gibbos’un Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu tezine karşıt olarak Köprülü’nün Sorbone Üniversitesinde verdiği ve sonra  Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu adı altında kitaplaştırdığı tezleri.
Gibbon’un[6] Teorisi: 1)Osmanlı Devletine adını veren Osman’ın babası Ertuğrul,Moğol istilası önünde Harzem’den kaçıpSelçuklu Sultanı I . Alahaddin Keykubat  devrinde Anadolu’ya gelen ve memleketin kuzeybatısın’daki Söğüd’e iskân edilen  küçük bir aşiretin reisidir.
       2) Osman ve onun küçük aşireti çobanlıkla geçinen müşrik (Şamanist) Türkler’di..Müslüman muhitine girince soydaşları Selçuklu Türkleri gibi,İslamlığı kabul ettiler.Bu yeni ruh kendilerinde cihat hislerini birden uyandırdı.Civarlarında bulunan ve kendileriyle dostça  ilişkilerde bulunan Hristiyan Rumları da Müslümanlığı kabule zorladılar.İslam olmazdan önce Osman’ın eğemenliği altında 400 savaşçı vardı ve bunlar kendi muhitlerinde sakin,âtıl,sulhçü  bir hayat geçiriyorlardı.Fakat 1290’dan 1300’e kadar on sene içinde,bu sayı on katı büyüdü;sınırları Bizans sınırlarına kadar genişledi ve böylece reislerinin adını alan yeni bir ırk,Osmanlı ırkı meydana çıktı..Bu ırk hâlis bir Türk ırkı olmayıp,doğduğu yerde mevcut ırkların yani Şamanist Türklerin ve Hristiyan Rumların karışmasından ortaya çıkmış bir ırktır.Şamanist Türkler ve Hristiyan Rumlar,İslam dinine girmekle bu ırkı beraberce oluşturdular.
         3)  Osmanlı nufusu az zamanda büyük oranda çoğalmıştı..Bu olay,doğal bir artma  olayı ile açıklanamaz.Doğu’dan yeni gelen göçebelerin Osmanlı Topraklarına gelmesini düşünmek deyalnıştır.Çünkü Osmanlı Toprakları Anadolu’nun en batısında bulunuyordu ve oraya gelecek insan kitlelerine Osmanlı Beyliğinin doğusundaki beylikler tarafından yerleştirilebilir ve iş bulabilirlerdi.Binaneleh,bu ancak en büyük kısmı Rumlardan oluşmuş yerli unsurların karışmasıyla açıklanabilir.
        4) Osmanlı Devletinin Balkan Yarımadası’ndaki çabuk ve köklü yerleşmesi,yalnız yukardaki nedenlerle açıklanamaz ; bu konuda Bizans’ın Balkan Devletlerinin ve Batı Dünyasının o sıradaki vaziyetlerinin büyük etkisi olmuştur.Fakat bu dış nedenlerden başka,ilk Osmanlı padişahlarının kudretli şahsiyetlerini hesaba katmak lüzumdur.Balkan Yarımadasında Osmanlı Hakimiyeti altına düşen Hristiyanlar,Anadolu’daki Hristiyanlar gibi asırlarca Müslümanlarla komşuluk etmiş değillerdi.Bu yüzden,bu yeni sahadaki yoğun Hristiyan  kitlelerini Müslümanlaştırmak için I .Murad döneminde başka araçlar bulundu;harp esirlerinden İslamlığı kabul edenler kölelikten kurtuluyordu.Fakat  bu çok sınırlı bir dairede kalıyor,amacı sağlamıyordu.Bunun için Hristiyan çocuklarından Yeniçeri Ocağı Teşkil ve  Devşirme Kanunları çıkarıldı ki,bu üsul ile Balkan Halkları zorla Müslümanlaştırılıyordu.Balkanlardaki Rum ve Slav  unsurları böylece,çocuklarını vermekten ise hep birden Hristiyanlıktan İslamiyete geçmeyi faydalı buldular .Yeniçeriler XV .Yüzyılda bile önemli bir sayı tutmadığından ve ordunun ana unsurunu oluşturmadıkları düşünülürse,bunun orduyu kuvvetlendirmek için yapılmış bir teşkilat değil,sadece Hristiyanlıktan İslamiyete zorla geçiş aracı olduğu daha iyi anlaşılır.[7]
Köprülü’nün Karşı Tezleri: 1) Gibbons burada yanılıyor ki Osmanlı Beyliğini kuran Kayıların Kara Kilimli Aşireti olupKayılar XI .yüzyılda Anadolu’ya gelmişler,Van-Ahlat taraflarına yerleşmişlerdi.Gelen Kayı Boyu Müslüman idi.Cengiz Han’ın ölümünü duyup tekrar Orta Asya’ya göç etmek istemişler,Kayı Boyunun Beyi Süleyman Şah Fırat Irmağında boğulunca Ertuğrul Bey komutasında Söğud’e ikinci olarak yerleştiler.
       2) Gibbons ırk ,devlet,milet kavramlarını karıştırmaktadır.Osmanlı kelimesi devletten maaş alan kimseler için kullanılır.
        3) 1243 Kösedağ Savaşından ve 1277 yılında Moğolların Anadolu’yu resmen bir Genel Valilik olarak işgali çok kanlı olmuştur.Anadolu Selçuklu Tarihlerinde Moğolların Kayseri-Sıvas arasında aynı günde 200000 kişiyi öldürdükleri yazılıdır.Bu yüzden Anadolu halkı en küçük ve en batıdaki beylik olan Osmanoğullarına sığınmıştır.Bu yüzden nufus patlaması yaşanmıştır.Osmanlı Devleti bir devşirme Rum yönetimi olmayıpBüyük Selçuklu-Anadolu Selçuklu-İlhanlı devletlerinin siyasi uzantısı olan yönetimdir.
       4) Osmanlı Beyliği Bizanslılarla sınırdaş olduğundan çabuk genişlemiştir.Bu diğer beyliklerin başaramayacakları bir olaydı,çünkü Ortaçağ Türk-İslam  Tarihinde Müslüman iki beyliğin biribiriyle savaşması çok büyük günah sayılıyordu.
       5)  Osmanlılarda yönetim erki sadece padişaha aitti,diğer beyliklerde ise egemenlik aileye aitti.
        6) Ertuğrul’un Kayı Boyu Söğüd’e Çobanoğullarının Beylerbeyliğini kaybedip Candaroğullarının Paflogonya’da başa geçtiği 1262 yılında gelmiştir.
         7) Osmanlıların Balkan Yarımadasında sağlam bir  şekilde yerleşmelerini kolaylaştıran etkiler Bizans İmparatorluğu,Bulgaristan ve Sırbistan Krallıkları arasındaki rekabetti. Yukarıdan sarkan Macaristan da Costantinepol’ü alma sevdasındaydı.
          8) Osmanlı padişahları Bizans topraklarını zaptetmek için muhtaç oldukları maddi ve manevi unsurlardan yaralanıyorlardı.Bunlar göçebe,köylü ve şehirli halktı.Gelibolu yarımadasının fethinden sonra Hristiyan dünyası Osmanlı Beyliğinin adını duydu..
          9) Osmanlıların Karesi Beyliğini ele geçirmesi ve buradan kalkarak Gelibolu’ya yerleşmeleri,devlet bünyesinin kuvvetlenmesinde önemli bir etken oldu.Pek çok göçebe unsurlar,fakir köylüler,Rumeli’nin zengin tımarlarına sahip olabilmek için birçok sipahiler Orta ve Doğu Anadolu’dan geliyordu.Aydınoğlu Beyliğinin daha önce yaptığı seferlerden dolayı bu beyliğin halkı Rumeli arazisini biliyordu.
          10) Osmanlıların Balkanlardaki ilerlemesi yukarıda belirttiğimiz devletlerin biribirine düşmelerinden dolayı çabuk ve kayıpsız olmuştur.Direnen yerlerdeki insanların 1/5’ü devlet adına esir alınıyor,bunlardan ancak gençler ihtida ediyordu.
           Barış yoluyla Osmanlı Devletine bağlanan preslik ve şehirler şeriat usulunce vergiye bağlanıyordu.Dervişler halk arasında İslamiyet propagandası yapıyor, Hristiyan soylular Bogomil Tarikatına bağlı olduklarından,halk ise ekonomik ve sosyal yönden ihtida ediyorlardı.Bu ihtidanın sebebi şeriat kurallarının Hristiyanlar için koyduğu vergi ve harçlardan kurtulmak ve İslam Dinine olan sevgiydi.
        11) Osmanlı’ların eline geçen arazi tımar ,has,zeametlere bölünüyordu.Böylece oluşan Tımar Beyleri köylünün devletle ilişkisini sağlıyordu.Tımar sistemi toprak aristokrasisi yaratmayan bir feodal sistemdi.      
        12) Yukarıda belirtilen Yeniçeri ocağı padişah’ı korumakla görevli devşirmelerden oluşmuştu.Ordunun ana bölümünü Tımarlı Sipahiler oluştururdu.Tımar sistemi Bizans Feodalitesinden alınmamıştır.[8]
      13) Osmanlı Devleti mülkî,askeri,adlı yapılanmada Anadolu Selçukluları,İlhanlılar ve Mısır Memlüklerinden yararlanmışlardır.Kuruluş Döneminde Mihailoğulları gibi bir aile haricinde tüm ordu ve yönetici sınıfOğuzlardandı.
        “ Bütün bu  açıklamalardan sonra,Osmanlı Devletinin kuruluşunun manası,Anadolu Türklüğü’nün tarihi yürüyüşü bakımından ,şuşekilde izah edilirBu devlet ,yıkılmış Selçuklu Sultanlığı ile onun devamı olan diğer Anadolu Beylikleriyle alâkası olmayan yeni  bir siyasi örgütlenme olmamaktadır,aslında yukarıda açıkladığımız vehile,zamanında Anadolu Selçuklu Devletini,Danişmentlileri,Anadolu Beyliklerini kuran Anadolu Türklüğünün XIII_XIV . asırdaki siyasi ve sosyal gelişmesinden doğan yeni bir sentez,farklı bir terkip idi.[9]

Anadoluda İslamiyet: 
"1071  Malazgit Savasından sonra Türkler Dar’ül-Cihad olan Anadolu’ya akmışlardır.Türkler İran aracılığıyla İslam dinini kabul etmişlerdi.Sözün kısacası İslamiyetin buTürkmenler arasında nasıl geliştiği ve ne şekiller aldığını araştırırken,yeni İslami şekiller altındaeski kavimsel göreneklerin izlerini anlamak vehalk velileri olan “Türkmen Babalarında” eski  Türk Kam-Ozanlarının” İslamlaşmış şeklini görmek din tarihçisi için kaçınılmaz bir sondur.
             Anadolu Selçukluları Tarikatları kollamışlardır.[10]XIII . yüzyılda Anadsolu’da Muhiddin Arabî,Avrahaddin Kirmanî,Necmeddin Daye,Fahreddin Irakî,Sadreddin Konyavî,Müeyyiddin Cendî,Sadreddin Ferganaî,,Sultan –ül Ulema Bahaddin Veled,Mevlana Celaleddin Rumî gibi mutasavvıflardı..Ancak şurası önemle iddea edilir ki,bunların hepsi de ufak tefek görüş açısı farkıyle Sufi felsefesinin savunucularıdır.Muhiddin Arabî sembollerle ve timsallerle  teosofik tasavvuf görüşünü açıklardı..
             Ve bu değerlendirmeyle,bunları Ebu Said Ebu’l Hayr’ın çok başarılı olarak temsil ettiğiHorasan Sufileri sınıfının devamı olarak nitelendirebiliriz.
              Bizim eski tarihi kaynaklarımızda sık sık tekrar edilen “Horasan Erenleri”nin  hakiki manası,Horasandan gelmiş dervişler değil,Melametiye tarikatındaki sufiler demektir ”Irakiler”in” karşılığı olan “Horasanileréden baksa bir şey değildir.
              Daha Sasanîlerin zamanından beri Türkler için yabancı olmayan Horasan daİslamiyet sonrasıTürklerin,hatta bilhassa Oğuzların asırlarca bulunduğu vew bunların birçoğunun Anadolu’ya geldiği gerçek olmakla birlikte Horasan Erenleri tabirinin coğrafi köken değil sufilik akımını  ifade ettiği muhakkaktır.Yalnışlıkla bu değimi kullanan Hicri X .yüzyıl müverrihleri de-şimdikimüsteşrikler gibi- şüphesiz bunu yanlış anlıyorlardı.Şüphesiz “Meslek-i Sofiye” tabirinin de yanlış anlaşılmaması için şunu da bilhassa ilave edelim ki Goldziher’in pek doğru görüşü gereği Horasaniler  gibi biribirine az çok benzeyen sufi tarikatları arasında bir birliktelik değil ilişkileri aramak lazımdır.[11]
               Esasen din tarihinin görüş açısından telkin dairesi pek belirli ve yüksek bir sınıfa özel kalan  ve büyük kişilerin tarihi simalarından ve asıl itikadlarını gösteren tasavvufi sistemlerinden ziyade,bunların halk kütlesi arasındaki menkıbevi simalarını ve o “Teolojik Mistik” sistemlerin halk arasında nasıl değişerek ne garip ve basit itikat şekilleri haline dönüştürüldüğü sorunu dikkat çeker.
                 Daha İlk Slçuklular zamanından itibaren Dar’ül Cihat olan Anadolu’ya,Türkmen Babalarının,Orta Asya,Harzem ve Horasan sahalarında Yeseviye Tarikatına mensup dervişlerin,Horasan Sufileri dediğimiz Melametiye şubelerine mensup şeyhlerin,Irak,Suriye ,Irak’tan türlü türlü inançlara sahip insanların gelerek kısmen yeni kurulan  İslam şehirleri ile yavaş yavaş İslamlaşmaya başlayan eski merkezlere yerleştikleri tabidir.
             Bunların arasında Dinler Tarihi noktasından en mühim rolleri oynayanlar,büyük şehirlerde Acem kültürüne bağlı saraylarda oturarak hükümdarların himayesinde yaşayan  Acemperest  sufiler değil,Türkmen boyları arasında eski “Ozan”lardan gelen hale-i kutsiyeleri  çevrili olan o basit ve ilkel ruhlarda görünen babalardır.Arap ve Acem edebiyat-ı sufiyesinin bütün de kaynaklarına vakıf olarak beliğ Farisi şiirler,Arapça kitaplar ve şerhler yazan bu ilk kısın sufiler,şehirlerin çok karışık ve Acem kültürüne çok saygılı halkına hitap ettiği halde garip kıyafetleri,ağızlarda dolaşan kerametleri,meczubane yaşantılarıyla eski Baskı-Kam’ların hatırasını İslami sekil altında yaşatan Türkmen Babaları;Oğuz Boylarına anlayabilecekleri bir dille,İslamiyetin eski kavmi ananelere dans eden sufilerine basit ve avami bir din şekli tarif ediyorlardı.
              Radroff tasvir ettiğibu eski Türk Kam-Baksı- Ozanlarının rolleri,kıyafetleri,vecdi rakslarıyla Kalenderiye tarikatına mensup Türkmen Baba’larının kıyafetleri,vecdi raksıyla Kalenderiye tarikatına mensup Türkmen Baba’larının kıyafetleri,rolleri,zikir ve semaları arasında kesin ve belirgin bir ilişki yoktur demektedir.
              Wund “kavimlerin ruhsal gelişimlerine” ait meşhur eserinde Şamanların  “vecd-î istirak” dansından bahsederken,Türk Tarikatlarında ve mesela:Mevlevi,Bektaşi,Halvetilerde görünen zikir ve semanın Kuzey Sibirya bozkırları halklarıyla ilişkisi olanTürk kabileleri vasıtasıyla Müslüman Türklere girmesi ihtimalinde bulunur.
                 Halbuki biz Wund’u,bu görüşüne rastlamadan önceYesevi ve Rufailerdeki “zikr ananesinin” Türklere has olduğunu birtakım tarihi belgelerle göstermiş ve hatta bu zikirde Kırgız Bakı-Şamanlarının rakslarındaki hareketlerin bakiyesinin var olduğunu söylemiştik.[12],[13]
                 Türkistan ve Buhara’dan ,Harzem’den,Irak’dan,İran’dan,birçok dervişin Selçuklu saltanatının himayesine sığınmak üzere Anadolu’ya koştuklarını biliyoruz.Gerek Moğol istilasındansonra Anadolu’ya gelen bu dervişlerin en büyük ekseriyeti Yesevi,Kalenderi,Celveti,Cevlaki,Haydari  Dervişleriydi[14]
                Anadolu Selçuklu Devletinin Türkmenler üzerine baskısının sonucu Şii-Batıni Türkmen Babalarından  Baba İshak 1239/1240 ‘da ayaklandı.Babaîler Sumaysat havalisinde Kefersut Nahiyesinde yetişmişti..Kefersud ve Maraş havalisindeki Türkmenler bu isyana katılmış ve Selçuklu ordusunu 4 defa yenmişlerdi.Beyşehir yapınlarında yapılan 5 . savaşta Müslüman askerler bunlara saldırmak istemez,ilk saldırı ordudaki Frank şövalyelererinden gelir.Bir günde 100000 Babaî öldürülür.Babaîler katliamından kaçan kişiler Sulucakarahöyükteki Bektaş Can’ın etrafında toplanarak yeni bir dini teşekül olan Bektaşi Tarikatını oluşturdular.
                  Mevlana şiir,müzik ve semayı tarikatın üç direği yapmıştır.1248 yılında yapılan Kösedağ Meydan Savaşını Moğol İlhanlı Devleti kazanmıştır.Aristokratik bir tarikat olam MevlevilikTürkmen Baba’larına karşı 1277 olaylarında Moğolların tarafını tutmuştur.
                 İlhanlı Devletinin kurucusu Hülagu Han şamanistti.Daha sonra geçen Olcayto Han 12 İmamcı Alevi meşrebini seçmişti.İran Moğolları Sultan Mahmut Han zamanında Hanefi Müslümanlığa geçerler.Anadolu Beylikleri döneminde en küçük uç beyliği olan Osmanoğullarının  gelişmesinde Ahiler ve Gazilerin önemli yeri vardır.Osman Bey’in kayınpederi Şeyh Edebali ‘nin Eskişehir dolayısındaki Ahilerin lideri olması önemlidir.Osman Bey’in birçok arkadaşı da Ahidirler.
               Timuroğulları zamanında Anadolu Müslümanlığını etkileyen Hurifilik akımı ortaya çıkmış ve bu akımın kurucusu Fazlullah-ı Hurufi devletçe sapıklıkla suçlanmış ve idam edilmiştir.Aslında köklerini Eski Yunan Pisagor felsefesinden alan bu akım her şeyin kelâm olduğunu belirterek İran alfabesindeki 32 harfe karşılık 32 adet yüzümüzde hat olduğunu belirtir,Fazlullah’ı peygamber yerine koyar.Türk Kültürünü etkileyen Hurifi Fazlullah değil onun  Halifesi olan Nesimi olmuştur.Nesimi Fazlullah’ın öldürülmesinden sonra Anadolu’ya kaçmış ve burada bir Bektaşi Dergâhında misafir kalmıştır.Balım Sultan’la birlikte Bektaşilik ananesi değişmiş,Bektaşiler Horasanilerin,Hurufilerin inançlarını kendi içlerine almışlardır.
          1501 yılında Şah İsmail Safavi İan’da Alevi Safaviler devletini kurunca Türkmenler İrana göç ederler.Bu Doğu veGüneydoğu Anadolu’daki türk nufusunun azınlığa düşmesine,Kürt nufusun artmasını sağlar.
   Eserleri:
               1) Kıraatı Edebiye        1904
                   2) Hayat-î Fikriye         1909
                   3) Malumatı Edebiye    1914
               4) Yemi Osmanlı Tarihi Edebiyatı      1916
                   5) Türk Dilinin Sarf ve Nafvi             1917
                   6) Nasreddin Hoca                              1918
                   7) Teyfik Fikret ve Ahlâkı                   1918
                   8) Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar 1919
                   9) Bu Günkü Edebiyat
                   10) Türk Edebiyatı Tarihi I;II  1920-1924
                   11) Milli Tarih                        1921
                   12) Mektep Şiirleri                 1922
                   13) Türkiye Tarihi I                1923
                   14) Bugünkü Edebiyat            1924
                   15) Külliyatı Fuzuli                 1924
                   16) Türk Tarih-î Dinisi            1925
                   17) Azeri Edebiyatına Dair Tetkikler    1925
                   17) Milli Edebiyat  Ceryanının İlk Mübeşşirleri ve Divan-î Türk-î Basit 1928
                   18) Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman Hikâyesi    1930
                   19) Eski Şairlerimiz (Divan debiyatı Antolojisi)        1934
                    20) Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar  1934
                    21) Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu                1935
                    22) İslam Medeniyeti Tarihi                                   1940
                    23) Türk Saz Şairleri Antolojisi                              1940-1962
                    24) Fuat Köprülü Demokrasi Yolunda/On The Way To Demokracy 1964
                    25) Edebiyat Araştırmaları                 1966
                    26) Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesselerine Tesiri    1981
                27) İslam  ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi
                    
                    Köprülü’ye Göre Türkmen Babalarının Şamanizmden Etkilenmeleri:  
                 1) YesiŞehrinde kurulan Yesevilik ilk Müslüman-Türk Tarikatıdır.
                     2) Bu tarikatın uluları kuş şekline girerler.Ahmet Yesevi Doğan,Hacı Bektaş Veli Güvercin,Saru Saltuk Baba Kartal şeklinde görüldükleri menakıpnamelerde yazılıdır.
                    3) Ahmed Yesevi Maveraülnehir ve Horasanın Türkleşmesi ve İslamlaşması için büyük mücadele vermiştir;ardılı olan Horasn Erenleri Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması için mücadele vermişlerdir.
                     4) Ahmet Yesevi dergâhında “Hikmetler’i” daire şeklinde kadın-erkek karışık halka okurdu.Bu yüzden ona İran’lı Bab’lar kâfirlik iddasında bulunmuşlardır.
                    5) Yesevi velilerini halk Şamanların İslamlaşmış şekli olarak görüyordu.Şamanların büyü ve efsunlarının yerine Türkçe yazılmış Sufiyane şiirleri evlerinde  saklıyorlar,uğur getireceğine inanıyorlardı.
                     6) Yesevilerin “Has Zikri” Türklerin zevklerine uygun gelmekteydi.Bu zikir tarzı Kuzey Asya göçebe boylarının şamanlşarının vecdî rakslarının izini taşır.Her iki kültür de Atalar Kültürü’ne bağlıdır.
                     7) Yesevilik Tarikatında sığır kurbanı önemlidir.Düşmanları Ahmet Yesevi’yi karalamak için onun sığırlarını çaldığını idda ederek derâhın mutfağına parçalanmış sığır etlerini saklarlar,Ahmet Yesevi düşmanlarını köpek şekline sokarak parçalanmış sığırı onlara yedirtir.
             Arap tarihçi Zehebi Rifa’iye tarikatının özelliklerinden  söz ederken “Tatarların Irak’ı ele geçirdiği tarihten başlayarak Rifâ’iler arasında ateşe girmek,vahşi hayvanlara binmek,yılanlarla oynamak gibi,ne Şeyh Ahmed’in ,ne de mürütlerinin bildiği şeytanca fiiller ortaya çıktı.”.Aslında bunların Moğol Şamanlığının tesirinde kalmış olması doğaldır.Moğol beyleri Şamanlarından bu tür doğaüstü olaylar yapmasını isterdi..
             Barak Baba[15] ise Şam’a girdiğinde şöyle tanınır:”Onların traş edilmiş sakalları,gür bıyıkları vardı;iki boynuz tutturulmuş keçeden şerpuşlar  giyiyorlardı.[16]Boyunlarında kınalı öküz kemikleri,ucu kıvrık çevgânlar ve çıngıraklar asılı idi.Dış görünüşleri çok çirkin,hatta korkunçtu.Davullardan ve diğer çalgı aletlerinden oluşmuş özel bir mızıka takımları vardı;toplu yürüyüşlerinde çıngırakların,kemiklerin,çevgânların gürültülerine karışmış bu müziğin sesi o kadar müttiş  bir gürültü çıkarıyordu ki,Suriye halkı şeytanın bile bunlardan kortuğunu kendi şarkılarında anlatır.Bir gün Barak Baba’ya’niçin böyle acaip ve değişik kıyafetlerde gezdiği’ sorulunca ’zavallıların eğlencesi  olmak için’dedi.
                     Barak Baba ve arkadaşları Şam’a girince onu korkutmak için Şamlılar üstüne bir devekuşu salarlar.Barak Baba bu kuşa biner,efsunlar ve bir süre uçurur.
                     Barak Baba kendisine verilen parayı almaz,onu derhal yoksullara dağıtırdı..Müridlerinin yaşantılarını düzenlemek için onları örgütlemişti,murakabelerini sağlamak için de,özel korumaları vardı.Şayet olur da müridlerinden herhangi birisi bir namazı kaçıracak olsa ona kırk değnek vurulurdu;her gün akşamdan sonra bir zikir meclisi kurulurdu.
                 Gazan Han,Barak Baba’yı korkutmak için önüne bir kaplan atar.Barak Baba’nın narasından kaplan korkudan bayılır.”
                 Barak Baba’nın kıyafetinden şunları çıkarırız:
1)    Altay Şamanlarında,Buryatlarda olduğu gibi keçeden bir serpuş giyer
2)    Güç belirtisi olarak demirden sığır boynuzları takar
3)    Vahşi hayvanları ve kuşları etkiler,deve kuşuna biner
4)    Şamanlar gibi traşlı yüz ve uzun bıyıklar taşır

Namık Kemal’in Türkçeciliği: 

 “ Namık Kemal’e göre,insan topluluklarının  gelişmesi ,her şeyden önce dil ve edebiyatlarınıngelişmesi ile ilgilidir.Mezhep,din,milli ayrılıklar,ticaret,sanat,tarım alanlarındaki gerilik,bunların hiç biri bir toplum için çöküşün nedeni değil sonuçlarıdır; asıl neden dildeki kusurdur,geriliktir.Leinbiz’in “Bana mükemmel bir dil verin,sana gelişmiş bir millet oluşturayım”sözünü tekrar edenNamık Kemal Osmanlı Devletinin başlıca çöküş sebebini dilde buluyor.Ona göre,eski alimlerimiz yalnız Arapçaya ve fıkıh kelâm gibi yüksek ilimlere önem vermeleri,Türkçeye hiç önem vermeyerek,hatta bir gramer oluşturmamaları,eğitimin geniş tabakaya yayılmasına engel olmuş ve böylece milleti harap etmiştir.Kelime oyuncaklarıyle,yabancı kelimelerle dolu olan eski dil Türkçe diğe isimlendirilemez….Rumelinde de memleketlerimiz bulunurdu ki alimleri Arapça tahsil eder,halka Rumca anlatırdı.Devletin resmi dili olan Türkçe bu suretle Müslümanlar arasında bile umûmi hal alamadı;ihtiyaçlar ve çıkarlar biribirine bağlanamadı.Her kavmin bir özelliği olduğundan,sosyal topluluktan ayrılmak,o özellikleri güçlendirmek şeklinde düşünüldü.Umumi vatan,müşterek vatan hissinin gönülerde hiçbir tesiri olmadı…Hülasa mükemmel bir dile sahip olamadığımız için büyüklüğümüzü koruyamadık.Millete dilsizlik başarısızlığı ve başarısızlık kuvvetsizliği doğurdu.”[17]

Köprülü Ekolünü Oluşturan Bilim Adamları:

Osman Turan,Halil İnalcık,İbrahim Kafesoğlu,Bahaddin Ögel,Neşet Çağatay,Şerif Baştav,Tayyip Gökbilgin,Ali Nihat Tarlan,Adnan Erzi,Ali Sevim,Faruk Sümer,Yılmaz Öztuna,Kemal Özergin,Mehmed Çavuşoğlu,Tahsin Banguoğlu,Pertev Naili Boratav,Orhan Şaik Gökyay,Hüseyin Nihal Atsız,Nihat Sami Banarlı,Ziya Karamuk,Abdülbaki Gölpınarlı,Ragıp Hulusi Özden,Reşit Rahmeti Arat,Şerafeddin Yaltkaya,Kilisli Muallim Rıfat Bilge,Ahmet Caferoğlu,Akdes Nimet Kurat,Kıvameddin Bey,Rıfkı Melül Meriç,Fevziye Abdullah Tansel,M.Mansuroğlu,Ahmet Ateş,Şükrü Elçin,Abdülkadir Karahan


Köprülü’nün Yazdığı Dergiler: 
 Azerbaycan Yurrt  Bilgisi,Belleten,Bilgi Mecmuası,Dergâh,Donanma,Halka Doğru Dergisi,Hayat Mecmuası,Milli Mecmua,Milli Tetebbular Mecmuası,Servet-î Fünun,Şair,Türk Hukuk Tarihi Dergisi,Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası,Türk Yurdu,Türkiyat Mecmuası,Ülkü,Ümit,Vakıflar Dergisi,Yeni Mecmua

Köprülü’nün Yazdığı Gazeteler:
 Akşam,Cumhuriyet,Dersaadet,Dikkat,Hak,Kudret,Millet Yolu,Son Saat,Tanin,Tevhid-î Efkâr,Tasvir-î Efkâr,Tenvir-î Efkar,İntihab-î E fkâr,Vatan,Zafer

        Köprülü’nün yazdığı şiir,makake,eleştirilerin toplamı 1500’ü geçer.

                      




[1] Ziya GÖKALP:”Türkçülüğün Esasları” s:16,Kadro Yayınları,İstanbul,1977
[2] TÜRK VE DÜNYA ÜNLÜLERİ ANSİKLOPEDİSİ:C.6,s.3324,Anadolu Yayıncılık,İstanbul
[3] Orhan Şaik GÖKYAY:”Bir Öğrencisinin Dilinden M.Fuat Köprülü”,Türk Dili Dergisi,sayı:421,s55, Ankara,1987
[4] M.Fuad KÖPRÜLÜ:”Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Teysiri,İstanbul,1981,Önsöz VI
[5] TÜRKİYE 1923-1973 ANSİKLOPEDİSİ: “Fuat Köprülü Maddesi”,C.3,s.960-961,İstanbul,1973
[6] Herbert Adam Gibbons(Amerikalı ünlü gazeteci ve tarihçi1880 Anapolis,Maryland,ABD-Grunduse Avusturya 1934 )Princeton Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini bitirdi ve bir Presbitiyen papazı olarak Türkiye’ye gitti.(1909) Tarsus’taki Amerikan Kolleji’nde ve Robert Kollej’de 1910-1913 yılları arasında ders verdi.Trablusgarb,Balkan veI .Dünya Savaşlarında ,Mısır,Sudan veFransa’da Amerikan yayın organları adına muhabirlik yaptı.Türkiye’de 1916 yılında yazdığı”The Fondation Of Otman Empire (Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu) isimli kitabıyla tanındı.1926 yılında ismi geçen kitap Ragıp Hulisi Özden tarafından Türkçeye çevrildi.Öteki Eserleri:The New Map of Europe (1914),ContemporatyWord History (1932)
[7] M.Fuad KÖPRÜLÜ:”Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşusu”s. .36-37-38,Ötügen Yayınevi,İstanbul,1981
[8] M.Fuad KÖPRÜLÜ:”Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri”s.94-131
[9] M.Fuad KÖPRÜLÜ:”Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu”s.175-182:
[10] M.Fuat KÖPRÜLÜ:”Anadoluda İslamiyet” S.25,Akçağ Yayınları,2005
[11] M.Fuad KÖPRÜLÜ:”Anadoluda İslamiyet”,s.28
[12] M.Fuad KÖPRÜLÜ:”Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar”s.133
[13] M.Fuad KÖPRÜLÜ:”Anadoluda İslamiyet”s.29
[14] M.Fuat KÖPRÜLÜ:”Anadoluda İslamiyet”s.30

[15] Ünlü Horasanî dervişidir.Yunus Emre’nin mürşidinin mürşididir.Yunus Emre Divanında şu beyt vardır:
     “YunusA Taptuk’tan oldu,hem Barak’dan Saltuk’a
       Bu nasib çün cûş kıldı ben nice pinhan olam
[16] İki boynuzun tarikat sözlündeki  karşılığı “Biz Allah’tan başka ne bu dünyaya,ne öbür dünyaya önem veririz” demektir E.K.
[17] Fuat KÖPRÜLÜ:”Namık Kemal’in Tükçeciliği”Ülkü Mecmuası,Eylül 1940,Sayı:91