MEHMED FUAD KÖPRÜLÜ
(1890 – 1968)
03.03.2008
Copyright Endercan KURŞAKLIOĞLU
Hayat Hikâyesi: 4 Aralık 1890’da İstanbul Divanyolunda doğmuştur.Baba soyundan nesebi 10 .kuşaktan Köprülü Mehmet Paşa’ya dayandığındanKöprülü soyadını almıştır.(1936)Sıyadı Devrimimden önceki yazılarında “Köprülüzade Mehmet Fuad” mahlâsını kullanmıştır.Babası Ahmet Faiz Bey Emekli İstanbul II .Ağır Ceza Mahkemesi Başkâtibi ve İstanbul Belediye Meclisi üyesiydi,annesi Hatice Hanımdır Ayasofya Merkez Rüştiyesi (Ortaokul) ve Mercan İdadisini (Lise) bitirmiştir . Mekteb-i Hukuk’a (Hukuk Fakültesi)girdiyse de hukukçu olamayacağını anlayarak III .sınıfta okulu bırakmıştır..Dariülfinun’un (İstanbul Üniversitesi) Tarih Bölümüne girmiş,ayrıca Fecr-i Âti dergisinde felsefe,tarih,sosyoloji yazmaya başlamıştır.Liseyi bitirdiğinde Arapça ve Farsça’yı okuyup anlayacak kadar biliyordu.,Prof.Anjel’den Fransızca’yı öğrenmiştir.II .Meşrutiyetten sonra kurulanTürk Derneği ve Türk Yurdu Cemiyetine üye olmuş Kabataş,Galatasaray ve İstanbul Liselerinde Edebiyat Öğretmenliğinde bulundu..Köprülü’nün ilk bilimsel makalesi 1913 yılında Bilgi Mecmuasında yayınlanan “Türk Edebiyatı Tarihinde Usul” isimli makalesidir.Bu makaleyle Türk Edebiyatı Tarihinin Avrupalı ilim metodlarıyla fakat kendi bünyemize uygun nasıl inceleneceğini gösteriyordu.Yeni Mecmua’daki yazılarıyla da Milli Edebiyat akımının esaslarını bilimsel yöntemlerle kurmağa çalıştı.20 Aralık 1913’de Halit Ziya (Uşaklıgil) Bey’in başka bir göreve atanmasıyla boşalan Darilfinun Türk Edebiyatı Müderrisliğine Ziya Gökalp’in önerisiyle getirildi.1914’de kurulan Türk Bilgi ve Asar-ı İslamiye ve Milliye Encümeninin Genel Sekreterliğine getirildi.Köprülü’nün ilk uluslar arası mongrafisi 1919’da yayınlan Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eseri oldu..Bu kitaptaki görüşleri Mordman,Huard,Gyula Nemeth gibi bilim adamlarınca büyük ilgi ile karşılanırken,Türkiye’de hakim olan zihniyet bu eserin değerini takdirden çok uzaktı.Sadece Ziya Gökalp Bey’in övgüsünü gördü..”Hamdullah Suphi Bey,Türkçülüğün aktif reisi oldu .İsimleri yukarıda geçen ve geçmeyen bütün Türkçüler gerek TürkYurdu’nda ,gerek Türk Ocağı’nda birleşerek beraber çalıştılar.Fuad Köprülü ,Türkoloji sahasında büyük bir âlim oldu.İlmi eserleri ile Türkçülüğü aydınlattı”[1] !923 yılında Edebiyat Fakültesi Dekanlığına seçildi.1923 yılında yayınlanan küçük fakatTürk Dünyasını bir bütün halinde ele alan Türkiye Tarihi isimli kitabı Cumhurbaşkanı Atatük’ün ilgisini çekti ve Köprülü’ye övgülerle dolu bir mektup yazdı.Aynı yıl Paris’te toplanan Dinler Tarihi Kongresine katılan Köprülü “Bektaşiliğin Menşeyleri ve Eski Türklerde Sihirli Bir Anane:Yağmur Taşı” tebliğini vermiştir.1924’de Vasıf Çınar Maarif Vekili olunca,Köprülü onun müsteşarı olmuştur.Bu müsteşarlık 8 ay sürmüştür.
Atatürk’ün üniversite reformunu destekleyen Köprülü İstanbul Ünüversitesi Şarkiyat Enstitüsünün de kurucu müdürü olmuştur. Ünvanı “Müderrislikten” Ord.Prof.luğa yükseltilmiştir.Bu dönemde Türkiyat Mecmuası’nı çıkarmaya başlamıştır. 1925 yılında SSCB İlimler Akademisine Muhabir Üye seçilen Fuad Köprülü,akademinin 200.yılının kutlanmasından dönünce Rusya’daki Türkler’in zor yoluyla Ruslaştırıldığı konusunda bir açıklamada bulunmuş; bu açıklama büyük yankı ve tepki yaratmıştı.Bunun üzerine Sovyet İlimler Akademisi üyeliği geri alınmıştır.Atatürk bir grup ilim ve fikir adamını milletvekili seçtirmek isteyince Köprülü 1935 yılında yapılan araseçimlerle Kars Milletvekili seçildi.Milletvekili olan Köprülü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Edebiyatı Tarihi Kürsüsünde,İlâhiyat Fakültesinde Türk Dini Tarihi ,İstanbul Mülkiye Mektebinde Siyasi Tarih, Ankara Üniversitesi DTCF’de Ortazaman Türk Tarihi ve Ankara Siyasal Bilimler Fakültesinde Yakın Siyasi Tarih derslerine girdiği gibi Dekan olmuştur.1941 yılında çıkarılan bir kararla Hocalığı bırakarak milletvekili olarak kalmıştır. 1940-1950 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığınca çıkarılan İslam Ansiklopedisinin editörlüğünü yapmıştır.1945’den sonra CHP ve Milli Şef İsmet İnönü’ye karşı anayasanın ruhuna uygun olarak daha uygun bir demokratik rejime geçiş için Adnan Menderes,Celal Bayar,Refik Koraltan’la birlikte Köprülü de Dörtlü Takriri imzalamıştır.12 Haziran 1945’de Dörtlü Takrir CHP Grubunda reddedilmiş ve takrirciler partiden atılmışlardır.1945 yılı sonbaharından sonra Vatan Gazetesinde önce Köprülü sonra Menderes Tek Parti Yönetimine çatan yazılar yazdılar.Dörtlü Takrirciler 7 Ocak 1946’da DP’yi kurdular.1946 seçimlerinde Köprülü İstanbul Milletvekili seçilmişdi.
14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Partinin Dışişleri Bakanı olmuştur.Kore Savaşları ve Türkiye’nin NATO’ya girişi Köprülü döneminde olmuştur.1957 yılından sonra ters düştüğü DP’den ve siyasetten ayrılmıştır.1958-1959 Ders Yılında Amerikan Harvard Üniversitesinde,Cambirige Araştırma Merkezinde,Colombia Üniversitesi Near Estern Enstitü’de Ortaçağlar Türk Tarihinin Bazı Meselelerini açıklayan Fransızca seri konferanslar vermiştir.
27 Mayıs 1960’dan sonra 6-7 Eylül olayları sırasında kendisi Dışişleri Bakanı olduğu için Yüksek Adalet Divanınca Yassıada Mahkemelerinde yargılanmış,4 ay tutuklu kalmış,mahkemede beraat etmiştir.1961’den sonra kurulan Yeni Demokrat Partinin Genel Başkanlığına getirilmiş,bu parti Anayasa Mahkemesince kapatılmıştır.Partinin arması olan kır at 1965’den sonra AP’nin arması olmuştur.
TTK’dan Ankara Bulvarı’ndan Küçük Esad’a geçerken geçirdiği bir trafik kazası sonunda sol femur kemiği kırıldı.28 Haziran 1966’da kaldırıldığı Balta Limanı Kemik Hastanesinde vefat etmiştir.Mezarı Sultan Mahmut Türbesi karşısındaki Köprülü Mezarlığındadır.Mezar taşının kitabesini eski talebesi ve dostu Ali Nihat Tarlan hakk etmiştir.
Tarihçiliği:Köprülü ,Türkiye’de çağdaş tarihçiliğin kurucularındandır.Bilimde yöntemin önemini ilk vurgulayan kişidir.1913’de yayınlanan ünlü makalesi “Türk Edebiyat Tarihinde Usul”den başlayarak tüm bilim yaşamı boyunca yöntem sorununa birinci derecede önem vermiştir.
Köprülü, Türkiye’de tarihçiliği vakayınameci gelenekten çıkarıp,modern bilim temeline oturtma yolunda ilk çalışmaları başlatan kişidir.İlk kez kaynakları eleştirerek değerlendiren,kaynakları karşılaştırarak kullanmayı getiren bilim adamıdır.Tarihçiliğin olayların kronolojik sıralaması olmaktan öte bir anlamı olduğunu vurgulayarak tarihçinin asıl görevinin olayların arkasındaki gerçekleri araştırmak olduğuna dikkat çekmiştir.
Köprülü,Türk Tarihini bir bütün olarak gören ve öyle alan ilk tarihçidir.Türkler’in Orta Asya’dan Anadolu’ya gelinceye dek geçirdikleri evreleri ve toplumsal özellikleri,Anadolu’da kurdukları örgütlenmelerle ilişkisi açısından irdelemiş,Osmanlı Tarihini de yalnız İslam Hanedanları Tarihinin bir parçası olarak değil,Genel Türk Tarihinin bir bölümü olarak ele almıştır.Tarihçinin ele aldığı toplumu,toplumsal ve iktisadi kurumlarıyla,din,dil,sanat,hukuk,aile yapısı ve etnolojik temelleriyle bir bütün olarak görmesi gerektiğini savunmuştur.Bu görüşlerin uygulandığı çalışmalarda özellikle Durkhaim etkisi görülen Köprülü,asıl ilgi alanı olanEdebiyat Tarihini de Kültür Tarihinin bir alt bölümü olarak değerlendirmiştir.
Köprülü,modern tarihçiliğin yerleşmeye başladığı dönemde beliren bir eğilim olan dar belgeci tarih anlayışına karşı çözümlemelere dayanan ve daima bir senteze varmayı amaçlayan yaklaşımın savunucusu olmuştur[2]
Tarihçilikte kesin hükümlerle sonuca varılmayacağını,öğrencilerine daima bir açık kapı bırakmasını öğütlemiştir.Köprülü’nün çalışmalarında dikkat çeken hususlardan birisi zaman zaman eski yazdıklarını düzeltmekten kaçmamasıdır.Mesela İlk Mutasavvıflarda verdiği birtakım hükümleri sonradan değiştirmiş ve bunu açıkça ifade etmekten de çekinmemiştir.Anadolu Beylikleriyle ilgili makalesi için de böyle olmuştur.Bundan dolayıdır ki ,talebelerine kesin hükümlerden kaçın,daima açık kapı bırakın,sonra mahçup olursunuz demekten geri kalmamıştır.[3]
Köprülü’ye göre,Osmanlı Maliye Sisteminde,Tanzimat Devrine kadar mahallî alışkanlıklara çok riayet eden bir maliye sisteminin takip edildiği için Osmanlı Devri vergilerinin kaynağını araştıracakların bu hususu göz önünde tutmaları gerekir.Yine Köprülü’ye göre,Selçuklu Ordusunun esas kuvvetini oluşturan askeri mukataların kökeni sorunu da meçhul kalmış olup,bunun Partlar’dan beri mevcut İran Feodalitesinden mi geldiği veya Türklerde İslamiyetten önce böyle bir kurumun bulunup bulunmadığını araştırmak uzun incelemelere muhtaçtır.Yine ona göre,Anadolu’nun iskân tarihi de çok mühim ve karışık bir mesele olup,göçebe Türk aşiretlerinin yerleştirilmesi ve bu aşiretlerin gerek Selçuklulara,gerek Osmanlılara çıkardığı zorluklar üzerinde önemle durulması gerekir.[4]
Köprülü’ye göre öğrencilik sadece ders dinlemek değildi,kendini görmeyip yazılarını okuyan ve Köprülü’nün görüşlerine katılan tüm tarihçiler Köprülü’nün öğrencisiydi.
Köprülü kafasında çok geniş bir eser planı yapar,konu ile ilgili notları alır,biribirinden ayrı gibi görünen konuları el çabukluyla birleştirirdi.Köprülü çok okuyan bir bilim adamıydı.O,bir kitabı eline aldıktan kısa süre sonra bunun bir kompilasyon ürünü mü,yoksa orijinal bir araştırma mı olduğunu anlar ve elindeki kitap veya makale bu değerlendirmeye göre işlem görürdü.Meşgul olduğu konuların biblografik bilgisine çok sağlam derecede hâkimdi.Talebelerine vebütün araştırmacılara da,herhangi bir konuda evvelce yapılmış çalışmaların neler olduğunun bilinmesinin ilk şart olduğunu tekrarlardı.Meşgul olduğu konulardan çok uzaktan alâkası olan kitap ve makaleleri;Avrupa,İran ve Mısır’dan getirttiği katologları inceliyerek gayet dikkatli bir şekilde,kılı kırk yararcasına gözden geçirir,kenarda,köşede unutulmuş bir şeyin kalmamasına çok dikkat ederdi.Okumaya değer bulduğu bir kitabı incelerken,küçük kâğıtlara yüzlerce not alır,dinlenme zamanında bu notları gerekli dosyalarına ve bu dosyaların içindeki irili ufaklı zarflara muntazam bir şekilde yerleştirirdi..Farsça yazma ve basma divanları,çeşitli bakımdan çok dikkatle tarar,eğer not almaya vakti yoksa,önemli gördüğü konuları kitabın iç kabına kurşun kalem ile yazar,daha sonra vakit bulunca işaretli sayfadaki bilgiyi bir veya iki küçük kâğıda geçirir,bunları yaptıktan sonra yazının yanına bir çarpı işareti koyardı.Hangi kitabı gözden geçirirse geçirsin yalnız belli konular hakkında değil,değişik konular ve sorunlar hakkında da not almaktan kaçınmazdı.
Yukarıda Köprülü çalışmaktan bıkmaz ve yorulmazdı dedim.Aslında yorulurdu ama,bunu fark eder etmez okuduğu veya üzerinde çalıştığı konuyu değiştirir,bir başka konuya geçerdi.Onun için konu değiştirmek en iyi dinlenme yöntemi idi.
Birçok ilim adamımız ve Köprülü’nün yazdıklarının tamamını anlayanlar,onun Türkiye’de bir ilim dili kurduğundan ve bu ilim dilini,kolayca okuttuğundan söz ederler.Bu husus yakınları ve takdirkârları tarafından zaman zaman kendisine hatırlatıldığında “benim kadar yazan,benim kadar yazar” derdi.Avrupalı Türkologlar,onun yazılarında büyük bir mantık sistemi bulunduğunu çeşitli kitap ve makalelerinde açıkça belirtmişlerdir.Bunlardan birisi, Köprülü için “O,sanki Fransızca düşünüp Türkçe yazıyor”demekten kendini alamamıştı.
Harvard Üniversitesi Öğretim Üyesi,Cambirige Araştırma Merkezi Üyesi,Colombia Üniversitesi Near Esten Enstüsü Üyesi,Sorbon Üniversitesi Öğretim Üyesi,Amerikan Şark Cemiyeti Üyesi,Amerikan Tarih Cemiyeti Üyesi,Londra Scool of Orient and African Stadies ÜyesiMacar İlimler Akademisi Üyesi,Sovyet İlimler Akademisi Üyesiydi.Macaristan,Fransa,Almanya,Arjantin Yugoslavya,Amerika,İtalya ve Romanya’dan alınmış 8 bilimsel nişan ve madalyası vardır.
Köprülü’nün üç büyük tarhsel tarışması vardır.
1) Bunlardan ilki Prof.Yusuf Ziya Özerk’le olmuştur.Yusuf Ziya Bey’e göre “Türkler çok eskiden Yunanistan’ı almışlar,Eski Yunan Uygarlığı da bu Türklerden kalmıştır.Samî kavimlerin dili de Türkçeden türemiştirSümerler,Hititler,Akadlar Türk idi,Hammurabi Kanunları aslında Türk kanunları idi…”Köprülü hiçbir bilim disiplinine uymayan bu görüşlere karşı çıkmış ve araştırmalarda bilim disiplininin kullanılmasını ileri sürmüştür
2) Fatih’teki Millet Kütüphanesi’nin kurucusu Ali Emri Efendi’nin tek başına yazacağını söylediği 30 ciltlik Osmanlı Tarihi yüzünden çıkmıştır.Köprülü’ye göre Osmanlı İmparatorlugunun siyasi,ekonomik,kültürel ilişkiye girdiği Venedik,Fransa,Avusturya,Almanya,İngiltere,Rusya arşivleri taranmadan yazılacak Osmanlı Tarihi sadece padişahların hayat hikâyelerinden oluşacaktı.Bu da bilimsel anlamda bir tarih değildi.[5]
3) Gibbos’un Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu tezine karşıt olarak Köprülü’nün Sorbone Üniversitesinde verdiği ve sonra Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu adı altında kitaplaştırdığı tezleri.
Gibbon’un[6] Teorisi: 1)Osmanlı Devletine adını veren Osman’ın babası Ertuğrul,Moğol istilası önünde Harzem’den kaçıpSelçuklu Sultanı I . Alahaddin Keykubat devrinde Anadolu’ya gelen ve memleketin kuzeybatısın’daki Söğüd’e iskân edilen küçük bir aşiretin reisidir.
2) Osman ve onun küçük aşireti çobanlıkla geçinen müşrik (Şamanist) Türkler’di..Müslüman muhitine girince soydaşları Selçuklu Türkleri gibi,İslamlığı kabul ettiler.Bu yeni ruh kendilerinde cihat hislerini birden uyandırdı.Civarlarında bulunan ve kendileriyle dostça ilişkilerde bulunan Hristiyan Rumları da Müslümanlığı kabule zorladılar.İslam olmazdan önce Osman’ın eğemenliği altında 400 savaşçı vardı ve bunlar kendi muhitlerinde sakin,âtıl,sulhçü bir hayat geçiriyorlardı.Fakat 1290’dan 1300’e kadar on sene içinde,bu sayı on katı büyüdü;sınırları Bizans sınırlarına kadar genişledi ve böylece reislerinin adını alan yeni bir ırk,Osmanlı ırkı meydana çıktı..Bu ırk hâlis bir Türk ırkı olmayıp,doğduğu yerde mevcut ırkların yani Şamanist Türklerin ve Hristiyan Rumların karışmasından ortaya çıkmış bir ırktır.Şamanist Türkler ve Hristiyan Rumlar,İslam dinine girmekle bu ırkı beraberce oluşturdular.
3) Osmanlı nufusu az zamanda büyük oranda çoğalmıştı..Bu olay,doğal bir artma olayı ile açıklanamaz.Doğu’dan yeni gelen göçebelerin Osmanlı Topraklarına gelmesini düşünmek deyalnıştır.Çünkü Osmanlı Toprakları Anadolu’nun en batısında bulunuyordu ve oraya gelecek insan kitlelerine Osmanlı Beyliğinin doğusundaki beylikler tarafından yerleştirilebilir ve iş bulabilirlerdi.Binaneleh,bu ancak en büyük kısmı Rumlardan oluşmuş yerli unsurların karışmasıyla açıklanabilir.
4) Osmanlı Devletinin Balkan Yarımadası’ndaki çabuk ve köklü yerleşmesi,yalnız yukardaki nedenlerle açıklanamaz ; bu konuda Bizans’ın Balkan Devletlerinin ve Batı Dünyasının o sıradaki vaziyetlerinin büyük etkisi olmuştur.Fakat bu dış nedenlerden başka,ilk Osmanlı padişahlarının kudretli şahsiyetlerini hesaba katmak lüzumdur.Balkan Yarımadasında Osmanlı Hakimiyeti altına düşen Hristiyanlar,Anadolu’daki Hristiyanlar gibi asırlarca Müslümanlarla komşuluk etmiş değillerdi.Bu yüzden,bu yeni sahadaki yoğun Hristiyan kitlelerini Müslümanlaştırmak için I .Murad döneminde başka araçlar bulundu;harp esirlerinden İslamlığı kabul edenler kölelikten kurtuluyordu.Fakat bu çok sınırlı bir dairede kalıyor,amacı sağlamıyordu.Bunun için Hristiyan çocuklarından Yeniçeri Ocağı Teşkil ve Devşirme Kanunları çıkarıldı ki,bu üsul ile Balkan Halkları zorla Müslümanlaştırılıyordu.Balkanlardaki Rum ve Slav unsurları böylece,çocuklarını vermekten ise hep birden Hristiyanlıktan İslamiyete geçmeyi faydalı buldular .Yeniçeriler XV .Yüzyılda bile önemli bir sayı tutmadığından ve ordunun ana unsurunu oluşturmadıkları düşünülürse,bunun orduyu kuvvetlendirmek için yapılmış bir teşkilat değil,sadece Hristiyanlıktan İslamiyete zorla geçiş aracı olduğu daha iyi anlaşılır.[7]
Köprülü’nün Karşı Tezleri: 1) Gibbons burada yanılıyor ki Osmanlı Beyliğini kuran Kayıların Kara Kilimli Aşireti olupKayılar XI .yüzyılda Anadolu’ya gelmişler,Van-Ahlat taraflarına yerleşmişlerdi.Gelen Kayı Boyu Müslüman idi.Cengiz Han’ın ölümünü duyup tekrar Orta Asya’ya göç etmek istemişler,Kayı Boyunun Beyi Süleyman Şah Fırat Irmağında boğulunca Ertuğrul Bey komutasında Söğud’e ikinci olarak yerleştiler.
2) Gibbons ırk ,devlet,milet kavramlarını karıştırmaktadır.Osmanlı kelimesi devletten maaş alan kimseler için kullanılır.
3) 1243 Kösedağ Savaşından ve 1277 yılında Moğolların Anadolu’yu resmen bir Genel Valilik olarak işgali çok kanlı olmuştur.Anadolu Selçuklu Tarihlerinde Moğolların Kayseri-Sıvas arasında aynı günde 200000 kişiyi öldürdükleri yazılıdır.Bu yüzden Anadolu halkı en küçük ve en batıdaki beylik olan Osmanoğullarına sığınmıştır.Bu yüzden nufus patlaması yaşanmıştır.Osmanlı Devleti bir devşirme Rum yönetimi olmayıpBüyük Selçuklu-Anadolu Selçuklu-İlhanlı devletlerinin siyasi uzantısı olan yönetimdir.
4) Osmanlı Beyliği Bizanslılarla sınırdaş olduğundan çabuk genişlemiştir.Bu diğer beyliklerin başaramayacakları bir olaydı,çünkü Ortaçağ Türk-İslam Tarihinde Müslüman iki beyliğin biribiriyle savaşması çok büyük günah sayılıyordu.
5) Osmanlılarda yönetim erki sadece padişaha aitti,diğer beyliklerde ise egemenlik aileye aitti.
6) Ertuğrul’un Kayı Boyu Söğüd’e Çobanoğullarının Beylerbeyliğini kaybedip Candaroğullarının Paflogonya’da başa geçtiği 1262 yılında gelmiştir.
7) Osmanlıların Balkan Yarımadasında sağlam bir şekilde yerleşmelerini kolaylaştıran etkiler Bizans İmparatorluğu,Bulgaristan ve Sırbistan Krallıkları arasındaki rekabetti. Yukarıdan sarkan Macaristan da Costantinepol’ü alma sevdasındaydı.
8) Osmanlı padişahları Bizans topraklarını zaptetmek için muhtaç oldukları maddi ve manevi unsurlardan yaralanıyorlardı.Bunlar göçebe,köylü ve şehirli halktı.Gelibolu yarımadasının fethinden sonra Hristiyan dünyası Osmanlı Beyliğinin adını duydu..
9) Osmanlıların Karesi Beyliğini ele geçirmesi ve buradan kalkarak Gelibolu’ya yerleşmeleri,devlet bünyesinin kuvvetlenmesinde önemli bir etken oldu.Pek çok göçebe unsurlar,fakir köylüler,Rumeli’nin zengin tımarlarına sahip olabilmek için birçok sipahiler Orta ve Doğu Anadolu’dan geliyordu.Aydınoğlu Beyliğinin daha önce yaptığı seferlerden dolayı bu beyliğin halkı Rumeli arazisini biliyordu.
10) Osmanlıların Balkanlardaki ilerlemesi yukarıda belirttiğimiz devletlerin biribirine düşmelerinden dolayı çabuk ve kayıpsız olmuştur.Direnen yerlerdeki insanların 1/5’ü devlet adına esir alınıyor,bunlardan ancak gençler ihtida ediyordu.
Barış yoluyla Osmanlı Devletine bağlanan preslik ve şehirler şeriat usulunce vergiye bağlanıyordu.Dervişler halk arasında İslamiyet propagandası yapıyor, Hristiyan soylular Bogomil Tarikatına bağlı olduklarından,halk ise ekonomik ve sosyal yönden ihtida ediyorlardı.Bu ihtidanın sebebi şeriat kurallarının Hristiyanlar için koyduğu vergi ve harçlardan kurtulmak ve İslam Dinine olan sevgiydi.
11) Osmanlı’ların eline geçen arazi tımar ,has,zeametlere bölünüyordu.Böylece oluşan Tımar Beyleri köylünün devletle ilişkisini sağlıyordu.Tımar sistemi toprak aristokrasisi yaratmayan bir feodal sistemdi.
12) Yukarıda belirtilen Yeniçeri ocağı padişah’ı korumakla görevli devşirmelerden oluşmuştu.Ordunun ana bölümünü Tımarlı Sipahiler oluştururdu.Tımar sistemi Bizans Feodalitesinden alınmamıştır.[8]
13) Osmanlı Devleti mülkî,askeri,adlı yapılanmada Anadolu Selçukluları,İlhanlılar ve Mısır Memlüklerinden yararlanmışlardır.Kuruluş Döneminde Mihailoğulları gibi bir aile haricinde tüm ordu ve yönetici sınıfOğuzlardandı.
“ Bütün bu açıklamalardan sonra,Osmanlı Devletinin kuruluşunun manası,Anadolu Türklüğü’nün tarihi yürüyüşü bakımından ,şuşekilde izah edilirBu devlet ,yıkılmış Selçuklu Sultanlığı ile onun devamı olan diğer Anadolu Beylikleriyle alâkası olmayan yeni bir siyasi örgütlenme olmamaktadır,aslında yukarıda açıkladığımız vehile,zamanında Anadolu Selçuklu Devletini,Danişmentlileri,Anadolu Beyliklerini kuran Anadolu Türklüğünün XIII_XIV . asırdaki siyasi ve sosyal gelişmesinden doğan yeni bir sentez,farklı bir terkip idi.[9]
Anadoluda İslamiyet:
"1071 Malazgit Savasından sonra Türkler Dar’ül-Cihad olan Anadolu’ya akmışlardır.Türkler İran aracılığıyla İslam dinini kabul etmişlerdi.Sözün kısacası İslamiyetin buTürkmenler arasında nasıl geliştiği ve ne şekiller aldığını araştırırken,yeni İslami şekiller altındaeski kavimsel göreneklerin izlerini anlamak vehalk velileri olan “Türkmen Babalarında” eski Türk Kam-Ozanlarının” İslamlaşmış şeklini görmek din tarihçisi için kaçınılmaz bir sondur.
Anadolu Selçukluları Tarikatları kollamışlardır.[10]XIII . yüzyılda Anadsolu’da Muhiddin Arabî,Avrahaddin Kirmanî,Necmeddin Daye,Fahreddin Irakî,Sadreddin Konyavî,Müeyyiddin Cendî,Sadreddin Ferganaî,,Sultan –ül Ulema Bahaddin Veled,Mevlana Celaleddin Rumî gibi mutasavvıflardı..Ancak şurası önemle iddea edilir ki,bunların hepsi de ufak tefek görüş açısı farkıyle Sufi felsefesinin savunucularıdır.Muhiddin Arabî sembollerle ve timsallerle teosofik tasavvuf görüşünü açıklardı..
Ve bu değerlendirmeyle,bunları Ebu Said Ebu’l Hayr’ın çok başarılı olarak temsil ettiğiHorasan Sufileri sınıfının devamı olarak nitelendirebiliriz.
Bizim eski tarihi kaynaklarımızda sık sık tekrar edilen “Horasan Erenleri”nin hakiki manası,Horasandan gelmiş dervişler değil,Melametiye tarikatındaki sufiler demektir ”Irakiler”in” karşılığı olan “Horasanileréden baksa bir şey değildir.
Daha Sasanîlerin zamanından beri Türkler için yabancı olmayan Horasan daİslamiyet sonrasıTürklerin,hatta bilhassa Oğuzların asırlarca bulunduğu vew bunların birçoğunun Anadolu’ya geldiği gerçek olmakla birlikte Horasan Erenleri tabirinin coğrafi köken değil sufilik akımını ifade ettiği muhakkaktır.Yalnışlıkla bu değimi kullanan Hicri X .yüzyıl müverrihleri de-şimdikimüsteşrikler gibi- şüphesiz bunu yanlış anlıyorlardı.Şüphesiz “Meslek-i Sofiye” tabirinin de yanlış anlaşılmaması için şunu da bilhassa ilave edelim ki Goldziher’in pek doğru görüşü gereği Horasaniler gibi biribirine az çok benzeyen sufi tarikatları arasında bir birliktelik değil ilişkileri aramak lazımdır.[11]
Esasen din tarihinin görüş açısından telkin dairesi pek belirli ve yüksek bir sınıfa özel kalan ve büyük kişilerin tarihi simalarından ve asıl itikadlarını gösteren tasavvufi sistemlerinden ziyade,bunların halk kütlesi arasındaki menkıbevi simalarını ve o “Teolojik Mistik” sistemlerin halk arasında nasıl değişerek ne garip ve basit itikat şekilleri haline dönüştürüldüğü sorunu dikkat çeker.
Daha İlk Slçuklular zamanından itibaren Dar’ül Cihat olan Anadolu’ya,Türkmen Babalarının,Orta Asya,Harzem ve Horasan sahalarında Yeseviye Tarikatına mensup dervişlerin,Horasan Sufileri dediğimiz Melametiye şubelerine mensup şeyhlerin,Irak,Suriye ,Irak’tan türlü türlü inançlara sahip insanların gelerek kısmen yeni kurulan İslam şehirleri ile yavaş yavaş İslamlaşmaya başlayan eski merkezlere yerleştikleri tabidir.
Bunların arasında Dinler Tarihi noktasından en mühim rolleri oynayanlar,büyük şehirlerde Acem kültürüne bağlı saraylarda oturarak hükümdarların himayesinde yaşayan Acemperest sufiler değil,Türkmen boyları arasında eski “Ozan”lardan gelen hale-i kutsiyeleri çevrili olan o basit ve ilkel ruhlarda görünen babalardır.Arap ve Acem edebiyat-ı sufiyesinin bütün de kaynaklarına vakıf olarak beliğ Farisi şiirler,Arapça kitaplar ve şerhler yazan bu ilk kısın sufiler,şehirlerin çok karışık ve Acem kültürüne çok saygılı halkına hitap ettiği halde garip kıyafetleri,ağızlarda dolaşan kerametleri,meczubane yaşantılarıyla eski Baskı-Kam’ların hatırasını İslami sekil altında yaşatan Türkmen Babaları;Oğuz Boylarına anlayabilecekleri bir dille,İslamiyetin eski kavmi ananelere dans eden sufilerine basit ve avami bir din şekli tarif ediyorlardı.
Radroff tasvir ettiğibu eski Türk Kam-Baksı- Ozanlarının rolleri,kıyafetleri,vecdi rakslarıyla Kalenderiye tarikatına mensup Türkmen Baba’larının kıyafetleri,vecdi raksıyla Kalenderiye tarikatına mensup Türkmen Baba’larının kıyafetleri,rolleri,zikir ve semaları arasında kesin ve belirgin bir ilişki yoktur demektedir.
Wund “kavimlerin ruhsal gelişimlerine” ait meşhur eserinde Şamanların “vecd-î istirak” dansından bahsederken,Türk Tarikatlarında ve mesela:Mevlevi,Bektaşi,Halvetilerde görünen zikir ve semanın Kuzey Sibirya bozkırları halklarıyla ilişkisi olanTürk kabileleri vasıtasıyla Müslüman Türklere girmesi ihtimalinde bulunur.
Halbuki biz Wund’u,bu görüşüne rastlamadan önceYesevi ve Rufailerdeki “zikr ananesinin” Türklere has olduğunu birtakım tarihi belgelerle göstermiş ve hatta bu zikirde Kırgız Bakı-Şamanlarının rakslarındaki hareketlerin bakiyesinin var olduğunu söylemiştik.[12],[13]
Türkistan ve Buhara’dan ,Harzem’den,Irak’dan,İran’dan,birçok dervişin Selçuklu saltanatının himayesine sığınmak üzere Anadolu’ya koştuklarını biliyoruz.Gerek Moğol istilasındansonra Anadolu’ya gelen bu dervişlerin en büyük ekseriyeti Yesevi,Kalenderi,Celveti,Cevlaki,Haydari Dervişleriydi[14]
Anadolu Selçuklu Devletinin Türkmenler üzerine baskısının sonucu Şii-Batıni Türkmen Babalarından Baba İshak 1239/1240 ‘da ayaklandı.Babaîler Sumaysat havalisinde Kefersut Nahiyesinde yetişmişti..Kefersud ve Maraş havalisindeki Türkmenler bu isyana katılmış ve Selçuklu ordusunu 4 defa yenmişlerdi.Beyşehir yapınlarında yapılan 5 . savaşta Müslüman askerler bunlara saldırmak istemez,ilk saldırı ordudaki Frank şövalyelererinden gelir.Bir günde 100000 Babaî öldürülür.Babaîler katliamından kaçan kişiler Sulucakarahöyükteki Bektaş Can’ın etrafında toplanarak yeni bir dini teşekül olan Bektaşi Tarikatını oluşturdular.
Mevlana şiir,müzik ve semayı tarikatın üç direği yapmıştır.1248 yılında yapılan Kösedağ Meydan Savaşını Moğol İlhanlı Devleti kazanmıştır.Aristokratik bir tarikat olam MevlevilikTürkmen Baba’larına karşı 1277 olaylarında Moğolların tarafını tutmuştur.
İlhanlı Devletinin kurucusu Hülagu Han şamanistti.Daha sonra geçen Olcayto Han 12 İmamcı Alevi meşrebini seçmişti.İran Moğolları Sultan Mahmut Han zamanında Hanefi Müslümanlığa geçerler.Anadolu Beylikleri döneminde en küçük uç beyliği olan Osmanoğullarının gelişmesinde Ahiler ve Gazilerin önemli yeri vardır.Osman Bey’in kayınpederi Şeyh Edebali ‘nin Eskişehir dolayısındaki Ahilerin lideri olması önemlidir.Osman Bey’in birçok arkadaşı da Ahidirler.
Timuroğulları zamanında Anadolu Müslümanlığını etkileyen Hurifilik akımı ortaya çıkmış ve bu akımın kurucusu Fazlullah-ı Hurufi devletçe sapıklıkla suçlanmış ve idam edilmiştir.Aslında köklerini Eski Yunan Pisagor felsefesinden alan bu akım her şeyin kelâm olduğunu belirterek İran alfabesindeki 32 harfe karşılık 32 adet yüzümüzde hat olduğunu belirtir,Fazlullah’ı peygamber yerine koyar.Türk Kültürünü etkileyen Hurifi Fazlullah değil onun Halifesi olan Nesimi olmuştur.Nesimi Fazlullah’ın öldürülmesinden sonra Anadolu’ya kaçmış ve burada bir Bektaşi Dergâhında misafir kalmıştır.Balım Sultan’la birlikte Bektaşilik ananesi değişmiş,Bektaşiler Horasanilerin,Hurufilerin inançlarını kendi içlerine almışlardır.
1501 yılında Şah İsmail Safavi İan’da Alevi Safaviler devletini kurunca Türkmenler İrana göç ederler.Bu Doğu veGüneydoğu Anadolu’daki türk nufusunun azınlığa düşmesine,Kürt nufusun artmasını sağlar.
Eserleri:
1) Kıraatı Edebiye 1904
1) Kıraatı Edebiye 1904
2) Hayat-î Fikriye 1909
3) Malumatı Edebiye 1914
4) Yemi Osmanlı Tarihi Edebiyatı 1916
5) Türk Dilinin Sarf ve Nafvi 1917
6) Nasreddin Hoca 1918
7) Teyfik Fikret ve Ahlâkı 1918
8) Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar 1919
9) Bu Günkü Edebiyat
10) Türk Edebiyatı Tarihi I;II 1920-1924
11) Milli Tarih 1921
12) Mektep Şiirleri 1922
13) Türkiye Tarihi I 1923
14) Bugünkü Edebiyat 1924
15) Külliyatı Fuzuli 1924
16) Türk Tarih-î Dinisi 1925
17) Azeri Edebiyatına Dair Tetkikler 1925
17) Milli Edebiyat Ceryanının İlk Mübeşşirleri ve Divan-î Türk-î Basit 1928
18) Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman Hikâyesi 1930
19) Eski Şairlerimiz (Divan debiyatı Antolojisi) 1934
20) Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar 1934
21) Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu 1935
22) İslam Medeniyeti Tarihi 1940
23) Türk Saz Şairleri Antolojisi 1940-1962
24) Fuat Köprülü Demokrasi Yolunda/On The Way To Demokracy 1964
25) Edebiyat Araştırmaları 1966
26) Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesselerine Tesiri 1981
27) İslam ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi
Köprülü’ye Göre Türkmen Babalarının Şamanizmden Etkilenmeleri:
1) YesiŞehrinde kurulan Yesevilik ilk Müslüman-Türk Tarikatıdır. 2) Bu tarikatın uluları kuş şekline girerler.Ahmet Yesevi Doğan,Hacı Bektaş Veli Güvercin,Saru Saltuk Baba Kartal şeklinde görüldükleri menakıpnamelerde yazılıdır.
3) Ahmed Yesevi Maveraülnehir ve Horasanın Türkleşmesi ve İslamlaşması için büyük mücadele vermiştir;ardılı olan Horasn Erenleri Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması için mücadele vermişlerdir.
4) Ahmet Yesevi dergâhında “Hikmetler’i” daire şeklinde kadın-erkek karışık halka okurdu.Bu yüzden ona İran’lı Bab’lar kâfirlik iddasında bulunmuşlardır.
5) Yesevi velilerini halk Şamanların İslamlaşmış şekli olarak görüyordu.Şamanların büyü ve efsunlarının yerine Türkçe yazılmış Sufiyane şiirleri evlerinde saklıyorlar,uğur getireceğine inanıyorlardı.
6) Yesevilerin “Has Zikri” Türklerin zevklerine uygun gelmekteydi.Bu zikir tarzı Kuzey Asya göçebe boylarının şamanlşarının vecdî rakslarının izini taşır.Her iki kültür de Atalar Kültürü’ne bağlıdır.
7) Yesevilik Tarikatında sığır kurbanı önemlidir.Düşmanları Ahmet Yesevi’yi karalamak için onun sığırlarını çaldığını idda ederek derâhın mutfağına parçalanmış sığır etlerini saklarlar,Ahmet Yesevi düşmanlarını köpek şekline sokarak parçalanmış sığırı onlara yedirtir.
Arap tarihçi Zehebi Rifa’iye tarikatının özelliklerinden söz ederken “Tatarların Irak’ı ele geçirdiği tarihten başlayarak Rifâ’iler arasında ateşe girmek,vahşi hayvanlara binmek,yılanlarla oynamak gibi,ne Şeyh Ahmed’in ,ne de mürütlerinin bildiği şeytanca fiiller ortaya çıktı.”.Aslında bunların Moğol Şamanlığının tesirinde kalmış olması doğaldır.Moğol beyleri Şamanlarından bu tür doğaüstü olaylar yapmasını isterdi..
Barak Baba[15] ise Şam’a girdiğinde şöyle tanınır:”Onların traş edilmiş sakalları,gür bıyıkları vardı;iki boynuz tutturulmuş keçeden şerpuşlar giyiyorlardı.[16]Boyunlarında kınalı öküz kemikleri,ucu kıvrık çevgânlar ve çıngıraklar asılı idi.Dış görünüşleri çok çirkin,hatta korkunçtu.Davullardan ve diğer çalgı aletlerinden oluşmuş özel bir mızıka takımları vardı;toplu yürüyüşlerinde çıngırakların,kemiklerin,çevgânların gürültülerine karışmış bu müziğin sesi o kadar müttiş bir gürültü çıkarıyordu ki,Suriye halkı şeytanın bile bunlardan kortuğunu kendi şarkılarında anlatır.Bir gün Barak Baba’ya’niçin böyle acaip ve değişik kıyafetlerde gezdiği’ sorulunca ’zavallıların eğlencesi olmak için’dedi.
Barak Baba ve arkadaşları Şam’a girince onu korkutmak için Şamlılar üstüne bir devekuşu salarlar.Barak Baba bu kuşa biner,efsunlar ve bir süre uçurur.
Barak Baba kendisine verilen parayı almaz,onu derhal yoksullara dağıtırdı..Müridlerinin yaşantılarını düzenlemek için onları örgütlemişti,murakabelerini sağlamak için de,özel korumaları vardı.Şayet olur da müridlerinden herhangi birisi bir namazı kaçıracak olsa ona kırk değnek vurulurdu;her gün akşamdan sonra bir zikir meclisi kurulurdu.
Gazan Han,Barak Baba’yı korkutmak için önüne bir kaplan atar.Barak Baba’nın narasından kaplan korkudan bayılır.”
Barak Baba’nın kıyafetinden şunları çıkarırız:
1) Altay Şamanlarında,Buryatlarda olduğu gibi keçeden bir serpuş giyer
2) Güç belirtisi olarak demirden sığır boynuzları takar
3) Vahşi hayvanları ve kuşları etkiler,deve kuşuna biner
4) Şamanlar gibi traşlı yüz ve uzun bıyıklar taşır
Namık Kemal’in Türkçeciliği:
“ Namık Kemal’e göre,insan topluluklarının gelişmesi ,her şeyden önce dil ve edebiyatlarınıngelişmesi ile ilgilidir.Mezhep,din,milli ayrılıklar,ticaret,sanat,tarım alanlarındaki gerilik,bunların hiç biri bir toplum için çöküşün nedeni değil sonuçlarıdır; asıl neden dildeki kusurdur,geriliktir.Leinbiz’in “Bana mükemmel bir dil verin,sana gelişmiş bir millet oluşturayım”sözünü tekrar edenNamık Kemal Osmanlı Devletinin başlıca çöküş sebebini dilde buluyor.Ona göre,eski alimlerimiz yalnız Arapçaya ve fıkıh kelâm gibi yüksek ilimlere önem vermeleri,Türkçeye hiç önem vermeyerek,hatta bir gramer oluşturmamaları,eğitimin geniş tabakaya yayılmasına engel olmuş ve böylece milleti harap etmiştir.Kelime oyuncaklarıyle,yabancı kelimelerle dolu olan eski dil Türkçe diğe isimlendirilemez….Rumelinde de memleketlerimiz bulunurdu ki alimleri Arapça tahsil eder,halka Rumca anlatırdı.Devletin resmi dili olan Türkçe bu suretle Müslümanlar arasında bile umûmi hal alamadı;ihtiyaçlar ve çıkarlar biribirine bağlanamadı.Her kavmin bir özelliği olduğundan,sosyal topluluktan ayrılmak,o özellikleri güçlendirmek şeklinde düşünüldü.Umumi vatan,müşterek vatan hissinin gönülerde hiçbir tesiri olmadı…Hülasa mükemmel bir dile sahip olamadığımız için büyüklüğümüzü koruyamadık.Millete dilsizlik başarısızlığı ve başarısızlık kuvvetsizliği doğurdu.”[17]
Köprülü Ekolünü Oluşturan Bilim Adamları:
Osman Turan,Halil İnalcık,İbrahim Kafesoğlu,Bahaddin Ögel,Neşet Çağatay,Şerif Baştav,Tayyip Gökbilgin,Ali Nihat Tarlan,Adnan Erzi,Ali Sevim,Faruk Sümer,Yılmaz Öztuna,Kemal Özergin,Mehmed Çavuşoğlu,Tahsin Banguoğlu,Pertev Naili Boratav,Orhan Şaik Gökyay,Hüseyin Nihal Atsız,Nihat Sami Banarlı,Ziya Karamuk,Abdülbaki Gölpınarlı,Ragıp Hulusi Özden,Reşit Rahmeti Arat,Şerafeddin Yaltkaya,Kilisli Muallim Rıfat Bilge,Ahmet Caferoğlu,Akdes Nimet Kurat,Kıvameddin Bey,Rıfkı Melül Meriç,Fevziye Abdullah Tansel,M.Mansuroğlu,Ahmet Ateş,Şükrü Elçin,Abdülkadir Karahan
Köprülü’nün Yazdığı Dergiler:
Azerbaycan Yurrt Bilgisi,Belleten,Bilgi Mecmuası,Dergâh,Donanma,Halka Doğru Dergisi,Hayat Mecmuası,Milli Mecmua,Milli Tetebbular Mecmuası,Servet-î Fünun,Şair,Türk Hukuk Tarihi Dergisi,Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası,Türk Yurdu,Türkiyat Mecmuası,Ülkü,Ümit,Vakıflar Dergisi,Yeni Mecmua
Azerbaycan Yurrt Bilgisi,Belleten,Bilgi Mecmuası,Dergâh,Donanma,Halka Doğru Dergisi,Hayat Mecmuası,Milli Mecmua,Milli Tetebbular Mecmuası,Servet-î Fünun,Şair,Türk Hukuk Tarihi Dergisi,Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası,Türk Yurdu,Türkiyat Mecmuası,Ülkü,Ümit,Vakıflar Dergisi,Yeni Mecmua
Köprülü’nün Yazdığı Gazeteler:
Akşam,Cumhuriyet,Dersaadet,Dikkat,Hak,Kudret,Millet Yolu,Son Saat,Tanin,Tevhid-î Efkâr,Tasvir-î Efkâr,Tenvir-î Efkar,İntihab-î E fkâr,Vatan,Zafer
Köprülü’nün yazdığı şiir,makake,eleştirilerin toplamı 1500’ü geçer.
[1] Ziya GÖKALP:”Türkçülüğün Esasları” s:16,Kadro Yayınları,İstanbul,1977
[2] TÜRK VE DÜNYA ÜNLÜLERİ ANSİKLOPEDİSİ:C.6,s.3324,Anadolu Yayıncılık,İstanbul
[3] Orhan Şaik GÖKYAY:”Bir Öğrencisinin Dilinden M.Fuat Köprülü”,Türk Dili Dergisi,sayı:421,s55, Ankara,1987
[4] M.Fuad KÖPRÜLÜ:”Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Teysiri,İstanbul,1981,Önsöz VI
[5] TÜRKİYE 1923-1973 ANSİKLOPEDİSİ: “Fuat Köprülü Maddesi”,C.3,s.960-961,İstanbul,1973
[6] Herbert Adam Gibbons(Amerikalı ünlü gazeteci ve tarihçi1880 Anapolis,Maryland,ABD-Grunduse Avusturya 1934 )Princeton Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini bitirdi ve bir Presbitiyen papazı olarak Türkiye’ye gitti.(1909) Tarsus’taki Amerikan Kolleji’nde ve Robert Kollej’de 1910-1913 yılları arasında ders verdi.Trablusgarb,Balkan veI .Dünya Savaşlarında ,Mısır,Sudan veFransa’da Amerikan yayın organları adına muhabirlik yaptı.Türkiye’de 1916 yılında yazdığı”The Fondation Of Otman Empire (Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu) isimli kitabıyla tanındı.1926 yılında ismi geçen kitap Ragıp Hulisi Özden tarafından Türkçeye çevrildi.Öteki Eserleri:The New Map of Europe (1914),ContemporatyWord History (1932)
[7] M.Fuad KÖPRÜLÜ:”Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşusu”s. .36-37-38,Ötügen Yayınevi,İstanbul,1981
[8] M.Fuad KÖPRÜLÜ:”Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri”s.94-131
[9] M.Fuad KÖPRÜLÜ:”Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu”s.175-182:
[10] M.Fuat KÖPRÜLÜ:”Anadoluda İslamiyet” S.25,Akçağ Yayınları,2005
[11] M.Fuad KÖPRÜLÜ:”Anadoluda İslamiyet”,s.28
[12] M.Fuad KÖPRÜLÜ:”Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar”s.133
[13] M.Fuad KÖPRÜLÜ:”Anadoluda İslamiyet”s.29
[14] M.Fuat KÖPRÜLÜ:”Anadoluda İslamiyet”s.30
[15] Ünlü Horasanî dervişidir.Yunus Emre’nin mürşidinin mürşididir.Yunus Emre Divanında şu beyt vardır:
“YunusA Taptuk’tan oldu,hem Barak’dan Saltuk’a
Bu nasib çün cûş kıldı ben nice pinhan olam
[16] İki boynuzun tarikat sözlündeki karşılığı “Biz Allah’tan başka ne bu dünyaya,ne öbür dünyaya önem veririz” demektir E.K.
[17] Fuat KÖPRÜLÜ:”Namık Kemal’in Tükçeciliği”Ülkü Mecmuası,Eylül 1940,Sayı:91
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder